"Esat'la Didişmeye Ne Gerek Vardı"

"Esat'la Didişmeye Ne Gerek Vardı"
Sabah yazarı Emre Aköz "Esat ile didişmeye ne gerek vardı diyenler artarsa şaşırmayın" dedi. Aköz'ün "Suriyeli Dilenciler" başlıklı yazısı şöyle:

Telefondaki hanımın ikilemi, sesine tedirginlik olarak yansıyordu. Bir yandan sorunu vurgulamaya çalışıyor, diğer yandan da "vicdansız kadın" denmesini istemiyordu.
"Tabii ki muhtaç insanlara elimizden gelen yardımı yapmalıyız" diyordu: "Ama bir değil, bin değil... Milyonu çoktan aştı Suriye'den gelenler... Sizce ülkelerine dönme ihtimali var mı?"
İnsanlara umut dağıtan tiplerden değilimdir. "Bir kere savaş sürdüğü sürece gidemezler" dedim: "Bizim zorla sınır dışı etmemiz ise cinayet olur... Hem dönmek isteseler dahi, önemli bir bölümünün evi barkı yıkıldı... Yani gidecek yerleri yok..."
"Yani bu insanlarla yaşamak zorundayız öyle mi" dedi hayal kırıklığına uğramış ses. "Evet, maalesef öyle..." dedim.
Geçen gün ailecek güney illerimizin birine gitmişler... Havaalanından dışarıya adım attıkları an, çok sayıda Suriyeli dilenci adeta üstlerine saldırmış.
Şaşırmışlar, rahatsız olmuşlar, kızmışlar. Çünkü ikilem peşlerini bırakmıyor: Bir yandan yardım etmek istiyorlar, diğer yandan hangi birine, ne yapsınlar?
Telefonu kapatırken muhatabımın sesinde serzeniş vardı: "Biz iktidar partisine oy veren bir aileyiz. Sıkıntımızı yetkililere iletin lütfen."

Temel sorun: İşsizlik
"Tabii iletirim" dedim ama gerek yok ki: Siyasetçiler de, bürokratlar da sorunun farkında... Türkiye'de işsizlik yüzde 9'u aşmışken (ki bu "iş arayanları" kapsayan resmi rakam; bir de anasının babasının emekli maaşına yamanan kronik işsizler var)... Ortadoğu'daki yangın, midesi guruldayanlara yüz binleri ekledi.
Bugünlerde vergi artışlarından konuşmaya başlamamız boşuna değil. Mültecilerin, o da ancak bir kısmına yapabildiği yardımı karşılamak için Ankara, çaresi yok, bize yüklenecek.
Aslında dilenciliğin bile bir piyasası, bir "istiap haddi" (alma, içine sığdırma kapasitesi) var. Dilenci ağalarının nasıl çalıştığını az çok biliyoruz: Dilencileri sabah saatlerinde kazançlı yerlere araçlarla dağıtıyor... Akşam olunca da toplayıp kaldıkları yere götürüyorlar.
Suriyeliler ilk geldiğinde dilenci ağaları ellerini ovuşturmuşlardı: "Oh ne ala... Dilendirecek yeni mallar geldi... Üstelik bunlar aynı işi bizimkilerden daha ucuza yapacaktır..."

Kime, ne vereceksin?
Ancak ipin ucu kaçıyor. Mesela cuma namazından çıkanları, bir dilenci ordusu karşılar oldu. Telefondaki hanımın sıkıntısı, cami cemaatinin de sıkıntısı olmuş durumda: Kime, ne kadar bahşiş vereceksin?
Bıkmadan, usanmadan yalvarmaları bir yana... İçlerinden birine sadaka verdiğin an... Diğerleri de adeta üstüne çullanıyor. Yerli ve yabancı dilenciler yakında meydan kavgasına tutuşabilir.
Öte yandan bizim de "sadaka bütçemiz" sınırlı. Bir verirsin, üç verirsin, on verirsin... Böyle bir izdihamla karşılaştığında, insanın içinden hiç vermeyip, oradan kaçmak gelir.
Dilencilik meselenin küçük bir parçası...
Suriyeli sığınmacılar daha büyük toplumsal sıkıntılara yol açacaktır.
Özetle: Önümüzdeki günlerde IŞİD ve benzeri örgütleri lanetleyip, "Esat ile didişmeye ne gerek vardı" diyenler artarsa şaşırmayın. Neticede çoğu kişi, siyasi kanaatini gündelik yaşamından hareketle oluşturuyor.

Emre Aköz / Sabah

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum