Hüsnü Aktaş Hoca’dan Çarpıcı Açıklamalar

Hüsnü Aktaş Hoca’dan Çarpıcı Açıklamalar
Hüsnü Aktaş Hoca: “İlluminati Çetesi’nin kontrolünde olan ‘Oropo’ kampı, yeryüzünde çıkarılacak olan fitne ve fesadın planlandığı bir kamptır”

Vahdet Vakfı Başkanı, Fıkıh uzmanı Hüsnü Aktaş Hoca, Akit Ankara Temsilcisi Yener Dönmez’e çarpıcı açıklamalarda bulundu. Aktaş Hoca, Gezi eylemleri ile 17-25 Aralık girişimleri arasında direk bağlantı olduğunu kaydetti.

İnternet ve sosyal paylaşım sitelerinin günümüzde birer ‘psikolojik harp’ unsuru olarak kullanıldığını belirten Aktaş Hoca “İlluminati Çetesi kontrolünde olan Oropo kampı, yeryüzünde çıkarılacak olan fitne ve fesadın planlandığı bir kamptır” dedi.

Dönmez’in soruları ve Aktaş’ın çarpıcı cevapları şöyle:

“GEZİ VE 17 ARALIK BİRBİRİNİN MÜTEMMİM CÜZÜDÜR”

Yener Dönmez: Gezi süreci ve 17-25 Aralık Operasyonları sizin için ne ifade ediyor?

Hüsnü Aktaş: Taksim-Gezi Parkı direnişinin ve 17-25 Aralık tarihlerinde yapılan operasyonların bir değil, birden fazla sebebi vardır. Son yarım asırdır ülkeler arası savaşlar azalırken, ülke içi çatışmalarda hızlı bir artış görülmektedir. Yani devletler artık birbirleriyle savaşmıyorlar. Buna mukabil bazı ülkelerde birbirlerinden farklı olan gruplar, (etnik, dini vs) birbirleriyle mücadele etmeye devam ediyorlar. Dünya Bankası’nın, iki yıl üzerinde çalışarak hazırladığı ‘İhtilâf, Güvenlik ve Kalkınma’ raporuna göre; “dünya nüfusunun yaklaşık dörtte biri,  terör ve şiddetten muzdarip bir halde yaşamaya mahkûm edilmiştir.” Bu insanların büyük bir çoğunluğu fakir ülkelerin vatandaşlarıdır. Yani terör ve şiddet, daha çok geri kalmış ülkelerde görülen bir hadisedir.

TERÖRDE KAYIP BATILIDA YÜZDE 20, DOĞULUDA YÜZDE 80

Terör problemi olan ülkeler, son yirmi beş yılda yüzde yirmi oranında fakirleşmiş durumdadırlar. Son on yılda, terörden hayatını kaybedenlerin yüzde sekseni,  Batı dışındaki ülkelerin vatandaşlarıdır.  Herhangi bir ülkenin ‘terörle mücadele’ etmeye mecbur olması,  yaklaşık otuz yılına mal olmaktadır, yani otuz yıl yerinde saymaktadır. Ticaretinin eski seviyelere ulaşması, tam yirmi yılını aldığı görülmektedir. Ayrıca ihtilaf ve çatışmalar uzun bir süre devam edince, durdurması da kolay olmamaktadır. Zira günümüzdeki siyasi ihtilafların çoğu, geçmişte yaşanan siyasi hesaplaşmaların bir hülâsasıdır. Dünya Bankası’nın hazırladığı bu raporda; terörün sebebleri ve vesileleri bir kenara bırakılmış, sadece neticeleri tahlil edilmiştir. Taksim-Gezi Parkı’nda yaşanan hadiseleri analiz eden bazı siyaset uzmanları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hataları, üslûbu ve ‘ben yaptım, oldu’ şeklindeki müstağni anlayışı üzerinde durmaktadırlar.  Dikkatlerin tek bir noktaya, hatta tek bir kişiye yöneltilmesi ve ısrarla ‘Erdoğan’ın diktatör tavrı yaşadığımız kaosun sebebidir’ algısının oluşturulması, kusursuz bir propaganda faaliyetidir. The Guardian Gazetesi’nin ‘ Ağaçları korumak için başlatılan eylemler, baskıcı bir rejime karşı direnişin tohumlarını atmıştır’ şeklindeki yorumu, bu propaganda faaliyetinin en güzel delilidir. New York Times yazarı Thomas Friedman; Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın ‘zorba görünümlü modern bir sultan gibi davrandığı’ tezini ileri sürmüştür. O tarihten bu yana çevreci sosyalistlerin, anarşistlerin, Kemalistlerin, ulusalcıların, liberal aydınların ve anti-kapitalist Müslümanların (!) hep bir ağızdan Başbakan için ‘diktatör’ suçlamasına devam ettikleri malûmdur. Hatta Başbakan Erdoğan’ın ‘diktatör’ ilân edilmesini yeterli bulmayan CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün gibi politikacılar; tweetlerinde Başbakan’a “O…Çocuğu’ diyebilmiştir. Kendisini ‘Ben müftü karısıyım’ diye takdim eden, daha sonra CHP üyesi olduğu ve bar işlettiği ortaya çıkan bir kadının ‘Ulusal Kanal ve Halk TV ekranlarında’ yapmış olduğu propagandanın keyfiyetini ifade edebilecek kelimeleri bulmak kolay değildir. Taksim-Gezi Parkı direnişinin ilk günlerinde CNN Televizyonu’nun savaş muhabirlerini görevlendirmesi, ABD’de faaliyet gösteren Musevi Lobisi’nin ve Illuminati Çetesi’nin İstanbul’da yaşanan hadiselere müdahil olduğunu göstermektedir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile bir araya gelen Taksim Platformu Sözcüleri’nin televizyon ekranlarına yansıyan üç talebini hatırlamakta fayda vardır. Birincisi: Yapılması düşünülen üçüncü hava alanı projesi derhal iptal edilmelidir. İkincisi: İstanbul Boğazına yapılmak istenen Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden vazgeçilmelidir. Üçüncüsü: Kanal İstanbul projesi iptal edilmeli ve yapılmayacağına dair söz verilmelidir. Eğer 25 Aralık Operasyonu hedefine varsaydı, bu projelerin gerçekleşmesinde görev alan bütün iş adamlarının tutuklandığına şahit olacaktık! Demek ki  ‘Gezi Parkı Direnişi ve 17-25 Aralık Operasyonları’ birbirinin mütemmim cüzüdür.

İSLAMCILAR ARASINDA BİR KAVGA YOK

Bu tesbitten sonra, AK Parti ile Hizmet Camiası arasında yaşanan mücadeleye geçebiliriz.  Halkı Müslüman olan ülkelerde; İslâmi hareketlerin temel çelişkilerinden birisinin fıkhî anlamda cemaat olmak ile modern anlamda siyasi parti olmak arasında yaşandığını söylemek mümkündür. Değişik baskılara maruz kalan cemaatler; yürürlükteki mevzuat sebebiyle,  sivil toplum  (STK) formatına uygun kuruluşları ön plâna çıkarmışlardır.  Bu kuruluşların önemli kısmı iktisadi alanda faaliyet göstermeyi, siyaseti belirlemek yerine siyasete pasif destekle varlığını sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Sosyal hayatta ise birer STK muamelesi görmeyi arzu ettiklerini gizlemek mümkün değildir. Son aylarda yaşanan siyaset, cemaat/camia ve STK ilişkisine dair krizin, değişik açılardan tahlil edilmesi gerekir. Bir tarafta  ‘devlet askeri vesayetten kurtuldu’ gerekçesiyle devlete itaati esas alan ve herkesin kendi sınırlarına çekilmesini isteyen Ak Parti iktidarı, diğer tarafta ise siyasi risk almadan devlet yönetimine ortak olmayı arzu eden (kendi ifadelerine göre) hizmet camiası! Mütrefin zümresinin çıkarlarını savunan medya organlarının bu mücadeleyi ‘İslâmcılar arasında yaşanan bir kavga’ şeklinde takdim ettiğini gizlemenin bir manası yoktur. Halbuki İslâmcılar arasında yaşanan bir kavga değildir.

“ARAP BAHARI, İNSAN FITRATININ ORTAYA ÇIKARDIĞI BİR İSYANDIR”

Yener Dönmez: Arap Baharı ile birlikte İslâm coğrafyasındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Batı ile Doğu arasındaki güç dengesi hangi istikamette gelişiyor?

Hüsnü Aktaş: Halkı Müslüman olan ülkelerde yaşanan siyasi mücadeleleri tahlil ederken, hem totaliter-saltanat kültürünü, hem de Batı’dan ithal edilen politik-ideolojik tercihleri dikkate almak gerekir. Bu ülkelerde adaleti hafife alan ve İslâm Fıkhı’nı mahkûm etmek için ellerinden gelen gayreti sarf eden politikacılar, bürokratlar ve aydınlar, kendi halklarına ihanet etmişlerdir. Tağuti-totaliter iktidarların işledikleri cinayetleri, kelimelerle ifade etmek kolay değildir. Büyük mütefekkir İbn-i Haldun, asırlar önce adaleti hafife alan ve insanlara zulmeden iktidar sahiplerinin zararlarını ifade ederken şöyle demiştir:” İktidar sahiplerinin adaleti hafife almaları ve zulmetmeye başlamaları, teb’aları için büyük bir felâkettir. Böyle bir siyaset anlayışı, insanın fıtratı için zararlıdır. Hükümdar, ahalisini şiddetli cezalara çarptırsa, insanların ünsiyet duyguları kaybolur. İnsanlar yalan söylemeye, tuzak kurmaya, hile yapmaya ve bu sayede sultanın/devletin zulmünden kurtulmaya gayret ederler. Devletin zevali, hukukun ve ahlakın ortadan kalkmasıyla başlar.”  Müsteşriklerin ‘Arap Baharı’ adını verdikleri halk ayaklanmalarını tahlil ederken, İbn-i Haldun’un bu tesbitlerini dikkate almak gerekir.

FITRATIN ÇIKARDIĞI BİR İSYAN

Arap Baharı, insan fıtratının ortaya çıkardığı bir isyandır.  Dünya sisteminin kurucusu ve koruyucusu olan devletlerin; hem Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmalarını, hem de bu ayaklanmaların muhtemel neticelerini dikkate almamaları mümkün değildir. İsrail’in güvenlik kaygıları, Filistin’in İsrail kontrolünden çıkması korkusu ve en önemlisi de Ortadoğu’da İslâmi hassasiyetlerin harekete geçirilmesi ihtimali, ABD ve müttefiklerinin uykularını kaçırmaktadır. Doğu ile Batı arasındaki güç dengesinin ‘Şanghay Beşlisi’ olarak anılan ülkelerin lehine, ABD ve AB ülkelerinin aleyhine değiştiğini söylemek mümkündür. Haberleşme teknolojisinin gelişmesi ve internet sisteminin yaygınlaşması dünyayı küçük bir köye çevirmiştir.

KAMPLARDA FİTNE VE FESAT PLANLANIYOR

Bu noktada bir inceliğe daha işaret etmekte fayda vardır. ABD ve müttefikleri;  İnternet ve Twitter gibi haberleşme vasıtalarını, propaganda servisine dönüştürmüştür. İnternetin ABD’nin deniz-aşırı istihbaratının bir ürünü olduğunu ileri süren Rusya Devlet Başkanı Putin, “CIA bu projesini geliştirmeye devam ediyor” ifadesini kullanmıştır. Rusya’nın “bir CIA projesi olan internet”ten kendini koruma görevi bulunduğunu belirten Putin, ülkesinin online hakları için mücadele etmesi gerektiğini söylemiştir.Putin’in söz konusu açıklaması Rusya parlamentosunda geçtiğimiz ay kabul edilen internet yasasının  sebebini ortaya koymaktadır.. Söz konusu yasa, yabancı sosyal medya platformlarına serverlerini Rusya’ya yerleştirme zorunluluğu getirmektedir. Yasa ayrıca kullanıcıların son altı aylık bilgilerinin de kopyalanmasını beraberinde getirmektedir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uzun süredir ülkesinin alternatif bir internet oluşturması gerektiğini ifade etmektedir. Arap Baharı, Taksim-Gezi Direnişi ve Ukrayna’da yaşanan hadiselerde internet ve twitter’in belirleyici rol oynadıklarını unutmamak gerekir. İlluminati Çetesi’nin kontrolünde olan ‘Oropo’ kampı, yeryüzünde çıkarılacak olan fitne ve fesadın planlandığı bir kamptır.                                                                                

GEZİ’NİN DE 17 ARALIK’IN DA HEDEFİNDE DEV PROJELER VAR

Yener Dönmez: Hedefleri neydi?

Hüsnü Aktaş: “Taksim-Gezi Parkı direnişinin ilk günlerinde CNN Televizyonu’nun savaş muhabirlerini görevlendirmesi, ABD’de faaliyet gösteren Musevi Lobisi’nin ve Illuminati Çetesi’nin İstanbul’da yaşanan hadiselere müdahil olduğunu göstermektedir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile bir araya gelen Taksim Platformu Sözcüleri’nin televizyon ekranlarına yansıyan üç talebini hatırlamakta fayda vardır. Birincisi: Yapılması düşünülen üçüncü hava alanı projesi derhal iptal edilmelidir. İkincisi: İstanbul Boğazına yapılmak istenen Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden vazgeçilmelidir. Üçüncüsü: Kanal İstanbul projesi iptal edilmeli ve yapılmayacağına dair söz verilmelidir. Eğer 25 Aralık Operasyonu hedefine varsaydı, bu projelerin gerçekleşmesinde görev alan bütün iş adamlarının tutuklandığına şahit olacaktık! Demek ki  ‘Gezi Parkı Direnişi ve 17-25 Aralık Operasyonları’ birbirinin mütemmim cüzüdür”

Yarın: “Laikçiler samimi değil, taktik peşindeler”

Yener Dönmez / Akit

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.