Adaletsiz hakimin sonu

Adaletsiz hakimin sonu
Çarpık yönetim sistemi gereği devlet idaresinin merkezine oturan yüksek yargı mensupları için tarih ''adil olma'' adına ibretlerle dolu. İstiklal Mahkemeleri'nin Ali Çetinkaya'sı hayatının son yıllarını astığı insanlarla hayalen konuşarak geçirmişti.

Türkiye, bir kez daha yüksek yargıdaki hakimlerin iki dudağı arasına kilitlenmiş bekliyor. Millî iradenin hakimiyeti, ülkenin çıkarları adına yakın tarihte pek çok hatalı karara imza atan yargıçlar, bugün de ülke gündemindeki belirleyici konumlarını sürdürüyorlar. Sadece vicdanları ve yürürlükteki kanunlara bağlı kalması gereken hakimlere, tarihin tozlu sayfaları ise dersler çıkartılacak öyküler sunuyor.

ÖNCE GİYENİ DÖVDÜ, SONRA GİYMEYENİ ASTI
Atatürk’ün yakınında bulunmaktan başka bir meziyeti olmayan, devlet terörü haline gelen İstiklal Mahkemeleri’ndeki “hakimliğiyle” bir zulüm makinesine dönüşen Ali Çetinkaya, ilkesiz bir şahsiyetti. Şapka kanunu çıkmadan önce bakmakta olduğu bir davaya, alışılmadık bir biçimde fötr şapka ile gelen özenti bir genci, “Baban da mı gavur şapkalıydı?” diyerek tekme tokat dövmüştü. Ancak aynı Çetinkaya, sadece bir yıl sonra ise şapkaya muhalefetten idam ve hapse mahkum ettiği mazlumların sayısını hatırlamayacaktı bile.

HZ. HAMZA’NIN YANINA GİDECEKSİN
Acımasızlığıyla temayüz etmişti. Doğu’daki isyanların birinde karşısına gelen “asi”ye “delil” olarak, arkadaşına bambaşka bir bağlamda gönderdiği şu telgrafı gösterip idamını istiyordu: “Din uğruna büyük şehid Hz. Hamza’nın yanına gitmeye hazırım.” Sanığa baktı, tıslar gibi bir sesle “Demek ki Hz. Hamza’nın yanına gitmeye hazırsın! Peki yarın sabah orada olacaksın” dedi ve idam kararını verdi.

ZULÜMLERİN SONU…
Devran döndü, mansıp ve makamlar gitti, kullanılıp bir kenara atılan her zalim manivelası gibi o da unutulmaya mahkum oldu. Sadık Albayrak, Çağdaş Devrim Yobazları’nda Samet Ağaoğlu’nu şahit göstererek, şöyle anlattı son demlerini: “Son seneler, vicdanı ile kafası arasında beliren hayâllerin, başlangıçta zaman zaman, sonraları gece gündüz, hattâ şuurunu büsbütün kaybettiği ölümünden önceki haftalara kadar tehditleri, kavgaları, kahkahaları mimikleri arasında geçti. Yatağından birden fırlıyor, ‘Beni Meclis’e götürün’ diyordu. Giydiriyorlar, biraz dolaştırdıktan sonra evine getiriyorlardı. Meclis’e gelmiş sanıyor, Meclis kanepelerine oturuyorum diye bir sedire çöküyordu. Sonra hayalindeki insanlarla konuşuyor, kimin azarlıyor, kimine gülüyor, bazısını tehdit ederek bağırıyordu.”

(Murat Unay – habervaktim.com)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.