Cemal Nar

Cemal Nar

Zekâtı Vermeyenin Cezası

Zekâtı Vermeyenin Cezası

İslam insanlığın iyiliği için gönderilen bir dindir. Bu dini yaşayıp yaşamamanın neticesinde Allah Tealaya bir kâr veya zarar ulaşmaz. Bütün menfi ve müsbet neticeler insanlar içindir.

İslam sonuçta bir hukuktur. Elbette hayata uygulanması gerekir. Bu yüzden kesin emirlerini uygulamayanlar için bir müeyyide/yaptırıcı güç getirir. Bu ahirette olduğu gibi, dünya için de söz konusudur.

Bu yüzden zekâtı ver­me­yen bir Müslüman için iki yön­lü mü­ey­yi­de var­dır. Dün­ya­da ce­za, âhirette azap.

Al­lah Teâlâ âhiretteki aza­bı şöy­le ha­ber ve­rir:

“Al­tın ile gü­mü­şü bi­rik­ti­rip Al­lah yo­lun­da har­ca­ma­yan­la­rı ya­kı­cı bir azap­la müj­de­le. Bu mal­lar kı­ya­met gü­nün­de ce­hen­nem ate­şi­nin için­de kız­dı­rı­la­cak, sa­hip­le­ri­nin alın­la­rı, ve sırt­la­rı bu ateş ile dağ­la­na­cak ve: “Bu si­zin sa­de­ce ken­di­niz için biriktirdik­le­ri­niz­dir. Bi­rik­tir­dik­le­ri­ni­zin acı­sı­nı ta­dın” de­ni­le­cek.”

Hz. Pey­gam­ber (s.a.s.) de şöy­le bu­yur­muş­tur:

“Al­lah Teâlâ bir kim­se­ye mal ve­rir o da, bu­nun zekâtını öde­mez­se, zekâtını öde­me­di­ği bu mal kı­ya­met gü­nü, göz­le­ri üze­rin­de iki si­yah be­nek bu­lu­nan ba­şı kel yı­lan şek­li­ne gi­rip o ki­şi­nin boy­nu­na sa­rı­la­cak ve iki çe­ne­sin­den tu­tup şöy­le di­ye­cek: “Ben se­nin ma­lı­nım, ben se­nin bi­rik­tir­di­ği­nim.” Hz. Pey­gam­ber da­ha son­ra şu âyeti oku­muş­tur: “Al­lah'ın fazl u ke­re­min­den ih­san et­ti­ği mal­la­rı ver­mek­te cim­ri­lik eden­le­rin bu cim­ri­li­ği­nin ken­di­le­ri için ha­yır­lı ol­du­ğu­nu san­ma. Ak­si­ne bu on­lar için kö­tü­lük­tür. Kı­ya­met gü­nün­de, cim­ri­lik ya­pa­rak ver­me­dik­le­ri bu mal­lar bo­yun­la­rı­na hal­ka ya­pı­la­cak­tır. Gök­le­rin ve ye­rin mi­ra­sı Al­lah'ın­dır. Al­lah yap­tık­la­rı­nız­dan ha­ber­dar­dır.”

Zekât farîzasını ye­ri­ne ge­tir­me­yen­le­rin dün­ya­ya ait ce­za­sı, zekâtın İslâm Dev­le­ti ta­ra­fın­dan zor­la alın­ma­sı ve ken­di­le­ri­ne de dev­le­tin ko­ya­ca­ğı bir ce­za­nın (ta'zîr) uy­gu­lan­ma­sı­dır.

Behz b. Hakîm (r.a.)'ın ba­ba­sı yo­luy­la de­de­sin­den ri­va­yet et­ti­ği bir ha­dis-i şe­rif­te şöy­le bu­yu­ru­lur:

“Kar­şı­lı­ğı­nı Yü­ce Al­lah'tan bek­le­ye­rek ma­lı­nın zekâtını öde­ye­ne ec­ri ve­ri­lir. Zekâtını ver­me­ye­nin zekâtını ve de­ve­si­nin ya­rı­sı­nı, Rab­bi­mi­zin bir ala­ca­ğı ola­rak alı­rız. Zekâttan hiç bir şey Mu­ham­med'in ai­le fert­le­ri­ne helâl de­ğil­dir.”

Bu ha­di­sin baş­ka bir ri­va­ye­tin­de, “ce­za ola­rak ma­lın ya­rı­sı alı­nır” ifa­de­si var­dır.

Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî ve İmam Mâlik'e gö­re bu du­rum­da İslâm dev­le­ti yal­nız ve­ril­me­yen zekâtı alır, ge­rek gö­rür­se ta'zîr ce­za­sı uy­gu­lar. Malî ce­za uygulanmaz. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber dö­ne­min­de böy­le bir ce­za uy­gu­lan­ma­mış, Hz. Ebû Be­kir dev­rin­de zekât ver­me­yen­le­re kar­şı sa­vaş ya­pıl­ma­sı ön­gö­rül­müş, fa­kat mal­la­rı­nın mü­sa­de­re­si yo­lu­na gi­dil­me­miş­tir.

Ba­zı bil­gin­ler ise malî ce­za­nın ön­ce­le­ri var ol­du­ğu­nu, da­ha son­ra nes­he­dil­di­ği­ni ile­ri sür­müş­ler­dir. Hanefîlerden yal­nız İmam Zü­fer bu du­rum­da ma­lın ya­rı­sı­na ka­dar mü­sa­de­re edi­le­bi­le­ce­ği gö­rü­şün­de­dir.

İnkâr se­be­biy­le zekâtı öde­me­yen top­lu­luk­la­ra kar­şı sa­vaş açı­lır.

Ni­te­kim ilk halîfe Ebû Be­kir (r.a.)'ın zekât ver­mek is­te­me­yen­le­re kar­şı tu­tu­mu bu şe­kil­de ol­muş­tur. Bu ko­nu­da ön­ce­le­ri te­red­düt eden Hz. Ömer, ha­li­fe Hz. Ebû Be­kir'e şöy­le de­miş­tir:

Rasûlûllah (s.a.s.) : ”Al­lah'tan baş­ka ilâh yok­tur; de­yin­ce­ye ka­dar in­san­lar­la sa­vaş­mak­la em­ro­lun­dum. Bu­nu söy­ler­ler­se hak et­me­le­ri dı­şın­da can­la­rı­nı ve mal­la­rı­nı ben­den ko­ru­muş olur­lar. He­sap­la­rı da Al­lah'a kal­mış­tır” de­di­ği hal­de bun­lar­la na­sıl sa­va­şır­sın?”

Hz. Ebû Be­kir şu ce­va­bı ver­di: “Al­lah'a ye­min ede­rim ki, na­maz ile zekâtı bir­bi­rin­den ayı­ran­lar­la el­bet­te sa­va­şa­ca­ğım. Çün­kü zekât ma­lın hak­kı­dır. Al­lah'a ye­min ede­rim ki, Hz. Pey­gam­ber'e öde­mek­te ol­duk­la­rı di­şi bir ke­çi yav­ru­su­nu ba­na ver­mez­ler­se bun­dan ötü­rü on­lar­la sa­va­şa­ca­ğım.”

Bu ha­dis baş­ka bir ri­va­yet­te: “Rasûlûllah (s.a.s.)’e öde­mek­te ol­duk­la­rı de­ve­nin ba­ğı­nı öde­me­ye­cek olur­lar­sa...” ifa­de­siy­le nak­le­dil­miş­tir. Bu­nun üze­ri­ne Hz. Ömer şöy­le de­miş­tir: “Ye­min ede­rim, ki, Yü­ce Al­lah, sa­vaş­mak için Ebû Be­kir'in gön­lü­ne bir ge­niş­lik ver­miş­tir. Bu ko­nu­da onun hak üze­re ol­du­ğu­nu an­la­dım.”

İslâm bil­gin­le­ri bu de­lil­le­re da­ya­na­rak şöy­le de­miş­ler­dir: Bir kim­se ve­ya topluluk zekâtı ver­mez­ler ve­ya bu ko­nu­da İslâm dev­le­ti­ne kar­şı çı­kar­lar­sa kendile­riy­le sa­va­şı­lır. An­cak cim­ri­lik ve­ya hük­mü bil­me­me yü­zün­den öde­mez­ler­se din­den çık­maz­lar, fa­kat günahkâr olur­lar.

Evet, bir Müslüman için zekat ile din ve iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Aslında insan, zekat vermekle bir yerde imanını da korumaktadır. Bunu biraz daha yakından görelim, ama gelecek yazıda inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi