Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Rosenberg’in “casus” olduğuna da kimse inanmamıştı!

Rosenberg’in “casus” olduğuna da kimse inanmamıştı!

Bugün gibi hatırlıyorum... “28 şubat Darbesi”nden önceki o günlerde, Hulki Cevizoğlu; Kanal 6’da program yapıyor... Gündüzden aradı, “Cevizkabuğu” programına “telefonla” bağlanıp, “Müslüm Gündüz-Fadime şahin olayı” ile ilgili görüşlerimi açıklamamı istedi...

Bağlandım... Bu olayın bir “senaryo” olduğunu, “aldatıldığını” iddia eden Fadime şahin’in, Müslüm Gündüz’ün kaldığı eve, “bir poşet meyve” alarak gittiğini, ortada “zorla bir alıkoyma” olmadığını, Müslüm Gündüz’ün de; “Aranıyor” ve de “bulunduğu ev de biliniyor” olmasına rağmen “baskın” yapılmadığını, maksadın da, onu “Fadime şahin’le birlikte basmak” olduğunu söyledim...

Özetle dedim ki;

Bu operasyon bir “senaryo gereği”dir, Fadime şahin de, “rolü ezberletilmiş bir piyon”dur!..

Kapattım telefonu...

Nereden bilebilirdim, Fadime şahin’in o saatlerde “kartel televizyonları”na çıkıp, “hüngür hüngür ağladığını!”

“Bana nikâh yaptı” demiş, “beni büyüden kurtaracaktı” demiş!..

Demiş oğlu demiş!..

Ertesi gün gazeteye geldiğimde, kelimenin tam anlamıyla “şok” yaşadım...

Masamın üstü, gelen “faks”larla doluydu... Onlarca, yüzlerce faks!..

Telefonlar da yağmur gibi!..

Beni kınıyorlar!.. “Allah’tan kork” diyorlar, “vicdansız herif” diyorlar...

Diyorlar da, diyorlar;

“Sende mi görmek istemiyorsun Fadime’ye yaşatılan o çirkefliği... Nasıl savunursun Müslüm Gündüz’ü?.. Tezgâh bunun neresinde?.. Adam çıplak yakalanmadı mı?.. Prezervatifler sehpanın üzerinde değil miydi?.. Bunun; daha başka ne anlamı olabilir ki?..”

Sineye çektim...

Yalnızca, dedim ki;

“Bunun bir senaryo olduğu ortaya çıktığında ne diyeceksiniz?”

Nitekim, “1997 Ocak ayı”nın başlarında kaleme aldığım o yazıdan sadece 2 ay sonra, yani 28 şubat 1997’de ünlü “postmodern darbe” yapıldı...işte o zaman; Fadime şahin’lerin, Ali Kalkancı’ların ve Emire’lerin nasıl “piyon” olarak kullanıldıkları çıktı ortaya!.. Hepsini “Sisi” tezgâhlamıştı... Ki, bunu, yıllar sonra kendisi de “itiraf” etti...

Amaç “darbe” yapmakmış!..

Fadime’ler, Ali’ler, Emire’ler hikâye!..

Sonra ne mi oldu?..

Cevizoğlu’nun programından sonra beni “faks ve telefon yağmuru”na tutup “‹nsafsız!.. Vicdansız!” diyenler, teker teker arayıp, “özür” dilemeye, “hakkını helâl et” demeye başladılar...

Gelin, görün ki, geçmişler ola!..

“Darbe” çoktaan yapılmıştı!..

“SABOTAJ”, NiYE HOPLATTI?

Bunları niye anlattım?..

“Soma’daki facia”da bir “sabotaj ihtimali”nden söz ettim diye, “Paralelciler”den yemediğim küfür, duymadığım hakaret kalmadı!.. Ellerinden gelse, bir kaşık suda boğacaklar!..

Merak ediyorum;

“Bu hiddet ve şiddet niye?”

Yoksa, farkında olmadan “arı kovanı”na çomak sokup, muhtemel bir plânı “deşifre” ettiğim için mi bu kadar “saldırı”ya uğradım?..

Her neyse...

Muhatabına “soru” sorarken bile; “şimdi şeytanın avukatlığını yapacağım” diye söze başlayan bazı meslektaşlarım; “sabotaj ihtimali gözardı edilmesin” dediğim için; “Bunu şeytan bile düşünmez... Böyle bir ihtimal iblisin bile aklına gelmez!” demişler...

“Paralel Zamane’ler” de bu yazılanlara balıklama atlayıp, beni “hedef”e koyarak; “Paralel’le, sabotaj ihtimalinin ilgisi ne?” diye sormuşlar!..

ROSENBERG DE “MASUM”(!)DU!

Elimde, elbette bir “delil” yok... Ama, “açıklama”lara ve “maden sahibinin tavrı”na bakıp, nihayetinde bir “kuşku”yu dile getirdim...

Ona, biraz sonra geleceğim ama; hem “şeytanın avukatlığı”nı yapıp, hem de “şeytanın bile aklına gelmez” diyenlere, sadece şunu sormak istiyorum:

“11 Eylül 2001’deikiz Kuleler nasıl yıkıldı?.. Kim yıktı?.. 3 bin Yahudi o gün niye işe gitmedi de, hepsi sağ kurtuldu?..ikiz Kuleleri yıkanlar, Kentsel Dönüşüm projesini mi hayata geçiriyordu, yoksa Irak’ı işgal plânını mı?!?”

Başka sorum yok!..

Bir örnek daha:

“1940’lı-50’li yıllar”da, Amerika’da bir “cadı avı” başlatılmıştı... “McChartizm”in banisi olan Senatör McCharty, bir “komünist avı” başlatmıştı... Bu “cadı avı”nın en ünlü ve “bedelini canıyla ödemiş” olanlardan biri de, “Rosenberg çifti”ydi... Amerikan Komünist Partisi üyesi olan Julius Rosenberg ve eşi Ethel, ABD’nin “atom bombası projesi”nde çalışan yakınlarından aldıkları bilgileri “Ruslara servis etmekle” itham ediliyorlardı.

Yani, “casusluk”la suçlanıyorlardı!..

“‹damlarına” karar verildi...

Gerisini Yıldıray Oğur’un, 15 Mayıs tarihli yazısından okuyalım:

‹dam kararını durdurmak için büyük kampanyalar düzenlendi. Sartre, yargılamayı “cadı avı ve yasal linç” ilan etti.imza kampanyalarına katılıp Rosenberglerin masum olduğuna inananlar arasında Albert Einstein, Bertolt Brecht, Pablo Picasso, Frida Kahlo da vardı. Papa bile çağrı yaptı. 

Ama, Rosenberglerin elektrikli sandalyedeki korkunç idamlarını kimse durduramadı. Arkalarından filmler çekildi, Melih Cevdet, Nazım Hikmet onlar için şiirler yazdı. Dünya çapında en çok bilineni ise; ünlü Fransız tarihçi Alain Decaux’ün yazdığı “Rosenbergler Ölmemeli” adlı oyundu. 

Oyun, 2012 yılındaistanbul Büyükşehir Belediyesi programına alındı, oynandı ve sonra birden programdan çıkarılınca büyük bir gürültü koptu. 

Gerçek, kısa bir süre sonra anlaşıldı. Oyunun yazarı solcu tarihçi Alain Decaux, oyunun tüm dünyadaki temsilini yasaklamış, oyununu geri çekmişti.
Sebep Rosenberglerle ilgili çıkan yeni belgelerdi. 

1995’te CIA’nin açıkladığı Venona Dosyası’ndaki kriptolarla Rosenberglerin KGB’ye çalıştıkları ispatlanmıştı. Bu bilgiyi Rosenberglerin amiri olan KGB görevlisi Aleksandr Feklisov da doğruladı.
Dünya tarihinin en kötü şöhretli adamlarından biri olan Senatör McCharty, 40 yıl sonra bu konuda haklı çıkmıştı...

DAHA NE DELİLİ?

Devlet içindeki cemaat yapılanmasıyla ilgili, Başbakan’ın; “Paralel yapıya hizmet edenlerin görev yerlerini değiştirmek cadı avıysa evet biz bu cadı avına devam edeceğiz” sözleri üzerine McChartizm hatıraları yeniden canlandırıldı, epey klişe “cadı avına hayır” tepkileri yükseliverdi.

Hem de cemaatle ilgili yazdığı kitaptan bir ay sonra silahlı bir devrimci örgütün üyesi olmaktan tutuklanan muhafazakâr emniyet müdürü Hanefi Avcı cezaevindeki dördüncü yılını tamamlarken!..

Herhalde kendilerini Sartre falan zanneden bu isimler, “cadı avına hayır” cümlelerinin sonuna, cemaatin geliştirdiği o klasik savunma cümlesini eklemeyi de ihmal etmiyorlar: Varsa paralel devletle ilgili belge, tabii ki ortaya çıkarılsın, yargının önüne getirilsin.
Daha hangi delili arıyorlar acaba? 

Cemaat hükümete kızınca, Başbakanı, oğlunu tutuklamaya kalkan kamikaze savcılar, polisler, hakimlerden başka, hangi delil onları ikna edecek?
Peki bu deliller, hangi yargının önüne getirilsin istiyorlar? Kör bir babanın evinde hard disk bulup yüzlerce insanı tutuklayan yargının mı, isim benzerliğinden yanlışlıkla bastığı evde aradığı kişinin belgelerini bulan becerikli polisin eline mi?
Yoksa 2010 KPSS sınavında full çeken onlarca çiftle ilgili 4 yıldır soruşturma açamayan tembel savcılar mı yapsın bu işi?”

GÖKDELEN MI YAşAM ODASI MI?

Neyse... Derdim, “Cadı avı” meselesine girmek değil... Derdim; yıllar boyu “casus değil” denilerek savunulan “Rosenberg çifti”nin, hem de “45-50 yıl” sonra, birer “casus” olduklarının ortaya çıkması!..

