Aleviler Kıvrıkoğlu'nu öldürmek istemiş!

Aleviler Kıvrıkoğlu'nu öldürmek istemiş!
Sayın Kadir MISIROĞLU Beyle 27 Mayıs’ı ve anılarını konuşuyorduk, yazı dizisinin son bölümüne kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sayın Mısıroğlu tevkif edilecekti, aranıyordu, kendisi Bursa’ya gelmişti. Sözü sahibine teslim edelim.

BİLMEDİĞİMİZ NELER VARMIŞ 3 

Bursa’ya Yeni Hayat Oteline gittik, bir banyo yaptık, Veysel’in yeri denilen bir çay bahçesinde çay içtik. Gelenler oldu sohbet ettik, gece on iki oldu, otele döndük. Bir gece yatmak nasip olmadı. Sivil polisler gelmiş. Sahi ilk otele geldiğimizde o arkadaş dedi ki: “otele gerçek kimliğini verme, benim hüviyetimi ver ” dedi. Bende dedim ki, beni taa Bursa ‘da da arıyorlarsa, yaptığım bir şey yok ya, işi büyütürüm, ilanihaye kaçacak değilim ya, gerçek hüviyetimi verdim. Meğerse bütün Türkiye’de aranıyorum.  

Gece saat on ikide otele geldik. Otelci: “aha geldi” dedi. Kim bunlar? Dedim, baktım sivil polis. Gittik emniyete, Adnan Çakmak diye de bir Emniyet Müdürü var orada, daha evvel İstanbul’da bulunmuş, Mareşal Çakmağın yeğeniymiş. Emniyet Müdürüne telefon ettiler geldi. Allah için, bana o kadar iyi davrandı ki, o kadar güzel muamele etti ki: “Ben İstanbul ‘da da çalıştım seni biliyorum, sen sağlam, samimi bir Müslümansın,” dedi. Arka cebinden bir takke çıkardı “ bak bende namaz kılıyorum, seni İstanbul istiyor bizim elimizde bir şey yok, istersen sen gel bu gece, benim evde misafir ol, sabah polislerle gelirsin,” dedi. Yok istemem dedim, “benim bir oğlum var senin çeyreğin olsa onu altınla kaplarım” diye güzel şeyler söyledi. “Yok ben burada kalırım” dedim, sandalye üzerinde sabahladım.

Sabah mesai ye geldi bir eskort, iki polis beni Yalova’ya gönderdi. Polisler, sonradan biri istihbaratta, İsmail Hakkı diye bir polis, sonradan Almanya’ya geldi, hayat boyunca Müslümanları takip etmiş, sonra Almanya’ya geldi, sıkı Müslüman oldu, camii açtı falan. Bunlar araba konuşuyorlar “ işte bizim mesleğimiz iyi idi ama bu Mümin Yamanoğlu perişan etti falan, konuşuyorlar. Bende onlara dedim ki: “ siz herhalde Yassı adaya beni şahit diye giden biri zannediyorsunuz,” “değil misin?” Diye sordular.

“Hayır ben suçlu olarak gidiyorum “ dedim. İstanbul örfi idaresine götürülüyorum, dedim. O zaman plağı çevirdiler, anlaşıldı ki o İsmail Hakkı denilen istihbaratçı, NECİP Fazıl Kısakürek’in peşinde gezmiş, Osman Yüksel Serdengeçti’nin peşinde gezmiş, benim kadar onları tanıyor. Her şeylerini biliyor. Sivil olarak takip etmiş, sonra Almanya’ya gitti Dhramşat’ta camii açtı, orada oturup konuştuk.

Neyse dönelim, bizi Yalova’dan vapurla karşıya verdiler, Kartal’da sekiz polis beni bekliyor, o zaman polisler bir suçlu yakalayalım da, bir rütbe kazanalım, diye bakıyorlar. Beni örfi idareye götürdüklerinde böyle dizildiler, mükafat bekliyorlar. Bu benim başımdan iki defa geçti, 12 Eylül muhtırasında da 27 Mayıs da. Neyse, bizi harbiye de, bir hücreye tıktılar, yolda sigara içmek istedim polisten çakmağını istedim verdi, geri iade etmek istediğimde “ sende kalsın dedi, ihtiyacın olur” analdım ki uzun kalacağım, gelirken ban şunu demişlerdi, “ Refik Tulga seninle bir görüşmek istiyorlar o kadar,” halbuki Refik Tulga’ya gitmedik, doğru harbiye ye gittik. Harbiye’nin bahçesinde bir ahır gibi bir yer vardı, şimdi yıkıldılar, hangar, onun içine yüz numara kabini yapmışlar, hani belediye yüz numaraları vardır ya, bir koridor, sağlı sollu kabinler... Bunu içine elli yüz numara kabinesi kadar kabinler yapmışlar. Beton, kapısında sigara paketi kadar pencere var, mandallı dışarıdan, açıp bakıyorlar öldün mü kaldın mı diye. Ampul dışarıdan yanıp sönüyor, müdahale edemezsin. 24 saat yanıyor kabinler nasıl yaş, ben orada romatizma kaptım.

Orda gördüğüm çok sahne var, sadece bir ibretlik vaka anlatayım çok ilginçtir. Biz oradan Balmumcuya gittikten sonra Eczacıbaşı’nın kardeşi Vedat iki üç adamıyla oraya getirildi, bu Vedat niye getirilmiş. Sonradan öğreniyorum, meyhanede adamlarını toplamış bir ziyafet veriyor, bu arada Milli birlik komitesinde ( bak bu bilinmez) Şükran Yurdakuler diye bir subay var, o meyhaneye sivil gelmiş, bir aşufte karıya asılmış, kadında zengin diye Vedat Eczacıbaşı’nın sofrasına gitmiş, bu Subay’a iltifat etmemiş, bu buna içerlemiş. Az sonra Vedatgil “Adnan senin şerefine” diye kadeh kaldırmışlar, Adnan Vedat’ın muhasebecisi, ben sonra onu çok iyi tanıdım, başında bere yüzü yanık, bir genç… Adnan onun adı, fakat bu Yurdakuler, Adnan Menderes’in şerefine kadeh kaldırıyorlar diye, kullanmak istemiş, veya öyle zannetmiş. Hemen gidip bir telefon kulübesinden telefon etmiş ben Yurdakuler Milli Birlik Komitesi üyesiyim falan yerde falan adamlar Adanan Menderes’in şerefine kadeh kaldırıyorlar. “Hemen bir baskın, bunları cümbür cemaat Balmumcu’ya getirdiler.

Bu hücredeyken başımızda iki asker vardı, bende daha evvel tanıdım, birisi Karslı bir aleviydi, biride Ispartalı biriydi o Ispartalı bize oldukça müzahir davranıyordu. Ama oradaki sıkılığı anlatmak şimdi… Geçelim. O alevi çocuğa bu Vedat artist resimleri vererek, rüşvet vererek, görüşme yasak, irtibattan men, bir Allah kulu görmedik orada kaldığımızda avukatla bile görüştürmediler. Sadece karavana gelirse başında bir astsubayla belki… Kaşıksız bir tabağa çorba, kaşık yok intihar edersin. Kaşık yok, çorba koyarlar. Neyse bu Vedat dışarıdan haber alıyor, Vedat hapiste iken bir çocuğu oluyor, bu Vedat benim çocuğum oldu ben burada hapisteyim diye kederleniyor, o alevi askere bir uyku hapı gibi bir ilaç aldırıyor. Bir avuç içiyor, Vedat hastaneye kaldırılıyor ve ölüyor. Ben Balmumcu’dan çıktım, Beşiktaş’dayım nişanlıyım, gazete okuyorum, aa Vedat ölmüş, ve Şişli’den cenazesi kalkıyormuş, hemen abdest aldım cenazeye yetiştim. Ama gayri ihtiyari bu haberi görür görmez “aptal herif ulan hapistesin, ama bir oğlun oldu, bu sıkıntı ile bu sevinci dengelesene, ne üzülüyorsun, oğlun oldu,” diye kınadım, hiçbir şeyi kınamayın, aynı şeye ben maruz kaldım, Vedat öldü. Öyle çok adamlar var ölen alt kademenin neler yaşadığı bilinmiyor. 27 Mayısta yaşanan işte Menderes asıldı Namık Gedik binadan aşağıya atıldı, biliniyor ama halkın neler yaşadığı bilinmiyor. Halbuki halktan çok ölen oldu, mesela bir şoförle hapis yattım, rezillik… “Neden buradasın?” dedim.

“Ya bir şoför arkadaşla münakaşa ettik, bana kızdı, telefon etmiş, Cemal Gürsel’e küfretti dedi, halbuki Cemal Gürsel, ne aklımda idi ne dilimde,” buradayım. 

