“Benim mîlâdım 80’li yılların sonu, 17-25 değil”

“Benim mîlâdım 80’li yılların sonu, 17-25 değil”
15 Temmuz gecesi 5 çocuğunu evde bırakıp darbecilere karşı mücadele için sokağa fırlayan yazar Kerime Yıldız, çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı: “Benim mîlâdım 80’li yılların sonu, 17-25 değil…”

FETÖ’cü darbecilere karşı sokağa fırlamasıyla asla övünmediğini belirten Kerime Yıldız, fakat 15 Temmuz darbesine kalkışanların güçlenmesinde hiçbir dahli olmadığıyla sonuna kadar övündüğünü anlattı.

Yıldız “Fakat ben, ülkem, devletim ve çocuklarım için öyle bir şey daha yaptım ki bununla acâip derecede övünüyorum. Herkese hava atıyorum. Şehîdlerimize, bayrağıma, vatanıma, milletime, devletime karşı alnım ak. Çünkü 15 Temmuz darbesine kalkışanların güçlenmesinde hiçbir dahlim yok. Ne dersânelerinin kuytularında vaazlarını dinledim ne de gazete köşelerinde hocaefendilerine methiyeler düzüp şiir yazdım. Geçmişimde hiçbir cemaatin hiçbir şeyhine, efendisine tek kelime tapınma bulamazsınız. Çünkü benim mîlâdım 80’li yılların sonu, 17-25 değil. O yıllarda belirledim safımı. Bir cemaatin bu kadar hızlı yükselmesi, hem Türkiye’nin hem dünyanın her tarafında patır patır okul açması normal değildi. Bunun CIA’dan bağımsız olması mümkün değildi” dedi.

Kerime Yıldız, sahte “kahramanlarla” ilgili de “Bu yapının ne kadar dönek, hâin ve bukalemun olduğunu iyi bildiğimiz için bir zamanlar Gülene tapınan gazetecilerin şimdi sayıp sövmelerine zerre miktar inanmıyoruz” diye yazdı.

Kerime Yıldız’ın, enpolitik.com’da yayınlanan “BİR ANNENİN CEMAATLE ve DARBEYLE İMTİHÂNI” başlıklı yazısının tamamı şöyle:

“15 Temmuz’dan bir ay kadar önceydi. Bir üçkâğıtçı hakkındaki yazım sebebiyle savcının karşısına çıkmak çok ağrıma gitmişti. Avukat arkadaşıma, "Allah korusun, bu memlekete bir şey olursa sokağa çıkmam!” dedim. “Çıkarsın, çıkarsın, öyle bir çıkarsın ki..” cevâbını verdi.

O üçkâğıtçı, 15 Temmuz gecesi kimin kazanacağının hesâbını yaparken ben, kendimi sokakta buldum. O üçkâğıtçı 15 Temmuz sabahı sahte kahramanlığın hesâbını yaparken ben, “Anacığım, sağol bizi bırakmadınız.” diyerek bana sarılan oğlum yaşındaki polisle ağlıyordum. O üçkâğıtçı sonraki günlerde Mccartyzmin büyüsüne kapılmış giderken ben “Aman dikkat, mâsumların canı yanmasın!” diyordum.

Ben bir anneyim. Çocuklarım için her zaman, “Allah, vatana millete bağışlasın!” derim. Yine de o gece hiçbirine kıyıp dışarı çıkaramadım. Sâdece, “Korkmayın, kimseye kapıyı açmayın!” tenbîhinde bulundum. Aklım başıma sonradan geldi. Ya eve dönemeseydik?

Her dâim dilimde olan bir duâ daha var. “Allah, devlete zevâl vermesin!” 15 Temmuz sonrası devletimizin şehîd çocuklarına sâhiplenmesi, bu duâmın ne kadar mühim olduğunu gösterdi. Bize bir şey olsaydı çok şükür devlet vardı. Bu yüzden,

Allah; kimseyi, bayraksız, vatansız, devletsiz bırakmasın!

Yalan yok, önce eşime “Sür yaylaya!” dedim. Korktum; çok korktum. 12 Eylül’ü hatırladım. Bir de cemaat aleyhinde yazılarım vardı. Cemaatçi bir arkadaşımın ”Senin o yazıların…” diye kükreyişinde tehlikenin farkına yeterince varmıştım zâten.

Darbe ortamında her şey başa gelir. Kızım aklıma geldi. Başarırlarsa hiç şansımız yoktu. O hâlde başarmamaları lâzımdı. “Öyle de ölüm böyle de..” deyip çıktık.

