Hükümete Yakın Yazardan İtiraf

Hükümete Yakın Yazardan İtiraf
AK Parti hükümetine yakın gazetecilerden biri olarak gösterilen Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, PKK'nın devleti kandırdığını söyledi. Selvi, bugünkü köşesinde çözüm sürecinin yanlış yönetildiğini yazdı.

"Devlet çözüm sürecini yürütürken, PKK savaşı şehirlere taşımakla meşguldü. Devlet bölgeyi normalleştirmeye çalışırken PKK, dağlardan inip, şehirleri ele geçirmekle uğraşıyordu. Biz Kandil'i aşağıya indirmeyi tartışırken PKK, şehirlere kandilcikler kuruyordu. Bugün PKK'nın 6 büyük 8 küçük kampı olduğu herkesçe biliniyor.

Çözüm sürecinde devlet samimi davrandı. PKK ise sadece çözümü bir fırsat olarak kullanmanın peşindeydi. Devletin bunu hesap etmesi gerekiyordu. Van Merkezden alınıp, Başkale'deki PKK kampında sorgulanıp, “Vergi” tahakkuk ettirilen insanların hikayesini bizlerden önce devlet biliyordu. Tabirimi mazur görün, devlet biraz safça davrandı. Karşısında Ortadoğu'nun en kaypak örgütlerinden birinin bulunduğunu düşünemedi. Güne Amerikan istihbaratıyla başlayıp, Alman istihbaratıyla kahvaltıya oturup, İsrail ve İran istihbaratlarıyla günü geçirip İngiliz istihbaratıyla yatağa giren bir örgütten söz ediyoruz.

O nedenle çözümle terörü birbirinden ayırmamız gerekiyordu. Çözüm demek PKK'nın bölgenin üst otoritesi olması demek değil."

Selvi'nin "Demirtaş, Gerry Adams olsaydı" başlıklı yazısının tamamı şöyle:

Tony Blair, Gerry Adams'ın elini sıktığı için kadınlar, bir teröristin elini sıktı diye plastik eldivenler takarak protesto etmişlerdi.

Tany Blair ile Gerry Adams el ele verdiler, tarihe, “Hayırlı Cuma' olarak geçen anlaşmayı imzalamışlardı.

Türkiye'nin en büyük eksikliği HDP hiçbir zaman bir Sin Fein, Selahattin Demirtaş ise hiçbir zaman Gerry Adams olamadı. Demirtaş bırakın Gerry Adams olmayı yüzde 13'ün bile hukukunu koruyamadı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 7 Haziran'da Türkiyelileşme açılımı nedeniyle kendisine oy veren milyonları değil, savaş talimatları yağdıran Cemil Bayık'ı tercih etti. Oysa Bayık, tek yanlı ateşkesi bitirdiğini, savaş startını verdiğini açıkladığı gün, “Ne yapıyorsunuz biz Türkiyelileşme istiyoruz” deseydi bugün kahramandı.

Selahattin Demirtaş, Gerry Adams olsa inanın ki hikaye çok farklı olurdu.

Sinn Fein çözüm sürecini sabote etmek isteyen İRA'yı, Gerry Adams liderliği üzerinden terör yanlılarına engel oldu. İngiltere barışa böyle ulaştı. Tabi o dönem ABD Başkanı olan Bill Clinton'un katkılarını unutmamak lazım. Tony Blair, “Clinton kimi zaman benden daha çok çaba sarf ediyor ve tıkandığımız anlarda devreye giriyordu” diyerek tarihe not düşüyordu.

Biz çözüm sürecini milli bir proje olarak yürüttük. Sabote edilen Oslo sürecinde İngilizlerden dersimizi aldığımız için, PKK'dan gelen ABD'nin üçüncü göz tekliflerine kuşkuyla yaklaştık.

Geldiğimiz nokta iyi bir yer değil.

Çözüm süreci AK Parti'nin hikayesiydi. Şimdi bu hikaye ölüyor. Ölmemesi lazım. 90'lı yıllara bir daha dönülmemesi lazım.

Bir daha savaş konseptine dönülmemeli. Bu ülkenin bir daha “Mehmetçik siyasetçilere”, “Mehmetçik Gazetecilere” ihtiyacı yok. Haber merkezlerinin Genelkurmay Harekat Merkezi gibi çalıştığı dönemlerin bu ülkeye bir yararı olmadı.
Kan kanı getirdi, savaş savaşı.

Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde İlker Başbuğ bizleri toplamış ve bir istatistik açıklamıştı. 90'lı yıllarda 1 yılda asker, polis, geçici köy korucusu, sivil vatandaş ve terörist olmak üzere 6 bin kişi ölmüştü. 6 bin sayısı o dönemlerde sadece bir rakamdan ibaretti.

Çözüm süreci Erdoğan'ın, “Gerekirse baldıran zehirini içmeye hazırım” diyerek başlattığı Cumhuriyet tarihinin en büyük barış projesiydi.

