Ahmet Varol

Ahmet Varol

Şimdi de masa başı kurnazlığı

Şimdi de masa başı kurnazlığı

İşgalcilerin kara operasyonu öncelikli olarak bir psikolojik savaş ve tehditti. Ama mücahitler saldırganlara asıl darbeyi kara saldırılarına karşı vuracaklarını düşündüklerinden bu psikolojik savaş stratejisinden etkilenmediler ve işgalcilerin korktuğu başlarına geldi. Saldırganlar daha fazla ileri gitmelerinin kendi askerleri üzerinde psikolojik tesir yapacağını anlayınca yeniden saldırının başlangıcında kullandıkları taktiğe döndüler.
Saldırının başlangıcında kullanılan taktik ise insanları kitlesel halde katletmek suretiyle yıldırmak, korkutmak ve teslim olmaya zorlamaktı. İşgalcinin ilk saldırıda özellikle polis okulu mezuniyet törenini, öğrencilerin çıkış saatlerine denk getirerek okul çıkışlarını hedef alması ve çoğu çocuk 200 kişiyi bir çırpıda katletmesi bunun içindi. Gerçi bu taktiğini saldırının başından itibaren hiç terk etmiş değil. Ama kara saldırısında tıkandığını anlaması üzerine de BM’ye bağlı UNRWA’ya ait okulu hedef alarak 43 insanı bir çırpıda katletmesi, 45 insanı da yaralaması söz konusu taktiği daha etkin bir şekilde devreye sokma amacına yönelikti. Bu kadar çok sayıda insanı bir çırpıda katledebilmesine ise BM’nin vurdumduymazlığı, aldırmazlığı imkân sağlamıştır. Çünkü normalde söz konusu okulun aynı zamanda BM’nin güvenli noktası olarak kullanılması gerekiyordu. Zaten bu özelliğinden dolayı insanlar canlarını kurtarma amacıyla oraya sığınmışlardı. BM yetkilileri de İsrail askeri yetkililerine okulun bütün koordinatlarını verdiklerini dile getirdiler. Okulun koordinatlarının verilmesinin amacı normalde buranın güvenli nokta olarak bilinmesi ve vurulmaması içindir. Dolayısıyla koordinatları tespit edilmiş ve saldıran tarafa bildirilmiş güvenli nokta hedef alındıysa bunda kesinlikle kasıt vardır. BM yetkililerinin açıklaması da böyle bir kasıt olduğunu ortaya koymaktadır.
İşgal güçleri ise BM yetkililerinin okulun koordinatlarını kendilerine vermelerini yeni bir katliam gerçekleştirmek ve saldırının başlangıcında başvurdukları taktiği daha etkili bir şekilde devreye sokabilmek amacıyla değerlendirmişlerdir. Tıpkı Kana katliamında yaptıkları gibi. Bu durumda işgal devleti birkaç savaş suçunu birden işlemiş olmaktadır. Birinci olarak okulun vurulması önemli bir savaş suçudur. İkinci olarak alelade bir okul değil uluslararası yardım kuruluşuna ait okul vurulmaktadır ve bu okulun BM tarafından özellikle korunuyor olması gerekir. Üçüncü olarak da hava saldırılarının sebep olduğu tehditler karşısında BM burayı güvenli nokta ilan etmiş, insanları canlarını kurtarmaları için oraya sığınmaya çağırmış, karşı tarafa da saldırılmaması talebiyle koordinatlarını vermiştir.
Ama BM Siyonist vahşet karşısında yine suskun kalmayı tercih etmiş, Genel Sekreteri bu iğrenç katliamı, birkaç savaş suçunun bir arada işlenmesini kınamaktan bile kaçınmıştır. Oysa aynı suçlar işgalci Siyonistlere karşı işlenmiş olsaydı BM bütün dünyayı ayağa kaldırırdı.
Ne yazık ki aynı aymazlık Avrupa Birliği’ne, Arap Birliği’ne, İslâm Konferansı Teşkilatı’na ve daha başka uluslararası teşkilatlara da hâkimdir. İşte bundan dolayı Filistin halkı ümmetin yetim çocuğudur.
İşgal devletinin, insanları topluca katlederek Filistin direnişini yıldırma, korkutma ve teslim olmaya zorlama taktiği karşısında harekete geçmekten kaçınan BM Güvenlik Konseyi, onun direniş karşısında ciddi kayıplar vermesi ve sarsıntıya uğraması üzerine harekete geçerek acil karar çıkardı. Burada aynen 2006 Temmuz’unda Lübnan’a yönelik saldırıda izlenen stratejiye başvurulduğunu görüyoruz. Bu gerçeği sadece biz söylemiyoruz. Pek çok yorumcu dile getirdiği gibi bizzat BM Genel Kurulu Başkanı Miguel d’Escoto da vurguladı ve Güvenlik Konseyi’nin bu tutumunu sert bir şekilde eleştirdi.
Burada da Siyonist lobilerin ve ABD’nin yönlendirdiği bir masa başı kurnazlığı görüyoruz. Önce işgalciye “fırsat verilmesi” sonra da “ateşkes, barış vs.” numaralarıyla kolundan tutulup kurtarılması. Burada da Filistin direnişinin hedefe yerleştirildiğini görüyoruz. Güvenlik Konseyi’nin kararında “her türlü silah kaçakçılığının önlenmesi” talebiyle Filistin direnişinin mahkûm edilmesine çalışılıyor. Oysa birinci olarak Filistin direnişinin kullandığı silahların çoğu Abbas dönemindeki polis teşkilatının temin ettiği silahlardır. İkinci olarak da her türlü silah teknolojisine sahip vahşi işgalcinin tehdidiyle karşı karşıya olan Filistinlinin kendini savunmak için silah temin etme hakkı vardır. Uluslararası emperyalizm engelliyorsa Filistinlinin kendi imkânlarıyla temin etmesi en doğal hakkıdır. Çözüm Filistinlinin savunmasız halde işgalci canavarın önüne atılmasında değil, kendi ordusunu oluşturmasına ve silah temin etmesine imkân sağlanmasındadır. Kararda direnişin üstü kapalı bir şekilde “terör” olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Filistinli kendi öz yurdunu ve haklarını savunmakta, Siyonist vahşete karşı meşru müdafaada bulunmaktadır. Kendi güvenli noktasının işgalci tarafından kasten hedef alınarak insanların topluca katledilmesi karşısında suskun kalan BM’nin bugün kalkıp da Filistin direnişini mahkûm etmeye kalkışması saldırganın yanında yer aldığını, açıktan taraf tuttuğunu gösterir.
Şu var ki Filistin direnişi BM’nin işgalciyi bataklıktan kurtarma amacına yönelik masa başı kurnazlığına kanmayacak, haklarını savunma konusundaki kararlılığından vazgeçmeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi