Dini Temalı Programlar İzlerken Nelere Dikkat Edilmeli?

Dini Temalı Programlar İzlerken Nelere Dikkat Edilmeli?
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, televizyonda yayınlanan dini temalı programlar izlenirken 7 hususta dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Altıntaş, medyanın birey ve toplum üzerindeki etkilerine, evlilik programlarındaki dünyevileşme temayülüne, sosyal medyanın genç ve çocukların yaşamındaki yerine,  televizyonda yayınlanan dini temalı programların niteliğine, sekülerizmin Müslümanlar kimlikleri yıpratmadaki yönüne dair görüşlerini islamvemedya.com ile paylaştı. 
 
“TV’deki dini temalı programların çoğu, dini modern hayata uydurma çabasına dönük yayınlardan oluşuyor”
 
Genel itibariyle – birkaçını istisna edersek – televizyonlarda icra edilen dini temalı programların niteliklerine, süresine ve seyrine bakıldığında, “toplumu sağlıklı ve doğru din konusunda aydınlatma” amacından ziyade,  modern hayata dini uydurma çabasına dönük bir yayın yaptıkları görülür.  Bu nedenle, programlarda konuların, baştan sona bir bütünlük içinde ele alın(a)madığı herkesin malumudur.  Dolayısıyla programlar, deyim yerinde ise “potporik” bir özellik taşımakta, bazı hususlar, bazı renkler, bazı mesajlar verilerek yetinilmektedir.  
 
“Din, bazı programlarda magazin dili kullanılarak sulandırılıyor.”
 
Dini temalı programlara bir bütün halinde bakıldığında, Kur’an ve sünnetin yansıttığı dine “ayna” olunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Hatta bazı programlarda din magazin dili kullanılarak sulandırılıyor. Örneğin, “Melek değilsin, kelek de değilsin”,  “Freni patlamış araba gibi devamlı içiyor”,  “cennet hizmetçileri aşınmaz, birkaç gün sonra kaşınmaz” gibi hafif ve argo kokan ifadelere yer veriliyor. Bu konularda toplumsal bir farkındalık oluşturulmalıdır. 
 
“Dini içerikli programları izlerken dikkat edilmesi gereken 7 madde”
 
İyi bir televizyon izleyicisi dini içerikli programlarda şu yedi maddeyi gözetmelidir:  
 
1) Ayetlerin meal, bağlam ve yorumları doğru mudur? 
2) Hadislerin sıhhat, tercüme, yorum ve bağlamları doğru mudur?
3) Genel İslamî anlayışlara aykırı hususlar var mıdır? 
4) İslam’ın “kuşatıcılık” ilkesi gözetiliyor mu; din belli grup ya da kesimlerin anlayışına mı indirgeniyor?
5) Naslara, akl-ı selime, bilimsel gerçeklere aykırı unsurlar içeren kıssa ya da menkıbelere yer veriliyor mu?
6) İslam’ın akıl-gönül dengesine ilişkin hassasiyetleri korunuyor mu?
7) Toplumun ortak değerleri gözetiliyor mu; toplumsal dayanışmayı zedeleyici yaklaşımlar var mıdır? 
 
Eğer bunlar varsa, evet, yoksa hayır deyip düğmeyi kapatmak gerekir. Ama herkes bu duyarlılıkların farkında mıdır? İşte burası tartışmalıdır. 
 
“Sosyal medya gençlerin özgür bir biçimde hayatı anlamlandırmasına engel oluyor.”
 
Sosyal medya, her yaştan insanı bir afyon gibi etkisi altına alıyor. En çok da çocukları ve gençleri… Onları renkli dünyasına çekiyor.  Hiç kuşkusuz bu araçlar güçlerini, sözü görüntüyle desteklemesinden ve düşünceden önce duygulara hitap etmesinden almaktadır. Görüntü eşliğinde sunulan müzik bile, bilinçaltında kalıcı etkiler meydana getirmektedir.  İletişim araçları, özellikle gençlerin ve çocukların özgür bir şekilde hayatı anlamlandırmasına engel olmakta, onlar üzerinde gerek olumlu ve gerekse olumsuz yönde yoğun etkiler bırakmaktadır. Kimi zaman onlarda doğruları, kimi zaman da yanlışları çoğaltmaktadır. Özellikle insanın beş duyusuna hitap eden görsel medya, onların, zihin dünyalarını tembelleştirmede büyük rol oynamaktadır. Bu iletişim araçları içerisinde çocukların ilgisini en çok çeken yapımların başında çizgi filmler, sinema filmleri ve dizi filmler gibi yayınlar gelmektedir.
 
“Referansını Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetinden alan bir yayıncılık politikası geliştirmek şart.”
 
O halde ne yapılmalıdır?  Yaşadığımız yüzyılda sosyal medyaya karşı çıkmak bir anlam ifade etmemektedir.  Aksine, yayın kuruluşları alanında boşluk bırakmadan yatırım yapmak ve bütün bir insanlığı kurtaracak iyi, güzel ve ahlaki değerler gibi temel ilkelere bağlı yeni bir yayın siyaseti geliştirmek gerekmektedir. Hiç kuşkusuz medya tüm unsurlarıyla kişilik, inançlar ve değerler alanında olumlu ve olumsuz güçlü etkiler meydana getirmektedir. Bilindiği gibi insanların, kodlanabilen ve şifrelenebilen bir düşünce dünyaları vardır. Birey ya da toplumların bu dünyasının referans sistemlerimiz arasında yer alan Kur’an ve Hz. Peygamberin yaşayan sünneti ve siretiyle kodlanmasını sağlamamız bir insanlık ve İslamlık borcumuzdur. Yüce Allah’ın iradesine uygun bir şifrelemeye dayalı bir yayın politikası, elbette bütün bir insanlık için sadra şifa olacaktır. Yoksa iletişim çağında bu araçların karşısında durmak mümkün değildir.
 
“Medyadaki falcılık programları din-dışı bir itikadın yaygınlaşmasına hizmet ediyor.” 
 
Günümüzün çağdaş toplumlarında kâhin ve arrafların yerini, modern medyumlar, falcılar, üfürükçüler, kitap açanlar, cifir erbabı vb. kişiler almıştır. Artık bu alan hayatımıza internetin de girmesiyle birlikte yeni bir sektör doğmuştur. Gazetelerde modern insanın problemlerini çözmek adına e-mail adres ve sitelerine rastlamak mümkündür. Bir nevi, teknoloji, falcılığın hizmetinde kullanılmaktadır. İşin üzücü yanı, mantıkçı bir pozitivist dünya görüşüne sahip olmasına ve akılcı ilimleri tahsil etmesine rağmen nice entellektüel düzeydeki kimselerin bile, medyumlara gitmesidir. Diğer taraftan gazete ve dergi köşelerinde falcılık sütunları açılarak “söyle falın, çıksın halin” gibi deyimlerle din-dışı bir itikadın yaygınlaşmasına yardım edilmektedir. 
 
“İnsanımızın itikadî yapısını düzeltmek için acilen önlemler almak gerekiyor.”
 
Böyle bir durum insanları falcılığa özendirerek, duygu sömürüsü kanalıyla halkın sorunlarını çözmede işi ticarete ihale etmenin de yolunu açmaktadır. Maalesef, gizli ilimler adı verilen bu alanla ilgili kitaplar ise yayın piyasalarında best-seller gibi ‘yok’ satmaktadır. Bu tür yayınların her birisi, umut tacirliği yapmaktır. Birey ve toplumun hayatını olumsuz yönde etkilemektedir.  Bu konuda aileden topluma, insanımızın itikadi yapısını düzeltmek için acilen önlemler almak gerekiyor. 
 
“Televizyonlarda “market evlilik”ler türedi.”
 
Yaşadığımız modern toplumların alış-veriş merkezleri arasında marketler var. İnsanlar bu marketlere gidiyor iğneden ipliğe ihtiyaçları neyse toptan alıp evlerine dönüyorlar. Hâlbuki evlilik olayı çok ciddi, sorumluluk isteyen bir mesele. Marketten elma, armut almaya benzemez. Alış-verişte olduğu gibi kısa zamanda karar verilecek bir konu da değildir. Maalesef günümüzde market evlilik dediğimiz bu olay, her yaştan evlenmek isteyen erkek ya da bayan adayların bizzat televizyonlarda icra edilen evlilikle ilgili programlara katılarak kendilerini teşhir etmekle başlıyor. İnsanlar niye televizyon evliliğine başvuruyor?
Bu sorunun cevabı “çaresizlik” olabilir mi? Bence burada çok önemli bir ihmal söz konusudur. Bunun arkasında “bana ne” anlayışını içselleştirerek toplumsal sorumluluklardan kaçma vardır. Eğer bizler, yani eş-dost evlilik çağına gelmiş kız ya da erkekler için geleneksel aracılık müessesesi durumunda olan rehberlik işlevimizi doğru bir şekilde yapmış olsaydık, belki de magazin türü market evlilikleri ortaya çıkmayacaktı. Gelin bu konuda her birimiz kendimizi bir muhasebeye çekelim ve yeniden toplumsal sorumluluklarımızı gözden geçirelim. Çünkü hepimiz aynı toplumsal gemide yol alıyoruz. Gemimizin selametle sahile ulaşması, biraz da yolcuların toplumsal sorumluluklarıyla ilişkilidir.
 
“Modern yaşam formları yeni iletişim ortamlarıyla bütün dünyaya yayılmaktadır.”
 
Sekülerleşmenin doğuşunda ve bu olgunun taşınmasında ana öğelerden birisi,  sanayi kapitalizminin dinamiğidir. Bu dinamiği ateşleyen ve taşıyıcı ana etken yeryüzü ölçeğinde iletişim teknolojisidir.  Modernlik zihniyeti küreselleşme ile birlikte kendi yaşam formlarını yeni iletişim ve enformasyon kanalıyla bütün dünyaya yaymaktadır. Şüphesiz iletişim teknolojisi küresel ölçekte, sosyal hayatın en ücra mahrem alanlarını bile deşifre etmekle kalmıyor, toplumların giyim-kuşam biçimlerinden mutfak kültürüne, din anlayışlarından zihinsel yapılarına varıncaya kadar kökten müdâhale ederek dönüştürücü ve değiştirici bir işlev görüyor. Buna ek olarak endüstriyel üretim şekli de sekülerleşmeyi/dünyevîleşmeyi bir zihniyet değişimine zorlayıcı etkiler meydana getiriyor. 
 
“İnsan, İlahî hikmetten koptuğu anda dünyevileşmenin meydana getirdiği cazibe alanının dışına çıkamaz.”
 
Küreselleşmeye bağlı olarak sekülerleşme, hayatın sadece, sosyal, siyasal, kültürel ve iktisadî yanlarını değil, ilâhiyat alanlarını da etkisi altına alıyor. Dinin getirdiği tevhid inancı, parçalardan bütünselliğe doğru bir amaç taşırken; sekülerizm, bütünden parçalamaya doğru bir süreç izliyor.  Çünkü sekülerizm,  cenneti yeryüzünde arama çabasıdır. Bu yönüyle sekülerizm, insanın gözünü ilâhî olandan salt bu dünyaya çevirme olup; Allah inancını unutturma ve ahret gününe imanı olabildiğince zayıflatmaktadır.  Dünya merkezli bir ebedilik(huld)  düşüncesini kışkırtan dünyevileşme,  insanı daha çok zevk peşine sürükler ve tutkulara yönlendirir. Çünkü özde dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardır.  İnsan İlahi hikmet ve irfandan koptuğu anda dünyevileşmenin meydana getirdiği câzibe alanının dışına çıkamaz. 
 
“Sekülerizm, Müslüman kimlikleri derinden etkilemektedir.”
 
Günümüzde sekülerleşme,  Müslüman kimlikleri derinden etkilemektedir.  Dünyevileşmenin göstergeleri olarak tüketim zafiyetinin artması,  cinsiyet rollerinde farklılaşma, tesettür defileleri, moda ve markaya düşkünlük, açgözlülük, seküler ahlak anlayışı, aile yapılarında sarsılma, aşırı konformizme özenme, gizli evliliklerde artış, dizboyu israf,  din dilinin ticarileştirilmesi sayılabilir.  Ayrıca, kitlesel boyutta meydana gelen bu değişim;   “ben” merkezciliği ve “sahip olma” güdüsünü kamçılamakta, mevcut durum, helal ve haram duyarlılığını zayıflatmakla birlikte bireyselleşmeye bağlı olarak yalnızlaşmayı  hızlandırmaktadır. 
 
www.islamvemedya.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.