Geçen yıl Çetiner Çetin'le Mardin'de Mor Gabriel Manastırını gezerken bir kadın yaklaşmıştı yanımıza, “Biz İstanbul'dan üç iş kadını arabamıza atladık geldik. Üç gündür bölgeyi geziyoruz. En ufak bir sıkıntı yaşamadık. Bizim için çözüm süreci üç kadının buraya korkusuz bir şekilde gelebilmesi” demişti.
Kısa bir süre önceye kadar umut vardı insanların gözünde, şimdi korku ve endişe hakim.
Meclis terör özel gündemiyle toplandı. Tarihi restleşmeler yaşandı. Oysa biz bu filmi çok seyretmiştik. Gün restleşme günü değil, uzlaşma günü.

HDP'liler dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemek yerine, daha samimi olanı tercih etselerdi.

Lice'de iki polisin ensesinden vurularak öldürülmesini, Malazgirt'te bir binbaşının eşi ve kızının önünde şehit edilmesini, kız çocuğuna kurşun sıkılmasını, Erzurum Tekman'da doğum sancıları gelen bir Kürt kadına yardım için giden ebe ve hemşirenin kaçırılmasını, babasıyla telefonla konuşurken kalleşçe arkasından yaklaşıp bir Astsubay'ın şehit edilmesini kınasalardı daha büyük bir iş yapmış olurlardı. Gerry Adams bunu yaptı işe. “Kanlı Pazar”ı gerçekleştirenler, sorumluluk bilinciyle hareket edip, “Hayırlı Cuma” anlaşmasına imza atmayı başardılar. İRA silahları toprağa gömdü.

1984 Şemdinli-Eruh baskınından sonra Özal'la Şemdinli'ye giden gazetecilerden biriydim. Özal, Şemdinli dağlarına dönerek, “Bu ülkeyi üç beş eşkıyaya teslim etmeyeceğiz” diyerek parmağını sallamıştı. O günden bu yana inişleriyle çıkışlarıyla bu süreci takip ettim. Ömrüm geçti. DEP'liler Meclis'in tören kapısından alınıp, Ankara Emniyetinin beyaz minibüsüne bindirilip Ulucanlar Cezaevine götürülürken oradaydım.

Terörle mücadele adına her şey yaşandı bu ülkede. Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın tabiriyle, “Düşük yoğunluklu savaş” yapıldı 30 yıl boyunca. PKK'nın siyasi uzantısı olan partiler kapatıldı. Her kapatılmadan sonra daha da büyüdüler. Tansu Çiller 2 Mart'ta Leyla Zana ve arkadaşlarının dokunulmazlıklarını kaldırırken de kahraman olacağını ve bu işi kökten çözeceğini düşünüyordu. Olmadı. Bu ülkenin yeniden Demirel-Çiller, Doğan Güreş-Mehmet Ağar günlerine dönmeye ihtiyacı yok. Bu ülkede denenmeyen tek şey barıştı. AK Parti'nin hikayesi de buydu. Ama çözüm süreci doğru yönetildi mi? Onu tartışmak lazım.

Devlet çözüm sürecini yürütürken, PKK savaşı şehirlere taşımakla meşguldü. Devlet bölgeyi normalleştirmeye çalışırken PKK, dağlardan inip, şehirleri ele geçirmekle uğraşıyordu. Biz Kandil'i aşağıya indirmeyi tartışırken PKK, şehirlere kandilcikler kuruyordu. Bugün PKK'nın 6 büyük 8 küçük kampı olduğu herkesçe biliniyor.

Çözüm sürecinde devlet samimi davrandı. PKK ise sadece çözümü bir fırsat olarak kullanmanın peşindeydi. Devletin bunu hesap etmesi gerekiyordu. Van Merkezden alınıp, Başkale'deki PKK kampında sorgulanıp, “Vergi” tahakkuk ettirilen insanların hikayesini bizlerden önce devlet biliyordu. Tabirimi mazur görün, devlet biraz safça davrandı. Karşısında Ortadoğu'nun en kaypak örgütlerinden birinin bulunduğunu düşünemedi. Güne Amerikan istihbaratıyla başlayıp, Alman istihbaratıyla kahvaltıya oturup, İsrail ve İran istihbaratlarıyla günü geçirip İngiliz istihbaratıyla yatağa giren bir örgütten söz ediyoruz.

O nedenle çözümle terörü birbirinden ayırmamız gerekiyordu. Çözüm demek PKK'nın bölgenin üst otoritesi olması demek değil.

Terörle etkin mücadele ama sonunda yeni bir formatla çözüm sürecine dönmekten başka çıkar yol gözükmüyor.
Geldiğimiz noktada bıçak sırtı bir durumdayız. Çözüm süreci can çekişirken Türkiye yıllar sonra tekrar savaş konseptine dönmek üzere. Tarihin eşiğinde durup Üstad Necip Fazıl misali, “durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak” diye haykırmak istiyorum.

Gün restleşme değil, ortak aklı ön plana çıkarma günü.

İçine girdiğimiz süreçten, konuştuğum bir kısım HDP'lilerin de memnun olmadığını görüyorum. Grup psikolojisiyle hareket etmelerini bir kenara bırakın, içlerinde endişeli olanlar var.

Türkiye tekrar 90'lı yıllara dönemez, demiyorum, çünkü ne Ortadoğu eski Ortadoğu ne Türkiye eski Türkiye ne Kürtler eski Kürtler.

Çok ağır bedeller öderiz.

İsviçre olmak varken Beyrut kabuslarıyla uyanırız.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
27 Yorum