Özetleyecek olursak;

“Masum bir genç kız” sanılan Fadime şahin’in, “28 şubat Darbesi” için kullanılan bir “piyon” olduğu, “sadece 2 ay sonra” çıktı ortaya!..

“‹kiz Kulelerin vurulması” olayının da, “Irak’ı işgal etmek için tezgâhlandığı” herkesin malûmu!..

“Masum bir mühendis” olduğu zannedilen Julius Rosenberg de, meğer bir “casus”muş!..

Demem o k i;

“‹yi niyet”lere eyvallah... Hadi, “ihmal”leri, “kusur”ları da anlayışla karşılayalım... Peki, “Soma’daki facia”ya gelince; “sabotaj ihtimali” niye gözardı ediliyor, bu ihtimalin dillendirilmesinden bile, birileri niye “rahatsız” oluyor?..

Bir soru daha:

‹stanbul Maslak’ta, “56 katlı gökdelen” yapan, bu gökdelenin “en ucuz daire”sini 1 milyon 350 bin dolara satan, bu parayla madene “5 yaşam odası” kurup, “en az 200 işçinin kurtulmasını” sağlayacak olan ama hiçbir tedbir almayan Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’a tek lâf etmeyip, “Soma’daki acıdan Erdoğan’a istifa çıkartmak” isteyenler, acaba  neyin peşindeler?..

Adamlar diyor ki;

“Trafoda patlama yok!.. Yangın trafodan kaynaklanmadı... Ocakta hiçbir anormallik yoktu... Metan gazı ve oksijen sensörlerinde de bir anormallik yoktu... Biz, 20 yıldır böyle bir olay görmedik!”

Peki, bütün bunlar olmadıysa, “ne oldu” o madende?.. “Grizu” yok, “anormallik” yok, “patlama” yok!.. O halde, 300 civarında işçi, “kendiliklerinden” mi öldü?..

Bu durumda, bir “sabotaj” ihtimali, niye gözardı edilsin ki?..

O maden, herhalde durduk yerde patlamadı!.. Bir “el” olmalı!..

İNŞALLAH YANILIRIM!

“Casus”lar, “piyon”lar ve “tezgâh”lar nasıl bir gün ortaya çıktıysa, 77 milyon insanı acıya garkeden “maden faciası”nın altında da bir “katakulli” olduğu elbet bir gün ortaya çıkacaktır!..

Umarım fazla beklemeyiz!..

Bakalım o zaman; “Katil Erdoğan” diyeningiliz medyası, “Tayyip Cehenneme git” diyen Alman Der Spiegel dergisi ve onları izleyen “Gülen medyası” ne diyecek?..

Halk TV’ye telefonla bağlanıp, “faciada şehit olan işçiler” için; “O işçiler için bu kaza normaldir!.. Hatta müstehaktır” diyen Yılmaz Özdil’ler ve “Erdoğan istifa” diye böğüren “Gezi Zekâlı” taifesi acaba ne diyecek?..

Hep birlikte göreceğiz!..

Keşke, yine haklı çıkmasam!..

Anadolu halkı “Tanrı Misafiri”ne yamuk yapmaz!

“Maden sahipleri, yöneticileri ve müdürleri” ile ilgili “eleştiri”leri, “iddia”ları, “bilgi ve belge”leri kesinlikle gözardı etmiyor, “bağlantılarını” da titizlikle araştırıyorum... Ne var ki, bu iddiaların “tamamı doğru” olsa bile, bunların, hiç olmazsa; “son madenci ocaktan çıkarıldıktan ve naaşı toprağı verildikten sonra” konuşulması, tartışılması ve “hesabının sorulması” gerekirdi!..

Ama, öyle olmadı... “Soma’daki acıdan yeni bir Gezi kalkışması” çıkarmak isteyenler, “leş kargaları” gibi üşüştüler şehre... Kimi İstanbul’dan, kimi Ankara’dan, kimi Bursa ve İzmir’den gidip, “provokasyon” çıkarmaya yeltendi... “Somalı’nın acısını dindirmeye” değil, “eylem”ler yapıp, “kendi kuyruk acılarını dindirmeye” çalıştılar...

Soma’dan insanlar arıyor... “Bizim şehrimize Cumhurbaşkanı gelmiş, Meclis Başkanı gelmiş, Başbakan gelmiş, muhalefet liderleri gelmiş... Bizim acımızı paylaşmaya gelmişler” deyip, ekliyorlar: “Her şey bir yana; onlar Tanrı Misafiri’dir... Onlara yamuk yapmak, onları protesto etmek, bizim ne haddimize... Olayı provoke edenler Soma halkı değil, dışarıdan gelen mobil eylemcilerdir.”

Bunun “özellikle bilinmesini” istiyorlar...

Her şeyi tartışalım... Ama, “naaş”lar ortadayken sırası mı?.. Gezi’ciler “azgınlık” edince, herkesin kimyası bozuldu... Durum budur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi