Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Medyada çifte standart, ikiyüzlülük ve yüzsüzlük... Ne ararsan var!

Medyada çifte standart, ikiyüzlülük ve yüzsüzlük... Ne ararsan var!

Herhalde fark ettiniz... Soma’da “maden faciası”nın meydana geldiği 13 Mayıs’tan bu yana, hep “mutedil yayın” yaptık... Manşetlerimizde ve sürmanşetlerimizde, hiç kimseyi “itham” etmedik, mümkün olduğu kadar “eleştirel bir dil” de kullanmadık...

Başlıklarımız ortada:

14 Mayıs:

“Soma’da maden faciası”

15 Mayıs:

“Başımız sağolsun”

16 Mayıs:

“Gün, dua günü”

17 Mayıs:

“Soma’ya dua seli”

18 Mayıs:

“Bu son olsun!”

Elbette; “kaza” değil, “ihmal” değil ve her şey “düzgün” ise, “301 maden işçisinin şehit olduğu” olayda bir “sabotaj ihtimali”nden de söz ettik ve “derin şüphe”leri dile getirdik...

HER ŞEYİN BİR SIRASI VAR!

Peki, niye böyle davrandık?..

Çünkü, “facia”nın ilk günleri, “acının zirvede olduğu günler”di... Bu günler, “birlik, beraberlik ve dayanışma günleri”ydi... Bu günler; “şehitlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına sabır dileme” günleriydi...

Biz de “eleştiri” yapabilirdik...

Ama, sırası değildi!..

Hele şu “yangın” bir sönsün... Hele şu “acı” bir dinsin, hele “yas”ımızı bir tutalım, hele “son şehidimizi” de madenden çıkarıp, onun naaşını da toprağa verelim!.. Kısacası, “şehit”lerimize, “yaralı”larımıza ve “onların yakınları”nın acılarına saygı gösterelim...

Ondan sonra “eleştiri” mi yapacağız... “İtham” mı edeceğiz, “suçlama” mı yönelteceğiz, “hesap” mı soracağız... Hepsini yapalım ama, sırası değil!..

SOMA’DAN DARBE ÇIKARMAK!

Ne var ki;

“Soma’nın acısı”na saygı göstermek yerine, kendi “kuyruk acıları”nı dindirmek için, daha facianın ikinci günü, “leş kargaları” gibi sokaklara fırlayan “siyaset vampirleri”, ne şehitlere saygı gösterdi, ne yaralılara, ne de onların ailelerine!..

Vurdular, kırdılar, dağıttılar!..

Milletin elleri “Soma için duaya” dururken, onlar “TOMA’ların önünde direnişe” durdular!..

“Manipülasyon”lar,

“Provokasyon”lar,

“Ajitasyon”lar havada uçuştu...

Tek amaçları vardı:

λ “7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı’nı tutuklamak isteyen”,

λ “Taksim Gezi Parkı”nda 3-5 ağacın sökülmesini protesto bahanesiyle halkı sokağa döken,

λ “17-25 Aralık’taki kirli operasyon”a, özellikle “yolsuzluk ve rüşvet” kılıfı geçiren,

λ “30 Mart yerel seçimleri” öncesinde “kirli ittifak”lar kuran,

λ  “1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama inat ve ısrarı”nı sürdüren...

Kısacası “Hükümet’i yıkmak” için her yolu deneyen ama her defasında “halk tarafından geri püskürtülen darbe girişimleri” için bu defa da “Soma’daki facia”yı fırsat sayan “Gezi Zekâlılar” taifesi, yine sokaklara indi... Yine “Hükümet istifa” çığlıkları attılar, yine “yalan”lar savurdu...

Türkiye’de “Bremen Mızıkacıları” olur da, Amerikan, İngiliz ve Alman medyası bu “koro”ya hiç katılmaz mı?.. Onlar da, dışarıdan havladılar!..

Evet, tek amaçları vardı:

“Kuyruk acılarını dindirmek!..”

“Erdoğan gitsin” de, “Hükümet istifa etsin” de, “Soma’daki kömür ocağında 301 işçi mi ölmüş” umurlarında bile değildi!..

YILMAZ ÖZDİL’İN FAŞİSTLİĞİ!

O kadar “umurlarında değil”di ki;

Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, geçtiğimiz Cuma günü CHP’nin televizyon kanalı Halk TV’ye telefonla bağlandı ve “Somalı maden işçileri”nin; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Manisa ve İzmir’deki “miting”lerine katılıp, “sevgi gösterileri”nde bulunduklarını hatırlatıp; “Dolayısıyla, o işçiler için bu kaza normaldir ve hatta onlar buna müstahaktır” bile dedi!..

İşte bu Yılmaz Özdil, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın ifadesiyle;

“77 milyon eksi 1”dir!..

Gerçekten de;

77 milyon insan “milletin birer ferdi”dir ama Yılmaz Özdil hariç!..

Çünkü Yılmaz Özdil;

“En koyu faşistten daha koyu bir faşist” olduğunu bir defa daha göstermiştir... “Bir defa daha” diyoruz çünkü Yılmaz Özdil, 25 Ocak 2000 tarihinde, o dönemde “Cem Uzan’ın olan Star gazetesi”nde; gözaltına alınan Salih Mirzabeyoğlu’nun gördüğü “işkenceler”le de alay etmiş, “işkence izleri” için;

“Jandarma koğuşa dalınca uyandı, alnını ranzaya çarptı. Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü... Kalkayım dedi, uyku sersemiydi, dipçiğe gözünü vurdu... Kendini topladı, kapıdaki askılığı görmedi, kulağını taktı... Jandarma hasretle sıkı sıkı sarılınca boynuna kan oturdu... Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti, kaşını yardı... Sağ gözünü dipçiğe vurmuştu sol gözü de copa değiverdi... Diyet yaptığı için az yiyordu, halsizlikten gözaltları morardı... ‘Hoş geldin’ dediği jandarmanın eli, elmacık kemiğine çarptı... Mahkeme öncesi tıraş oldu jilet keskindi, yüzünü doğradı” şeklinde haber yaptırmıştı!..

Aynı Yılmaz Özdil;

“Uludere’deki hava operasyonu”nda ölen “34 Kürt vatandaşı” için de “katır” ifadesini kullanmış, 6 Ocak 2012 tarihli yazısında, aynen şu ifadeleri sarfetmişti:

Sayın kaçakçı... Babası eşek... Anası attır... Eşek, atı becerir, Katır doğar.

At’tan küçük, eşek’ten cüsselidir.

Her ikisinin toplamından kuvvetlidir.

Kromozom sorunu nedeniyle kısırdır.

Ancak, katır ırkı yok edilse bile...

Eşek’lik varoldukça nesli tükenmez.

Kaçakçılık katır’dır.

Yasak aşkın meyvesi.

Kimin kimi, hangisinin hangisini becerdiğinin bi önemi yoktur... Neticede, devlet’le kaçakçı’nın çiftleşmesidir.”

Ve yine, aynı Yılmaz Özdil; Samsun’da “burnuna yumruk yiyen Ahmet Türk” için de, 14 Nisan 2010’da aynen şunları yazmıştı:

“Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı.

Hukuku guguk haline getirirsen...

“Ona göre başka, buna göre başka” işletirsen, olacağı budur.”

ASIL SORULMASI GEREKEN!

Ne ilginç değil mi;

“Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi pek çok kişinin duygularına tercüman oldu” diye yazan Yılmaz Özdil’e, en büyük destek Ertuğrul Özkök’ten gelmiş ve 15 Nisan 2010 tarihli yazısında, ondan “olağanüstü zekâ” diye bahsetmişti!..

Böyle Yayın Yönetmeni’ne,

Böyle yazar!..

Hürriyet alsın, hayırlarını görsün!..

Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’in; “otomobil camlarını kırdığı, Başbakan’a ve kendisine küfrettiği, üstelik kravatını çekip darp etmeye yeltendiği” için bir provokatöre “tekme” savurması karşısında yeri-göğü inletenler; Ahmet Türk’ün burnuna inen yumruk için “adaletin tokmağı” diyen, Kürt vatandaşlara “katır” diye hakaret eden Yılmaz Özdil’e hiçbir tepki göstermemişse; “seviye yoksunu çukurlar”a diyecek hiçbir sözümüz yok!..

Tüm bunlara rağmen; Sabah gazetesi ile birkaç gündür “Soma polemiği”ne giren Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, dün, maalesef “talihsiz bir yazı” kaleme alıyor ve Sabah’a soruyordu:

“Sahi, orada gazeteci var mı?”

Aslında, Enis Berberoğlu’nun sorması gereken asıl soru şu olmalıydı:

“Hürriyet’te Yılmaz Özdil gibi bir faşist ve onu destekleyen Ertuğrul Özkök gibi gizli bir eşcinsel var!.. Sizde bunlar var mı?”

MÜFTÜNÜN KARISI-2

Söyleyecek söz çok... Kendisine “müftü karısı” olarak ilân edip de “Bar Karısı” olduğu ortaya çıkan CHP’li Gül Taşlı Cenal gibi, Soma’daki mezarlıkta “provokasyon” yapan 2 kadının da “işçi yakını” değil, “Türkiye Komünist Partisi üyesi” çıktıkları meselesi var!.. Gezi Zekâlı taifesi “ambulans tekmelerken”, yaralı bindiği ambulansta “Çizmelerim kirli, çıkarayım mı?” diye soran edep timsali maden işçisi Murat Yalçın var... “Maden Ocağı sahibi Alp Gürkan’a hesap sormak” yerine milletin yüreklerini fetheden Enerji Bakanı Taner Yıldız’a “İstifa edecek misiniz” diye soru sorma küstahlığında bulunan “avukat müsveddeleri” var!..

Var oğlu var da, bugün; “facianın 2. gününde Soma’ya giden Başbakan’ı istifaya çağıran güruh”; acaba 1992’de Zonguldak Kozlu’da meydana gelen ve “263 işçinin öldüğü” grizu faciası esnasında, “Facia bölgesine bile gitmeyen Başbakan Süleyman Demirel ile Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye niye hesap sormamış, onları niye protesto etmemişti?.. O zaman niye yollara dökülmemişlerdi?..

Dedik ya, soru çok...Ama, yerimiz yok...

Bu haftalık da bu kadar...

Selâm ve saygılarımızla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi