Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İslâm dünyasının “dönüşüm”ünde Gülen’in rolü ne?

İslâm dünyasının “dönüşüm”ünde Gülen’in rolü ne?

Bazıları “büyük bir savrulma” içinde... 1980’li ve 1990’lı yıllarda “F Tipi” kavramını “Türk siyasi lügati”ne sokan, “Fethullah Gülen ve Cemaat”le ilgili onlarca yazı yazan, bunları “kitap” olarak yayınlayan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya bugün, “büyük bir değişim” ve “büyük bir dönüşüm” geçirmiş olmalı ki; “Cemaat’le kol kola!”

Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesi, “Hikmet Çetinkaya’daki bu dönüşümün hikâyesi”ni yayınlıyor birkaç gündür...

Tabiî, değişen ve dönüşen sadece Hikmet Çetinkaya değil... Cemaat mensupları da “değişim ve dönüşüm” içinde olmalı ki; kendilerine “F Tipi!.. Takkeli Liboş” diyerek hakaret eden adamla bugün “kol kola” vaziyetteler!..

Ne ilginç beraberlik!..

Ne ilginç ittifak!..

Dün gırtlak gırtlağa,

Bugün kucak kucağa!..

Bugün “sevdikleriyle beraber”ler...

Herhalde, “ahiret”te de;

“Birbirleriyle olacaklar”dır!..

ÇÖLAŞAN DA DÖNÜŞTÜ!

Ben, Emin Çölaşan’daki değişim ve dönüşümün ne derecelerde olduğunu çok merak ediyorum... Gerçi; “AK Parti’ye bizim yapamadığımızı Cemaat yapıyor” deyip, “Cemaat’in safında” olduğunu gösterdi ve halen yazmakta olduğu Sözcü gazetesi “Cemaat’in sözcülüğü”nü yapmaya devam ediyor ama, Emin Çölaşan’ın “Ulusalcı duruş”u ne âlemdedir, gerçekten merak ediyorum...

Benim bildiğim Çölaşan;

“Gülen Cemaati’ne şiddetle karşı” idi ve o günlerde Zaman’da yazan Fehmi Koru’dan, sürekli “Takkeli Liboş” diye söz ederdi...

Dedim ya;

Dün “Cemaat’e karşı” idi, bugün ise “Cemaat’le kavgalı olan AK Parti’ye ve Erdoğan’a saldıran” yazılar yazıyor!..

Hele, son bir ayda yazdığı yazıların başlıklarına bir bakın;

“Yargı darbesi!.. Kürtçüler yanlış ata oynamış!.. Poliste deprem!.. Benim yargım, senin yargını döver!.. Ülkesini jurnal eden şahıs!.. Tayyip’in tehditleri!.. Toplumu geren şahıs, Tayyip!..”

Gibi yazılar...

Dün neler diyordu,

Bugün neler saçmalıyor?..

Hani, “omurga” nerede,

“Tutarlılık” nerede?..

BALBAY DURDUĞU YERDE Mİ?

Merak ettiğim biri daha var... 

Evet; “Hem CHP milletvekili, hem de Cumhuriyet yazarı” olan Mustafa Balbay’ın, bugün “nerelerde durduğunu” çok merak ediyorum...

Balbay, “milletvekili” sıfatıyla “CHP’de”dir... Peki, CHP nerede?..

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün “Niğde mitingi”nde söylediği gibi; 

“CHP-MHP ve Pensilvanya üç kafadar” olarak, birbirleriyle “kol kola”dır, “omuz omuza”dır, “iç içe”dir, “kucak kucağa”dır!..

O kadar “içli dışlı”lar ki;

“Cemaat’in eline tutuşturduğu telefon tapeleri olmasa, CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu acaba ne diyecek, ne konuşacak, hangi projesini açıklayacaktır?”

“Kılıçdaroğlu’nun Cemaat’in kuklası” olmasına, bir “CHP milletvekili” olarak Mustafa Balbay ne diyor acaba?..

“Fethullah Gülen’in Türkiye için yararlı olduğunu” mu düşünüyor, “zararlı” olduğunu mu?..

Yoksa; “2007’deki görüşleri”ni aynen muhafaza mı ediyor?..

Bu soruya, Mustafa Balbay’ın vereceği cevap, çok çok önemli.

Zira, Balbay; 8 Ekim 2007 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Gülen Kürsüsü’nün Katolikliğe Bağlılığı” başlıklı bir yazı kaleme almış ve “Gülen Hareketi’nin Amerika’nın bir taşeronu olduğunu” yazmıştı...

Demek oluyor ki;

Bizler “saf” olduğumuz için, söylenenleri ve yapılanları “hayra yorduğumuz” için göremediğimiz “gerçek”leri Mustafa Balbay taa o zamanlar görmüş!.

Balbay taa o zamanlar görmüş de, onun genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün hâlâ göremiyor mu acaba?.. Ya da ne zaman görecek?..

“Aşkın gözü kördür” derler ya, Bay Kılıçdaroğlu da; “aşık” olduğu için olsa gerek, “Gülen’in oyunları”nı göremiyor...

FETULLAH GÜLEN KÜRSÜSÜ!

Görmesi için, kendisine yardımcı olmak ve “Mustafa Balbay’ın makalesi”ni kendisine hatırlatmak istiyorum.

Buyrun, Mustafa Balbay’ın 8 Ekim 2007 tarihinde, Cumhuriyet’te yazdığı “Gülen Kürsüsü’nün Katolikliğe Bağlılığı” başlıklı yazısını birlikte okuyalım...

Tabii, Kılıçdaroğlu da okusun...

“Öncelikle şunu vurgulayalım; başlık, bizim yaptığımız yorum değil, belgelere dayalı durum!

Zaman gazetesinin 30 Temmuz 2007 sayılı Avustralya baskısında bir ilan yayımlandı. 

Gazetenin 3. sayfasındaki ilanı veren kurumun adı aynen şöyle:

Australian Catholic University... Türkçesiyle, Avustralya Katolik Üniversitesi.

İlanın ana başlığı da şu:

İslami Araştırma ve Müslüman-Katolik İlişkileri Fethullah Gülen Kürsüsü.

Büyük puntolarla yazılmış bu başlığın hemen altında ilanın amacı ve adresi yazılı: 3 yıl süreli, tam zamanlı görev. Fen ve Edebiyat Fakültesi St. Patrick Kampüsü, Fitzroy, Victoria.

Yapılacak başvurularla seçilecek kişiler, öğretim elemanı olarak yetiştirilecek. 

Daha sonra da üniversitenin Melbourne Kampusu’na yerleştirilecek, 

İlahiyat, Felsefe ve Dini Eğitim Enstitüleri ile birlikte çalışacak.

Ücret, Avustralya ölçeklerine göre de dolgun:

Yıllık 143 bin 110 Avustralya Doları... Avustralya Doları’nın değeri Amerikan Doları’na çok yakın.

Buraya kadar olan bölüm için şu yorum yapılabilir:

Ne güzel... 

Türkiye’den bir kişinin adı, üniversitede İslam dini ile ilgili bir kürsüye verilmiş. Demek ki üniversite ile çok iyi bağlar kurulmuş ve başarılmış!

Ancak adaylarda aranan özelliklerden biri ayrıca dikkatimizi çekti.

Okuyalım:

‘Başarılı görülen aday, üstün insani ilişkiler ve iletişim yeteneği sergilemeli, üniversitenin misyonuna, Katolik ilke ve değerlerine bağlılık göstermelidir.’

İslam dini ile ilgili bir kişinin böyle bir kürsüde Katolikliğe saygı duyması beklenir mi?

Beklenir...

Katolikliğin ilke ve değerlerinden haberdar olması istenir mi?

İstenir...

Peki Katolikliğe bağlılık istenir mi?

İşte bu olmadı. 

İşin içine bağlılık girince, artık ona ait olma, onunla birlikte hareket etme duyguları da öne çıkar!

Bir Fethullah Gülen Kürsüsü kuruluyor ve burada görev yapacak elemanların Katolikliğe bağlılığı isteniyor!

Bu durumda sormak gerekir:

Hizmet, İslamiyete mi Katolikliğe mi?

Fethullah Gülen adını kullanan kişiler, Hıristiyanlığın en katı kurallara sahip mezhebi Katolikliğe de hizmet edebilirler.

Buna da saygı duyarız.

Ancak, Türkiye’de İslamiyet satıp dünyada bambaşka şeyler yapmanın başka bir adı olmalı!

Hıristiyanlığın kendi içinde belirlediği uzun erimli hedef zinciri şu:

İsa’nın ardından birinci binyılda, Avrupa’nın tümü Hıristiyanlaştırıldı.

İkinci binyılda, Amerika kıtasının tümü ve Afrika’nın bir bölümü Hıristiyanlaştırıldı.

Üçüncü binyılda, Afrika’nın kalan bölümü ve Asya Hıristiyanlaştırılacak.

Fethullah Gülen hareketi, girişte aktardığımız ilan bağlamında bu hedefin tam ortasına oturuyor!

DÖNÜŞÜMDE GÜLEN’İN ROLÜ!

25-27 Ekim 2007’de İngiltere Lordlar Kamarası’nda uluslararası bir konferans var. 

Adı şu: Müslüman Dünyasının Dönüşümünde Gülen Hareketi’nin Rolü!

Müslüman dünyası nereye dönüştürülüyor?

Kim dönüştürüyor?

Gülen bu dönüştürümün neresinde?

Belki de konferansta yanıt verilir!

Şu soruyu eklemek gerek:

Müslüman dünyası dönüştürülürken Türkiye’ye nasıl bir don biçiliyor ve bu biçilmede Gülen’in rolü ne?

Tümünün yanıtı şu saptamayla da özetlenebilir:

Gülen hareketi, dini de kullanan Amerikan küreselleşmesinin İslam coğrafyası taşeronudur!”

KİM, NEREDE?

Evet, Fethullah Gülen ve “Gülenist Hareket”in bu “dönüşüm”de yeri ve rolü nedir?..

Bu “dönüşüm”ün Kemal Kılıçdaroğlu neresindedir, CHP’liler neresindedir, MHP’liler ve BBP’lier neresindedir?..

Hikmet Çetinkaya neresindedir,

Mustafa Balbay neresindedir.

Ve de Cumhuriyet neresindedir?..

Emin Çölaşan neresindedir,

Sözcü neresinde?..

“Savrulma”lar sona erdiğinde, herhalde “kimin nerede durduğunu” ve kimlerin “kimlerin değirmenine su taşıdıklarını” çok daha net göreceğiz.

Şimdiden uyarayım dedim... 

*****************************************************************

Bunların gözümüzden kaçtığını mı san›yorlar?

• “Köyde yaşayanlar” gayet iyi bilir ki; bazı “tavuk”lar, “sahibinin kümesi”nde “yemlenirler” ama, giderler, “başkasının bahçesi”ne “yumurtlar”lar!..

Köy hayatı nedir bilmeyen bazı “lavuk”lar da öyle... “Yandaş” denilen medyada yazarlar ve onlar tarafından “yemlenirler” ama, giderler, “Cemaat medyası”nda yumurtlayıp, “Hükümet’e kin kusurlar!”

“Yandaş” denilen medyada nasıl bir “mide” vardır ki, hâlâ bunları “yemlemeye” devam ederler!..

“Bu “çelişki”nin “gözümüzden kaçtığını” düşünüyorlarsa, aldanıyorlar!

 Erdoğan’a; “Despot!.. Diktatör!.. Agresif!” diyen “yoldaş ve candaş medya” organları, 54 yaşındaki Mustafa Suver adlı vatandaşa Feshane’de “yumruk” atan CHP’li Mustafa Sarıgül’ün “despot”luğunu, “diktatör”lüğünü ve “kimyası bozulduğu” için iyice “agresif”leştiğini niye görmezler acaba?..

Ne yani; 

“Haber” olabilmesi için, illa da bir AK Partilinin mi “yumruk” atması gerekiyor?..

Bu “çifte standart”ı, bu “ikiyüzlülüğü” görmediğimizi sanıyorlarsa, aldanıyorlar!..

Hepsini biliyor, hepsini görüyoruz...

Ama, sabrın da bir sonu var!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi