Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bu nasıl Cemaat?.. Dillerinde hep beddua, hep beddua!

Bu nasıl Cemaat?.. Dillerinde hep beddua, hep beddua!

Olayı, önce Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız gündeme getirdi...

10 Şubat Salı günü;

NTV’de Mehmet Barlas’a konuk olan Taner Yıldız, kirli 17 Aralık Operasyonu ve sonrasında yaşananları değerlendirdi... 

Taner Bey, açıklamalarının bir yerinde oldukça “çarpıcı bir duyum”a yer verdi ve dedi ki;

“Her ülkeyi geziyoruz ve oralardaki okulları ziyaret ediyoruz.

“Her gittiğimiz ülkede; bugün karşılaştığımız başka bir şey, o okullardaki insanlar değil... O arkadaşlarımızın önemli bir kısmının da hayret ettiği bir yapıyla karşı karşıyayız. 

‘Ben bedduayı algılayamadım’ diyor. 

Ben de algılayamadım. 

Biz kardeşiz... Kardeşe beddua edilmez. Eğer dershaneler konu olsaydı bazı arkadaşların önemli kısmını tenzihen söylüyorum tırnak içinde; ‘uzun adamın ölümünü 3 yıldan beri istiyoruz ama hâlâ ölmedi’ denmezdi. 

Bunu duyduğumda dondum kaldım. Bu itikaden de yanlış bir şeydir. Ben bu takdiri mi değiştirmeye çalışıyorum. 

Bu İslami olarak da yanlış insani olarak da yanlış. Bu arkadaşlar şu anda samimi olduğum, ‘bizim yaptığımız iş bu değil’ diyorlar.” 

Barlas, araya giriyor;

“Yani, Başbakan’ı ima ediyorlar.”

Taner Yıldız cevap veriyor:

“Evet... Gecesini gündüzüne katıp çalışan uzun adamı ima ediyorlar!”

HEM DE AMELİYAT GÜNLERİNDE!

Taner Yıldız’ın bu sözleri üzerine “olayın yaşandığı süreci” araştıran gazeteler, şöyle haberler yaptılar:

“Başbakan Tayyip Erdoğan, 26 Kasım 2011’de ameliyata alındı... Ameliyatın ardından, ikinci operasyon için 10 Şubat 2012’de tekrar bıçak altına yattı...

Takvimler 7 Şubat 2012’yi gösterdiğinde “MİT krizi” yaşandı... MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik operasyonun asıl hedefi Başbakan Tayyip Erdoğan’dı!..

İşte o günlerde;

Pensilvanya’dan gelen talimatta, “Erdoğan’ın ölmesi için beddua edin!” talimatı verildi...

Ne ilginçtir ki; bazı gazeteler, tam da bugünlerde, “Erdoğan’ın 2 yıl ömrü kaldı” şeklinde “manşet”ler atmaya, yorumlar yapmaya başladılar.

Demek oluyor ki;

Bu da, “Erdoğan’a yönelik operasyonun bir parçası”ydı!..

Fethullah Gülen’in, “Uzun” dediği Erdoğan için; “3 yıldır beddua ediyorsunuz, ama ölmüyor... Demek ki halisane beddua etmiyorsunuz ki, kabul olmuyor!” diye yanındakileri azarladığı ortaya çıktı... Başbakan Erdoğan, bu duyumun araştırılmasını istedi ve teyid edilince de, üslûbunu sertleştirip, Gülen için “örgüt lideri” ifadesini kullandı.”

Evet, gazetelerdeki “beddua” ile ilgili haberler bu şekildeydi.

HEP YALANLAMA!

Önceki akşam yani Perşembe akşamı “Cemaat televizyonları”nın ekranlarından, dün de “Cemaat gazeteleri”nden “yalanlama” yapıldı...

Fethullah Gülen’in avukatı Nurullah Albayrak, yaptığı açıklamada, haberler için; “Çirkin!.. Seviyesiz!.. İftira!.. Yalan” dedi...

Bu açıklama “doğru” olabilir mi?..

Elbette olabilir!..

Ne var ki;

Fethullah Gülen’in, yine Tayyip Erdoğan ve AK Partililer için daha önce yaptığı ve “Allah onların evlerine ateşler salsın!.. Yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun!.. Duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin!.. Bir şey olmaya imkân vermesin!” dediği “beddua”nın bile bir “lanetleşme”, bir “mübahele” olduğunu iddia ettikleri hatırlanırsa, gazetelerde yer alan son “beddua”yı da “inkâr” etmeleri gayet normal!..

Zaten, “deşifre” olup da, “işlerine gelmeyen” bir mevzu ortaya çıktığında hep “inkâr” etmiyorlar mı?..

Meselâ, birisi; “suçüstü” mü oldu, hemen açıklama yapıyorlar: “Bizimle ilgisi yok... Bu adam, Camia’dan biri değil!”

O kadar kolay “inkâr” ediyorlar, o kadar kolay “adam satıyorlar” ki; korkarım, bir gün “Fethullah Gülen’i bile satarlar!”

Evet, evet onu bile satarlar!..

“Nihaî hedef”e ilerleyen yolda, eğer Fethullah Gülen’in “büyük bir vukuatı” ortaya çıkarsa, onun için bile; “Bizimle ilgisi yok” deyip, satabilirler!..

Demedi, demeyin!..

Bir gün, bu da olur!..

BU DA, TOPLU BEDDUA!

Ama yine de, “Fethullah Gülen’in, avukatı Nurullah Albayrak” tarafından yapılan açıklamanın “doğru” olduğuna ve “Fethullah Gülen’in böyle bir beddua yapmadığına” inanmak istiyorum...

Ben inanmak istiyorum da, “Beddua” iddiaları yağmaya başlayınca, ister istemez kuşkuya kapılıyorum;

Kim doğru söylüyor?..

“Fethullah Gülen’in avukatı” mı, yoksa “beddua” iddialarını sayfalarına taşıyan “gazeteler” mi?..

Hangisi doğru söylüyor?..

İşte bir “beddua” daha...

13 Şubat tarihli Akşam gazetesinde, Murat Kelkitlioğlu, bir “beddua” olayını köşesine taşımış..

Kelkitlioğlu’nun, “Okullarda toplu beddua” başlıklı yazısı şöyle:

“Meşhur beddua görüntüleri Pensilvanya’dan Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştü... Bu uygulama cemaate ait okullarda yaygın bir şekilde sürüyor... Bir arkadaşımın anlattığı olayı aynen aktarıyorum. 
Olay cemaatin Suudi Arabistan’daki okullarında yaşanıyor... Bu uygulama 15 gün önce bütün okullarda planlı bir şekilde gerçekleştirilmiş. 
Okulların yurtlarında kalan öğrenciler, gece saat 03.00’te uyandırılarak Teheccüd Namazı için abdest almaları istenmiş. Öğrencilere, ağabeyleri öncülüğünde Teheccüd Namazı kıldırılmış. Daha sonra Başbakan Erdoğan ve arkadaşları için Ya Kahhar Duası okunmaya başlanmış... Duaya şaşıran çocuklar bir an duraksayınca, ibadeti yöneten abilerinin uyarısıyla daha gür bir sesle Ya Kahhar duası yarım saat kadar devam etmiş.”

Peki, buna ne diyeceğiz?..

Bir “avukat” çıkıp, bu “Kahhar Duası”nı da yalanlayacak mı acaba?..

“Fethullah Gülen’in kendi ağzından ve kendi görüntüsüyle” yayınlanan “beddua”ya bile bir kılıf bulup, “lânetleşme” dediler...

“Uzun adam” için yaptığı “beddua”yı yalanlayıp, “iftira” dediler...

Peki, bu “Kahhar duası” için bir “kılıf” bulmayacaklar, “tevil” yoluna sapmayacaklar mı?..

Haa hemen söyleyeyim;

Kelkitlioğlu’na bu olayı aktaran arkadaşı herhalde ülkeleri karıştırmış... Suudi Arabistan’da “Cemaat okulu” yok... Dolayısıyla “Cemaat yurdu” da yok... Ama, “öğretmen”lerden bir kısmının “Cemaatçi” olduğundan kuşku yok...

Dolayısıyla, onlar olabilir...

Kaldı ki;

“Başka ülkeler”deki ve Türkiye’deki “Cemaat yurtları”nda bu tür “beddua seansları”nın olduğu, benim de kulağıma geliyor.

Kısaca, diyeceğim o ki;

Olay doğru, yer karıştırılmış!..

Bu, nasıl bir “Cemaat”tir, bu nasıl bir “Hareket”tir ki;

Ağızlarında hep beddua,

Hep beddua!..

İnsan merak ediyor;

Bunların içinde, “ağzı dualı” hiç mi kimse yok?..

Varsa;

Niye “isyan” etmezler,

Niye hâlâ boyun eğerler?..

BUMERANG GİBİ!

Affedersiniz, az kalsın unutuyordum...

Murat Kelkitlioğlu, yazısının sonunda demiş ki;

Ya Kahhar duası; zalimin ıslahına, bu mümkün olmadığı halde kahrına niyet eden bir duadır... Yani Erdoğan ve arkadaşlarına yine beddua ediliyor... Ancak duanın çok özel bir tarafı var. Hakkında beddua edilen kişi bunu hak etmiyorsa, kahır için okuyan, ona zulüm etmiş olacağından, bu beddua kendisine dönüyor.” 

Tıpkı, “bumerang” gibi!..

Eğer “beddua” ettiğin kişi buna “müstehak” ise, beddua yerini buluyor, yok eğer lâyık değilse, o beddua, “beddua eden kişinin kendisine” döner!..

Yani, kendi evine “ateşler salınır”, kendi “yuvaları yıkılır”, kendi “birlikleri bozulur”, kendi “önleri kesilir” ve kendileri “bir şey olamazlar!”

BEDDUALAR TUTMUYOR!

Durum onu gösteriyor ki;

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Rabbime şükürler olsun ki, bir “sağlık problemi” yok...

Dahası; “son derece sağlıklı.”

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın doktoru Cevdet Erdöl diyor ki;

“Başbakan, son derece sağlıklı... Ciddi takip gerektirecek bir sağlık sorunu yok... Şimdiye kadar, risk oluşturan bir vaka tesbit etmedik.”

İşin ilginç tarafı;

Fethullah Gülen’in, “Allah onların evlerine ateşler salsın!.. Yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun!” diye “beddua” ettiği diğer insanlar da, birer birer “tahliye” olmaya başladılar!..

“Kirli 17 Aralık Operasyonu”nun asıl hedefi olan “Halkbank”ın Genel Müdürü Süleyman Aslan, dün “tahliye” edildi.

İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi’nin “tahliye gerekçesi”nde denilmiş ki; 

l “Teknik araçlarla izleme ve neticesinde, görüntülerin kayda alınması ve iletişimin tespiti yoluyla elde edilen delillerin tek başına esasa ilişkin olarak delil mahiyetinde bulunmadığı, yan deliller, olgu ve bulgularla desteklenmesi gerektiği kanaati oluşmuştur...”

l “Teknik araçlarla izleme yapılıp görüntü alındığı ve neticesinde elde edilen bulgu, tespit ve görüntülerin, kanunun amir hükmüne rağmen dosya içine delil olarak konulduğu ve kullanıldığı, elde edilen delillerin hukuka uygun olup olmadığının tespiti, dava açıldığı taktirde kovuşturmayı yürüten mahkemeye ait olmak üzere hakimliğimizce ‘hukuka aykırı delil’ niteliğinde olduğu yönünde kanaat oluşturmuştur.”

Eee, ne oldu; “yasal” denilen “korsan dinleme”lere?..

Ne oldu;

“Ayakkabı kutuları”na?..

Olan şu:

“Hepsi hukuka aykırı delil!”

Söyleyin Allah aşkına;

17 Aralık’tan bu yana içeride tutulan Süleyman Aslan ve diğerlerine yapılan muamele, bir “itibar cellatlığı” değil midir?.. Bu operasyon, bir “haysiyet cinayeti” değil midir?..

Peki, kimdir bu cinayetin faili?..

Elbette “Paralel Yapı!”

Ve bu “örgüt”ün lideri!..

BEN BEDDUA ETMEM!

Şimdi, bu “Paralel”cilerin “ocaklarına ateşler düşmeye, yuvaları yıkılmaya, birlikleri bozulmaya” başlarsa hiç şaşmam ama bir “insan” olarak üzülen yine ben olurum!

Tıpkı, “şeker hastalığı”ndan muzdarip olmasının yanısıra, “kalp ritmi bozukluğu”ndan dolayı 21 Ekim 2013 tarihinde hastaneye kaldırılıp, 12 saat hastanede müşahede altında tutulan Fethullah Gülen’e de üzülüp, “geçmiş olsun” dediğim gibi!..

Çünkü ben, “insan”ım...

Ağzımdan “beddua” değil,

“Dua” çıkar!..

Zira, bir “Müslüman” olarak çok çok iyi bilirim ki; “Beddua ettiğim kişi eğer buna müstehak değilse, o beddua, döner beni kahreder!”

“Beddua” edenler, “Ölüm Duası” ya da “Kahhar duası” yapanlar, bunların “kendilerine döneceğini” hiç hesap etmiyorlar mı acaba?.. 

İşte “oyun”ları, “tezgâh”ları, “plân”ları ve “entrika”ları tek tek bozuluyor... Demek ki, “beddua”ları bir “koruma duvarı”na çarpıyor!.. Demem o ki; yol yakınken “nedamet” getirip “tövbe” etsinler!..

Aksi halde, “çarpılabilirler!”

******************************************************

Zaman’ın tirajı, hurdacıda bir numara!

Bugün 1. sayfamızda yayınladığımız fotoğrafta; “Paralel”cilerin sık sık yaptığı gibi; “ekleme-çıkarma” yok, “montaj” yok... Fotoğrafta görüldüğü gibi, “hurda kâğıt toplayan” bir vatandaş; “daha paketine el sürülmemiş, bağı bile kesilmemiş Zaman gazeteleri”ni istiflemiş, “kâğıt fabrikası”na göndermek üzere, “küçük bir tepe” yüksekliğinde yığmış!..

Eee, ne oluyor?..

“Zaman 1 milyon satıyor!”

“Zaman, tirajda bir numara!”

Bunda “bir numara” vardı ama, böyle bir fotoğraf yoktu elimizde!.. Fotoğraf onu gösteriyor ki; “Zaman’ın tirajı hurdacıda bir numara”dır!..

Yanarım yanarım da; “Cemaat’in paraları”, satılmayan gazetelere gidiyor, ona yanarım!..

Cemaatin bir diğer gazetesi ise, “ağlamaklı bir üslup”la sızlanıyor: “Biz reklâm pastasından hakkımız olan payı alamıyoruz!.. Adil rekabet istiyoruz!”

Tamam, iste istemesine de; daha “paket”lerine el sürülmemiş, bağı bile çözülmemiş “hurdaya giden gazete yığınları”nın neresi “tiraj”dır, neresi “net satış”tır!..

“Okuyucu ile buluşmadan, doğrudan kâğıt hurdacısına giden gazete”lere reklam şirketleri niye itibar etsin ki?..

O reklâmları;

“Hurdacı” mı okuyacak?!?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi