Yeryüzündeki ilk cinayet nasıl ve neden işlendi?

Yeryüzündeki ilk cinayet nasıl ve neden işlendi?
Âdem -aleyhisselâm- ile Havvâ vâlidemiz, Allâh’ın emriyle bugünkü Mekke şehrinin olduğu yeri vatan edindiler.

Bundan dolayı Mekke şehrinin bir adı da Ümmü’l-Kurâ, yâni yerleşim bölgelerinin merkezidir. Burada insanlar çoğalmaya başladı. Bu kadar çabuk çoğalmanın hikmeti, Havvâ vâlidemizin bir batında birden çok çocuk dünyâya getirmesiydi. Bir batında doğan çocuklar kardeş olurlardı ve birbirleriyle nikâhları harâmdı. Ancak diğer bir batında doğanlarla evlenebiliyorlardı. 

Kâbil, aynı zamanda ve aynı batında doğan kızkardeşini almak istedi. Hâbil ise, bunun şerîate uygun olmadığını, diğer zamanda doğan kardeşlerinden birini alması gerektiğini ihtâr etti. Kâbil, bu îkâzı dikkate almayarak, kendisinin yaptığı fiilin doğru bir davranış olduğu iddiâsında ısrar etti. Bunun üzerine Hâbil, burada kimin doğru hareket ettiğinin anlaşılması için Allâh’a birer kurban adamalarını kardeşine teklif etti. 

O zamanlar kurban, herkesin mesleği îcâbı, elinde bulunan maldan verilirdi. Kurban verilen bu şeyler, bir dağ başına konur, bir müddet sonra gidip bakıldığında; gökten inen ateş tarafından yakılarak ortadan kaybolan kurban, Cenâb-ı Hak tarafından kabûl edilmiş olurdu. 

Hâbil’in koyun sürüleri vardı. Kurban vermek için, içlerinden en semiz ve gösterişli olan bir koçu seçti. Kâbil ise, ziraatle uğraşırdı. O da, cılız buğdaylardan oluşan bir demeti kurban olarak ayırdı.

Hâbil ile Kâbil, bir müddet sonra bıraktıkları kurbanları tedkîk için gittiler. Hâbil’in kurban ettiği koç, kabûl edilmiş; Kâbil’in cılız buğday demeti ise, olduğu gibi duruyordu. (İbn-i Sa’d, I, 36) Kâbil öfkelendi. Âyet-i kerîmede buyrulduğu vechile kardeşi Hâbil’i katletti:

“Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini hakkıyla anlat: Hani birer kurban takdîm etmişlerdi de birisinden (Hâbil’den) kabûl edilmiş, diğerinden (Kâbil’den) ise, kabûl edilmemişti. (Kurbanı kabûl edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden): 

«–And olsun, seni öldüreceğim!» dedi. Diğeri de: 

«–Allâh ancak takvâ sâhiplerinden kabûl eder.» dedi (ve ekledi:) 

«–And olsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için elimi uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan korkarım. Ben (şu kötü fiilinden dolayı) istiyorum ki, sen, hem benim günâhımı, hem de kendi günâhını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zâlimlerin cezâsı işte budur!»49

Nihâyet nefsi onu (Kâbil’i), kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allâh, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kâtil kardeş): «–Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım!» dedi ve pişmanlık duyanlardan oldu.” (el-Mâide, 27-31)

Bu kıssada vahyin nûruyla aydınlanmış olan bir akıl ile nefsin sultasından kurtulamayıp bundan mahrum kalan aklın mukâyesesi yapılmakta ve bunların yol açtığı neticenin canlı bir misâli sergilenmektedir. Aklın, vahyin içinde bir değeri vardır. Vahyin hizmetinde olan ve onu rehber kabul eden bir akıl, hikmetlere vâkıf olur. Vahyin yol göstericiliğinden mahrum olan akıl ise insanı nefsin âfetlerinden koruyamaz. Akıl, her türlü gâye için kullanılabilen keskin bir bıçak gibidir. Dileyen onunla ekmek keser, dileyen de onunla cinâyet işler. Nitekim Kâbil’in aklı, vahyî bilgiye muhâlefet ettiği için kendisini dalâlete (sapıklığa) götürmüş ve âhiretini mahvetmiştir.

Takvâ ve ihlâstan mahrum kimselerde akıl, hem kendilerine, hem de başkalarına karşı o kimsenin zulmünü artırır. Kâbil misâlinde olduğu gibi, kardeşini katletmeye kadar gidebilir. Akıl nîmetini vahyin istediği istikâmette kullanarak Kâbil’e nasihatte bulunan Hâbil ise, ihlâslı bir kul olduğu için Allâh korkusuyla hareket etmiştir.

Kıskançlık ve hased hastalığına yakalananlar, kendi üzerindeki nîmeti görmeyip dâimâ başkalarının elindeki nîmetlere göz dikerler. Nefsin kötü sıfatlarından olan kıskançlık ve hased kimin üzerinde hâkimiyet kurarsa, ona her türlü kötülüğü yaptırır. Hattâ bu kişi, kardeşini bile öldürmekten çekinmez. Hased ve kıskanç kişiler, ilâhî takdîre râzı olmazlar. Bunun neticesinde, dünyâda rezîl ve rüsvây olarak büyük bir vicdân azâbı ve pişmanlığa dûçâr olurlar. Onlar âhirette de acıklı bir azâb ile karşılaşacaklardır. Bu hastalığın çâresi, yine nefsi terbiye ve tezkiye ederek, nefs-i emmâreden nefs-i mutmainneye ulaşmak ve bilhassa Allâh’ın verdiğine râzı olmak ile mümkündür.

Kâbil ile Hâbil’in kişiliklerinde melek ile şeytan arasındaki zıtlığı andıran bir kutuplaşma vardır. Kâbil, şeytan gibi kendi noksanlığını muhâtabında ararken; Hâbil, bir melek gibi davranıp nefsânî endişelere kapılmamış, îtibârını kaybetmekten ve öldürülme tehdîdinden korkmamış, sâdece Allâh korkusuyla hareket etmiştir. Yâni onlardan biri şeytan gibi hatâsında diretmiş, diğeri ise Allâh’a yönelmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm bir insanın haksız yere öldürülmesinin ne kadar büyük bir cinâyet olduğunu ve bir insanı ölümden kurtarmanın ne kadar hayırlı bir amel olduğunu şöyle beyân eder:

“Bundan dolayıdır ki İsrâîloğulları’na şöyle yazmıştık: «Kim bir kimseyi bir cana mukâbil veyâ yeryüzünde çıkardığı bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, o takdirde bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir insanın hayatını kurtarırsa, o da bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir…” (el-Mâide, 32)

İnsanlık târihinde, ilk defâ meydana gelen bu adam öldürme ve kardeş kanı dökme hâdisesi hakkında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Zulmen öldürülen her insanın kanının (günâhından) Âdem’in ilk oğluna da mutlakâ bir pay ayrılır. Çünkü o insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.” (Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Kasâme, 27)

Yine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:

“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevâbı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günâhı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günâhından da ona pay ayırılır. Fakat onların günâhından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64) 

Bu hadîs-i şerîf de gösteriyor ki; kim bir hayra delâlet ederse, kendisinden sonra devâm eden o hayırdan; kim de bir şerre sebep olursa kendisinden sonra teselsül edecek o şerden hisse alır. 

İmâm Gazâli’nin İhyâ’sında şöyle güzel bir söz yer almaktadır:

“Ölen ve kendisi ile birlikte günahları da ölen kimseye ne mutlu! Öldüğü hâlde günahları yüzlerce sene devâm eden tâlihsiz kimseye ise yazıklar olsun.”

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: 

“İleride öyle fitneler olacak ki, o vakitte oturan kimse ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacaktır.”

Sa’d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Adam evime girip, öldürmek için elini bana uzatsa ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?” deyince, Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Âdem’in oğlu (Hâbil) gibi ol!” buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten, 29/2194)

İslâm dîni, beş husûsun muhâfaza ve müdâfaasını emretmiştir. Bunlar: Can, akıl, din, nesil ve maldır. Kişi, bunlara yapılan herhangi bir taarruza karşı gerekli mücâdeleyi yapmalıdır. Fakat, bu mücâdeleyi yaparken dînimizin gösterdiği yolu tâkip etmelidir. Ancak şu var ki, zâlim veya mazlum olma durumunda kalınca Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi istikâmetinde, zâlim olmayı değil, mazlum olmayı tercih etmelidir.

Hâbil öldürüldükten sonra Allâh Teâlâ Hazret-i Âdem ve Havvâ’ya Şit50 -aleyhisselâm-’ı vermiştir. Şit, kelime olarak “Allâh’ın hîbesi, hîbe ettiği şey” mânâsına gelmektedir. Hazret-i Şit -aleyhisselâm-, Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçmeyen peygamberlerden biri olup, kendisine 50 sahife indirilmiştir. Vefâtı sırasında Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-, Şit -aleyhisselâm-’ı yanına çağırmış, ona gece ve gündüz saatlerini, o saatlerde yapılacak ibâdetleri öğretmiş ve Tûfan’ın vâkî olacağını haber vermiştir.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- Cuma günü vefât etmiş, melekler gelip onu yıkamış, kefenlemiş ve sonra da defnetmişlerdir. Bin sene veya 930 sene yaşadığı rivâyet edilir.

Osman Nuri Topbaş’ın Kur’an-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi: Hazreti Muhammad Mustafa (SAV) kitabından…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.