Bunları övünmek için yazmıyorum. Elhamdülillah, ben, ülkem, devletim ve çocuklarım için bana düşen vazifeyi yaptım. 15 Temmuz şehîdlerinden utanırım övünmeye.

Fakat ben, ülkem, devletim ve çocuklarım için öyle bir şey daha yaptım ki bununla acâip derecede övünüyorum. Herkese hava atıyorum. Şehîdlerimize, bayrağıma, vatanıma, milletime, devletime karşı alnım ak. Çünkü 15 Temmuz darbesine kalkışanların güçlenmesinde hiçbir dahlim yok. Ne dersânelerinin kuytularında vaazlarını dinledim ne de gazete köşelerinde hocaefendilerine methiyeler düzüp şiir yazdım. Geçmişimde hiçbir cemaatin hiçbir şeyhine, efendisine tek kelime tapınma bulamazsınız.

Çünkü benim mîlâdım 80’li yılların sonu, 17-25 değil. O yıllarda belirledim safımı. Bir cemaatin bu kadar hızlı yükselmesi, hem Türkiye’nin hem dünyanın her tarafında patır patır okul açması normal değildi. Bunun CIA’dan bağımsız olması mümkün değildi.

Malkolm X filmini seyredenler, Eliah Muhammed’i bilirler. Aynı oyun çevriliyordu. Amerika kendisine çıkan yolu destekliyordu. Malkolm X, gittiği yolun İslâm olmadığını fark edip isyan ettiğinde suikaste uğramıştı.

Bu memlekette beş çocuk annesiyseniz onlara karşı durabilmeniz gerçek bir başarı hikâyesidir. Çünkü mutlaka karşınıza çıkıyorlar. Mutlaka evinize kadar gelip çocuklarınıza tâlip oluyorlar. Ben, çocuklarımı, “Allah vatana millete bağışlasın” diye büyütürken, ne idüğü belirsiz bir yola bağışlayacak kadar ahmak olamazdım. “Çocukların doğru dürüst bir işe giremezler.” diyenlere, “Rızık Allahtan, onlardan değil.” dedim. Sâdece onlara değil, böyle hiçbir oluşuma yanaştırmadım. Dinlerini eksik öğrenmelerine râzı oldum ama “Allah bir, Peygamber hak” düstûrundan şaşmadım. Efendileri, şeyhleri olmadı.

15 Temmuz’dan aylar sonraydı. İstanbul’da okuyan iki gözüm oğlum telefon edip, ”Annem, bunlarla sıfır alâka ne güzel bir şeymiş.” deyince, “Size daha iyi bir hediyem olamazdı.” dedim.

Neden mi?

Beni en çok üzen ve yaralayan devleti ele geçirme hevesleri veya darbe sevdâları değil. Asıl tehlike, şu dinler arası dialog denilen peygambersiz İslâm safsatasıydı. Her yıl darbeye teşebbüs etseler kaç yazar? En fazla, ölür şehîd oluruz. Ama eğer o proje gerçekleşseydi bitmiştik. İki dünyamız da kararmıştı.

Asırlardır erkek çocuklarına Mehmed, kız çocuklarına Gül adını veren bu millet, bir sabah, Hristiyanvâri, peygambersiz bir dinin mensûpları olarak uyanacaktı. Bu, bin tâne darbeden daha tehlikeliydi. İslâm dinine yasak koyarak bu milleti Hristiyanlaştırmayanlar, güyâ İslâmlaştırarak Hristiyanlaştıracaklardı.

Plan, bu kadar basitti. Elin oğlu, 100. yılın rövanşını almaya böyle hazırlanıyordu. Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığı yüzünden hâlâ bu gerçeği göremeyenlere yazıklar olsun!

Peygambersiz İslâm tehlikesinde uyanmayıp, 17-25’de ikbâl korkusuyla uyananlara da yazıklar olsun!

İnanın, çevremizde birçok insan çocukları dinini öğrensin diye evlere, dersânelere gönderirken karşı durmak kolay değil. Çocuklarımın dindar olmamasını göze aldım. Tehlikelere açık olmalarını göze aldım. Çünkü benim için ibâdeti olmayan ama imanı sağlam bir insan, beşe beş katarak bir sapığın peşinden gidenden daha makbûldü. Aynı süreci Mecîd Mecîdî’nin son filminde de yaşadım. Koskoca anlı şanlı ilâhiyatçımız filme cevaz verirken ilk tepkim, “Asla, çocuklarıma seyrettirmeyeceğim!” oldu.

FETÖ’nün rahle-i tedrîsinden, eğitim kurumlarından 20 yıl evvel bile geçmiş insanlara kritik devlet görevleri verilmesine şiddetle karşıyım. Anaokulunda bile şuuraltlarına ne yerleştirildiğini bilemem. Bir kelimelik komutla hizâya girip istenileni yapabilirler. Bu yüzden onlardan devşirilen köşe yazarlarının vatan millet edebiyâtına da kanmıyorum. Nitekim darbe gecesi de sâdece twitterda vardılar. Darbenin yönü belli olunca aslan kesildiler ama kimse yemedi. Mustafa Canbaz şehit olurken, Hande Fırat ve Nedim Şener arslanlar gibi ortadayken onları göremedik. Hande Fırat’ı vatan hâini yapmaya kalkarak üste çıkma numarasına gülüp geçtik. Gecenin kahramanı olamadıklarının acısını böyle çıkarmaya kalktılar.

Taraf, Zaman vs. kapatılınca o tâlihsiz yazıları unuttuğumuzu sanmasınlar. Türk ordusuyla, şehitlerimizle, bayrakla dalga geçtikleri, APO’ya methiyeler düzdükleri, Başbakan Erdoğan’ı ölülere işkence etmekle suçladıkları yazılar, dinlerarası dialoga hizmet eden kilise pozları,  geçmişlerinde kara bir leke olarak duruyor. Çanakkale şehitlerini bir kere bile anmayanların, 15 Temmuz şehitlerine üzülmeleri mümkün mü? Çanakkale’ye mesâfesi olanlar, 15 Temmuz’a yakın olabilirler mi?

Bu yapının ne kadar dönek, hâin ve bukalemun olduğunu iyi bildiğimiz için bir zamanlar Gülene tapınan gazetecilerin şimdi sayıp sövmelerine zerre miktar inanmıyoruz. Devlete, millete sâdık olabileceklerine güvenmiyoruz. “Aman mâsumların canı yanmasın!” dediğimizde bizi hedefe koymaları, hiç mühim değil. Satıra gelen hatıra gelir ve gelecek! Allahaşkına, dersanelerde vaaz dinlediğiyle övünen, Gülene şiir yazıp şehîdlere hakâret eden bir yazar şimdi vatan kahramanı olurken çocuğunu dersâneye gönderen bir vatandaşın hapse girmesi, işten atılması normal mi? Buna itiraz edince neye hizmet ettiğimizi, kamuoyu gâyet iyi biliyor.

Malazgirt’ten Çanakkale’ye, İstiklâl Harbi’ne ve 15 Temmuz’a kadarki bütün şehitlerimize borcumuz var. Bu borcu ödemek istiyorsak çocuklarımızı, ne idüğü belirsiz, kökü dışarıda her türlü sapık yoldan ve sapkınlardan uzak tutmalıyız.  

Ortada, 15 Temmuz gecesi saklanıp sonra aslan kesilen bol miktarda sahte kahraman var. Bir anne olarak bütün samîmiyetimle söylüyorum, varsın olsunlar! Tek bu bayrak inmesin, tek bu vatan düşmesin, tek bu devlet ayakta olsun da onlar da olsun! Onlar var diye devlete mi küseceğiz? Aslâ ve kat’a! Biz, her dâim üzerimize düşeni yapacağız!  

Sancaklar kalmasın aysız,

Bozoklar Üçoklar yaysız

Soyunu bilmeyen soysuz

Düşmanına kor meydanı

Elhamdülillah, soyumuzu sopumuzu, mâzimizi biliyoruz. 

Allah, şehîdlerimize lâyık olmayı nasib etsin!  Türk milletini ve Türk ordusunu muzaffer eylesin! Türk bayrağına el uzatanları, dil uzatanları, iki dünyâda da rezil rüsvâ etsin!

Not: Çocuklarımız ve torunlarımız, istikbâlde yazılarımızı okuyacaklar. Bütün yazılarımızı…  Kriptolar, üstü kapalı tehditlere devâm etmek yerine, çocuklarına bıraktıkları mîrâsın derdine yansınlar. İnternetten sildirdikleri FETÖ ve PKK güzellemeleri, Meclis Kütüphânesi’nde, Millî Kütüphâne’de, Beyâzıd Devlet Kütüphânesi’nde ve daha nice arşivde kapı gibi duruyor. Hepsi bir yana, Allah biliyor ve tabi şehîdlerimizin aziz ruhları….”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum