Eskilerin merhameti fakire el açtırmadı

Eskilerin merhameti fakire el açtırmadı
Tıkır tıkır işleyen zekât ve sadaka müesseseleri sayesinde ne cami avluları ne de mahalle köşelerinde dilenciye pek rastlanmazdı.

Günümüze binlerce dilencilerin cirit attığı İstanbul, bir zamanlar onların pek nadir görüldü bir kenttir. Dilenciler, tıkır tıkır işleyen zekât ve sadaka müesseseleri sayesinde cami avluları ve mahalle köşelerinde mesken tutmaz, imaret ve aşevlerinde karnını doyurur. Bu, birçok yabancı seyyahın da dikkatini çeker, seyahatnâmelerinde sıkça işlenir... 1750'li yıllarda Osmanlı devletini karış karış gezen Avukat Guer'in “Moeurs et usages des Turcs” isimli eserinde zekât ve sadakadan uzun uzun bahseder ve Müslümanların azamet ve gurur göstermediklerini ekler. Hayır kurumlarına da değinen Guer, seyahatnâmesinde, “Kimi Müslümanlar hapishaneleri ziyaret edip borç için yatan mahpusları kurtarır, kimisi ihtiyaçlarını ifşa etmekten utanan fakirlere dağıtılmak üzere cami imamlarına para bırakır. Velhasıl bu memlekette yardım eli her yerdedir ve bu yüzden Osmanlı'da dilencilere pek sık rastlamaz” der.
Meşhur Fransız seyyah Du Loir, “Les Voyages du Sieur Loir” isimli eserinde şu cümleler de hayli dikkat çekicidir: “Osmanlı'da dilenciler nadir görülür: Fransa'da herkesi bunaltan tembel dilencilerin orada kimseyi rahatsız etmesine imkân yoktur; fakirler, zenginlerin hayrat ve hasenâtına iştirak olmak için yeni yol veya binaların inşaat işlerinde ücretsiz olarak çalışırlar.” Guer, “Osmanlılar sadakalarını ebediyete kadar ikrâz edilmiş ve öteki dünyada kavuşacakları birer alacak olarak sayarlar” der.
Osmanlı sosyal yapısına hayran bir başka seyyah Aubry de la Motraye'in “Voyages en Europe” adlı eserinde de benzer satırlar dikkat çeker: “Hayrat ve hasenat yalnız Kuran ile Türk imamları tarafından iyice telkin ve teşvik edilmiş olmakla kalmayıp halk tarafından da o kadar sadakatle ve öyle bir el birliği ile tatbik edilir ki, bütün Türkiye ile Kırım'da dilenciliğin veyahut dilenciliği meslek ittihaz etmiş fukaranın ne olduğu bile malum değildir.” 
Osmanlı İmparatorluğu'nda uzun yıllar kalan Mouradgea d'Ohsson, dört ciltlik eserinde, ailelerin çocuklarına örnek olup daha çok küçük yaşlarda onları hayır işlerine alıştırdıklarını yazar. d'Ohsson, eserinin devamında, “Hayrat ve hasenat denilen ve insanı kendi şahsiyetinin kat kat fevkine yükselten fazilet işte bu suretle şahsi menfaat, cimrilik ve tamahkârlık gibi duyguları uyuşturup güzel bir adetin de tesiriyle insanlara yardım hissini uyandırdığı için, artık Müslümanlara hiç ağır gelmemekte ve onları bu sahada diğer milletlerden çok üstün bir seviyeye yükseltmektedir” der.
İngiliz Th. Thornton'un 1812'de neşrettiği iki ciltlik eserinde Osmanlının yardımseverliğinden sayfalarca bahseder, özellikle şu satırların Osmanlının hayrat ve hasenatı konusunda başka söze mahal bırakmaz: “Fukaraya sadaka vermek ve yabancılara kapısı açık olmak Şark milletlerinin en alışık oldukları faziletlerdendir. Zenginlerle büyüklerin sofralar, ilk Resuller devrinde olduğu gibi edebiyle gelen herkese en tabii bir sadelikle açıktır. Bu gibilerin ihtiyaç derecelerini tahkike kalkışmaktan yüzü kızarmayacak uşak yoktur”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.