Bir gurup hapisteydi, Tahtakale’de çaycı, , onların hikayeleri de müthiştir, hiçbir şeyle alakaları yok, biri demiş ki, “Cumartesi günü mukabil ihtilal olacak, fazla ekmek alalım, Pazar günü sokağa çıkma yasağı olur.” Bunları dedi, diye çaycıyı almışlar, müşterisini almışlar, bitişiğindeki Nalıncı’yı almışlar, köyden heybesi ile geleni almışlar, tam on altı kişi…

Balmumcu’da bir gurupla daha yattık ki suçları ne biliyor musun? Bunlara tünelci deniliyor Yenikapı’da bir sahil gazinosu vardı, Çakıl Gazinosu denilen bir yer vardı, burada konuşurken biri demiş ki bizim Karadenizli “ ha bu denizin altından bir tünel yapsam da Yassıada’ya gitsem Menderes’i kurtarsak” bunları on beş-yirmi kişiyi, tüm kahve cemaatini tevkif ediyorlar. Bunların adı tünelci oldu, bunları tevkif edenler düşünemiyor mu Yenikapı’dan halktan insanlar Yassıada’ya kadar tünel açsın, olacak şey değil, ama hayır bunlar sizin Menderesin lehinde bir hissiyatınız var, aslında ona ceza veriyorlar. Bir adamı sevmeye ona muhabbet beslemeye ceza veriyor. Yoksa oda biliyor ki, oradan oraya tünel mi kazılırmış. Böyle adamlarla yattık.

Şimdi 71 muhtırasından sonra ben Eskişehir’de yattım, macera uzun. Cezam tasdik edildi, hani ümit kesilen hastaya doktor: “ne istersen ye” der ya, o kabilden bana dediler ki, “ ne istersin?” tek yatıyorum hücre hapsi verdiler. Bende dedim ki beni şu Nurcuların koğuşuna koyun, dosya temyizden gelir gelmez artık sivile gideceğim onlardan iş çıktı, son günler, istediğimi yapıyorlar. O Nurcuların koğuşu da, öyle tıka basa bir yer ki, kapı açılıyor, kapının önüne bir divan uydurdular, ben orada yatıyorum. Bir gün çavuş geldi cama vurdu, “ Kadir Ağbi! Kadir Ağbi! Bir oğlun oldu,” dedi, ben Vedat’ı kınadığımı hatırlamadım, ben birden alal gibi oldum, sevineyim mi, üzüleyim mi? Selman doğdu, o nurcularda (oldu)yu, öldü anlamadı mı, geliyorlar “ağbi başın sağ olsun” diyorlar. “Ya neden başım sağ olsun, oğlum ölmedi oldu” diyemiyorum, dilim tutuldu, meğer Vedat’ı kınadığımdan… Az sonra postacı gene geldi, “yahu ağbi gelsene” çağırıyor, bahşiş alacak, on beş dakika yatağımdan doğrulup kalkamadım, bunu yaşamayan bilmez. Bir daha geldi bunun üzerine kalktım telgraf aldım mukabili telgraf yazdım ücretini iki misli ödedim. Aynı şeyi yaşadım kimseyi kınamayın ben intihar etmedim ama üzülmekle sevinmek arasında mütehayyir kaldım, odunlaştım. Bu kadar anı yeter mi?

Rukiye Yıldız Erdoğmuş:

-Hocam teşekkür ederim 27 Mayısı yaşayan canlı şahit olarak, çok ufuk açıcı şeylerden bahsettiniz, müsaade ederseniz çok merak ettiğim bir şey var, sorabilir miyim? 

-Buyur?

-Estagfirullah, hocam o dönemde tüm dünya özellikle Müslüman ülkeler kaynıyordu, Amerika Rusya’ya karşı Müslümanlarla birlikte olma felsefesini değiştirmiş, Müslüman ülkelerle uğraşır olmuştu. Aynı dönemlerde Kennedy öldürüldü, sadece Türkiye değil pek çok Müslüman ülkede ihtilaller yapıldı, işte Pakistan bunlardan biriydi, yani bu 27 Mayıs İhtilali’ndeki Amerika ve diğer dış güçlerin ne kadar rolü vardı burayı anlatır mısınız?

-Yani bunu, buna bağlayanlar var, Menderes Amerika’dan 500 milyon kredi istedi, reddoldu, bu sefer Rusya seyahati planladı, Rusya’dan kredi isteyecekti, Amerika’ya mutlak tabii iken Amerika Rusya ile görüşmesinden rahatsız olup bu ihtilalcilere yeşil ışık yakmış diyenler var. Bu böyle (fer)i sebeplerde rol oynayabilir ama benim dediğim, iman küfür kavgası da, var. Bunlar İslam’ın belinin doğrulmasından duyulan rahatsızlıktan başka, kabili izah değildir. Kamil sebep budur, asli sebep, budur ona inzimam eden başka sebeplerde olabilir, şu gün değil de, bu gün yapılması gibi, yahut bir ecnebinin buna muvafakatı gibi ama ben buna çok ihtimal vermiyorum. Çünkü: Türkeş’in beyanatı “ Nato’ya Sento’ya bağlıyız” sen Amerika seni kullandıysa sen sabahtan akşama kadar “Nato’ya Sento’ ya bağlıyız” diye bağırmak mecburiyetinde hissetmesin kendini, çünkü onun adamı olarak yapıyorsan, tabii olarak yapıyorsun. Bir şeyi nef ihtiyacı onun olma ihtimaline mukabildir. İşte “korkma” sözü de böyledir. Korkmaya mahal olduğu zamanlar, “korkma” sözü bir mana ifade eder. Durup dururken olmaz. Senin Nato’ya Sento’ya bağlığından şüphe edildiğinde bunu ortadan kaldırmak için, Nato’ya Sento’ ya bağlıyız demenin manası olur. Ben bundan bunu çıkarıyorum da, “Türkiye Rusya’yı anlayacaktı da, Amerika yaptırdı” sözü bana makul gelmiyor. Eğer böyle bir sebep olsa bunlar böyle bağırmazdı. 
Buna başka bir delilim daha var, radyo ihtilala günü bağırmaya başladı, her gün Behçet Kemal Çağlar, her cümlesi küfür, her cümlesi İslam’a hakaret, sabahtan akşama kadar bağırıyordu. Bu ne demek? İhtilal onu beğendi, onu sözcü olarak getirdi, Demokrat Parti ye, Kemalizm adına bir isyan, Kemalizm adına bir muhalefet Behçet Kemal aylarca konuştu, bıktık usandık “Tanrı diye taptığınız ne varsa, hepsi ondan feyz aldı….” bu istikamette laflar, Behçet Kemal’in günlerce yaptığı bu konuşmalar bile gösterir ki, milletin rey silahı Demokrat Parti, İslamın gasb edilmiş hakkından birkaç damla geri alınmasına duyulan nefrettir. Öteki sebepler talidir.

Rukiye Yıldız Erdoğmuş:
-Peki sayın hocam, bu bağlamda, biraz farklı bir kulvarda bir soru sorsam… Suriye’deki BAAS rejimini biliyoruz, onların yaptıklarını, baskı ve oyunlarını biliyoruz. Bizdeki ihtilaller de işte Alevi-Mason-Ermeni birleşmesi mi idi? Açıkca söyler misiniz? İç mihrak olarak olayın perde arkasında kimler vardı?

Kadir Mısıroğlu:
-Hayır, Alevi ihtilali Kıvrıkoğlu zamanında planlanmıştır. Çok tafsilatı var. Kıvrıkoğlu'nu mani gördüler dindar bir adam olmasa da Sünni menşeli diye, ona suikast yaptılar. Kıbrıs’ta o önündeki su bardağına eğildi, arkasındaki bir Albay öldü. Bunun, Alevi ihtilali yapmak isteyen ordudaki subayların aynen Suriye’deki gibi bir idare için yapıldığı, bir Alevi cuntanın işi olduğu anlaşıldı, bir çok adam derhal ihraç edildi. Ondan sonra da her Otuz Ağustosta bu tür adamları ihraç etti ve bu iş akamete uğradı.

Rukiye Yıldız Erdoğmuş
-O zaman 27 Mayıs’ta Alevileri elersek, hangi gurupların rolü vardı? 
-Masonların rolü olmuştu, ama sadece onlar yaptı diyemem, din karşıtı bütün güçler… Çünkü altmış ihtilaline kadar orduda mason yoktu. Asker söz sahibi değildi 60 ihtilalinde masonlar gözlerini açtılar. Orduya masonlarını soktular. Bunun bir misalini vereyim sana: İstanbul Belediye Başkanlığına bir Albay koydular sonra General oldu. Fethi Gemuhluoğlu o benim ihvanımdı diyor. Sonra o General oldu, emekli oldu, biz onun adını bile mason listesinde gördük. Hatırlamıyorum belki bunları hatıralarımda yazmışımdır. Hatta ben hapsedildiğim zaman… Ah bu korkaklık, ne melun şey, Rıfat soy adı neydi? Boynukalın, vakıflar bölge müdürü oldu, Rıfat diye biri işte, İskenderpaşa cemaatinden, onu çağırmış, Refik Erensu… Gemuhluoğlu dedi ki: “bu benim ihvanım seni, görüştüreyim de, ikide bir seni tevkif etmesinler” dedi. 

Ben hücreden çıkınca Cumaya İskenderpaşa’ya gittim, o zaman ülke nüfusumuzda az kırk milyon civarında, İstanbul da bir milyon falan, herkes “geçmiş olsun” diyor, bu Rıfat’ta beni bir tarafa çekti, Rıfat Tandoğan, dedi ki: “ ya bizim başkan, beni çağırdı seni sordu, nasıl biri diye tanıyor musun?” diye. Hani ben Müslüman biri diye bilinince ona soruyor, bu da bana dedi ki “ kusura bakma seni tanıdığımı söyleyemedim, Fethi Gemuhluoğlu’nu gördüm Şefik Erensu ile görüştürecekmiş Şefik Erensu sorarsa burada Rıfat Tandoğan diye biri var, tanıyor musun? Derse, ‘tanıyorum’ deme de, benim yalanım açığa çıkmasın” dedi.

Tokat atsam değmez, bir tiksindim. Sen nasıl bir Müslümansın Camii kapısında söylediğine bak, adam belki Müslüman biri ise faydam olur diye soruyor, belki sen bunu söylemiyor birde utanmadan yalanına, benimde yalan söyleyerek dahil olmamı istiyorsun. İşte böyle Müslümanlar köle olmazda ne olur.

Sonra Şefik Erensu’yla görüşmedim ama Abdulvahit Erdoğanla görüştüm. Şehzade başında küçük bir matabba çalıştıran bir vardı, onun arkadaşı idi, onula görüştüm. Emniyet müdürü ile görüşeceğim, içeri girdim çıkamıyorum, “tavsiye ile geldim” diyorum görüştürmüyorlar. Birinci şubede biri vardı Siirtli Fuat diye biri vardı, “Fuat binbaşı arkadaşın tavsiye kartı ile geldim ne görüştürüyorlar, ne bırakıyorlar” dedim.

“Gel benimle” dedi, beraber girdik Albayın odasına… “Müdürüm ben gidiyorum dedi. Bu arkadaşı Hafız Naci göndermiş size, Kadir Mısıroğlu” dedi ve çıktı. Ama o Albay bana dişlerini sıkıp, “vay sen misin? Kadir Mısıroğlu sen misin?” dedi. Kinle baktı, yanında da bizim fakülteden bir kız var, bu kızda bana nasıl asılmış bir kız biliyor musun? Yakamı zor kurtardığım bir kız. Bu kız: “bir dakika Albayım, ben Kadir Mısıroğlu’nu fakülteden tanıyorum, fevkalade dürüst biri, vatansever, biri” dedi. O kız beni kurtardı. Albay gevşedi, “Naci’yi bilirim, ama gericilere karşıyım falan” dedi. Cahilane bir lakırdı… Ben yurdun telefonunu verdim, yakalanan hemen beni soruyor, ben işimin başındayım hemen beni emniyete çekiyorlar. Hasılı çok şey yaşadım.

Evet, sayın Mısıroğlu çok şey yaşamış, tarihi ehemmiyet arz eden pek çok vakanın tanığı ve şahit olduğu olayları korkusuzca anlatan mert bir şahsiyet. Yazının ilk bölümünde dediğimiz gibi, tam bir Osmanlı beyefendisi. Teşekkürler müşahit olarak aktardığınız bilgilere teşekkürler yüreğinizdeki, din vatan sevgisine, teşekkürler onca hapis, sorgulama, meşakkatten, sonra çekinmeden her şeyi anlatabilmenize. Var olun, Sayın Kadir Mısıroğlu…

Rukiye Yıldız Erdoğmuş/habervaktim.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.