Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Çok satan gazetelere kalsaydı, Erdoğan çoktan bitmişti!

Çok satan gazetelere kalsaydı, Erdoğan çoktan bitmişti!

Bir gerçeği “yok” saymakla veya “devekuşu” gibi başını kuma gömmekle gerçek ortadan kalkar mı?.. Ya da, bir insanın “gözlerini kapaması” ile gündüz, hiç gece olur mu?..
Gayet açık ve net söylüyorum: Bugün, Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi, “kendinden başka herkesi yok sayma” anlayışıdır!.. Kendini ya da yandaşlarını “baş tacı” yapan ama başkalarını “yok” sayan kişi ve kurumlar, hem “gerçek”lerden kaçıyorlar, hem de “yok” saydıkları kişi ve olaylarla yüzyüze geldiklerinde, şaşırmış numarası yapıyorlar!.. Oysa, şaşırmalarına hiç gerek yok... Çünkü o gerçek, orada zaten “var”dır!.. Ama, sen görmek istemedin!.. Zannettin ki; “görmezden gelmekle”, o kişi, kuruluş veya hareket yok olup gidecek!.. Hayır o kişi de, o kuruluş da, o hareket de yaşayacak ve büyüyecek... Kimbilir, bir gün çok fazla büyüyüp, belki seni de kuşatacak!.. Sen kalkmış; hâlâ “görmezden geliyor”, hâlâ “yok” sayıyorsun!.. Bir gün, kendinin de “yok” sayılacağını bile bile!..
ERTUĞRUL, ASLINDA “SOSYOLOG”TUR!
Bu girizgâhı, ilk önce Ertuğrul Özkök, daha sonra da “akredite” uygulayan kuruluşlar için yaptım...
“Akredite” uygulayan kuruluşları biliyorsunuz... Bazı gazeteleri, “kendilerinden” saymıyorlar... Dolayısıyla, “yok” sayıyorlar!.. Kendilerine yönelik “eleştirel bir haber” yayınlandığında da, akılları sıra “görmezden gelmeyi” sürdürüyorlar!..
Peki, onların “yok” sayması veya “görmezden gelmesi”yle, meselâ Vakit gazetesi “yok” mu olmuş oluyor?..
Tam aksine,
Bir “kartopu” gibi büyüyor!..
O halde, yapılması gereken ne?.. Hiç kimseyi “yok” saymadan, hiç kimseyi görmezden gelmeden, yapılan “eleştiri”lere ve sorulan “soru”lara cevap vermek!..
Böylesi bir tavır, “yıpranma”yı da önler, “halkın gözünden düşme”yi de!..
Dahası... Şu anda “itibar”larının yüksek olduğunu zannedip başkalarını yok sayanlar, bir gün gelir, “itibarlarının beş paralık” olduğunu görüverirler!..
Öyle sanıyorum ki; yukarıda yapmaya çalıştığım “durum tesbiti”ni en iyi anlayacak olanlardan biri de Ertuğrul Özkök’tür!..
Çünkü Ertuğrul Özkök, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni olmasının yanı sıra, belki de “gazetecilik”ten daha çok ve daha önce “sosyolog”tur!..
Malûm, bir “sosyolog”un yapması gereken ilk iş de “toplumdaki değişim süreci”ni iyi gözlemlemektir!..
Tabiî, bu gözlemi yapabilmek için “toplumu iyi tanımak” gerekir!.. Toplumun “inancı” nedir, “tepkisi” nasıldır, “öncelik”leri nelerdir vesaire...
Toplumu iyi tanımaz isen, “ruh” ve “heyecan”ından habersiz olursan, yapacağın “tahlil” de “yüzeysel” kalır!..
Tıpkı, Ertuğrul’un yaptığı gibi!..
Ertuğrul, bir yazısında, “Gurur oylarının AK Parti’ye getirisi yüzde 8 mi?” diye sormuş, 5 Şubat tarihli yazısında da, aynı soruyu “gazeteler” için sorup, demiş ki;
“Gurur oylarının gazetelere getirisi nedir?”
Yani gazete tirajlarını nasıl etkilemiştir?
Ya da şöyle sorayım:
Masadan kalkma olayına tam sayfa alkış tutan gazetelere ne getirmiştir, daha serinkanlı veren gazetelere katkısı ne olmuştur?
Birinci itiraz, DSP eski milletvekili Uluç Gürkan’dan geldi.
Gürkan, Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye getirmenin, DSP oylarında 8 puan artış sağladığı tezine itiraz ediyor ve şunu söylüyor:
“O günlerde DSP olaylarında ciddi bir artış vardı. Öcalan’ın yakalanmasından iki hafta önce yaptırdığımız bir ankette DSP oyları yüzde 20’nin biraz üzerinde görünüyordu. Öcalan yakalanınca, bir ara bu oy yüzde 28’lere çıktı. Ama seçimde yüzde 21’in biraz üzerinde oy aldık. Yani, Öcalan’ın yakalanmasının DSP’ye getirdiği bir şey olmadı.”
İkinci itirazı ise “A&G Araştırma Şirketi” yöneticisi Adil Gür’den aldım.
Onun görüşü de şöyle:
“Haklısınız, duygusal bir seçmenimiz var, zaman zaman duygusallığımız mantığımızın önüne geçiyor. Geçen Pazar günü seçim yapılsaydı AK Parti alabileceğinden 8-10 puan fazla oy alacaktı. Seçmenin bir bölümü bu sıcak gündem maddesinin etkisiyle duygusal davranacak, günlük sıkıntılarını unutarak AK Parti’ye yönelecekti.”
APO OLAYI VE DSP İKTİDARI
Ertuğrul’un diğer tahlillerini biraz sonraya bırakıp, “örnek” gösterdiği “itiraz”lara yönelik bir “itirazım”ı ifade etmek istiyorum...
“Apo’nun Türkiye’ye getirilmesinin DSP’ye hiçbir katkısı olmadı” demek, “gerçeği yok saymak”tır!..
Evet, Ecevit, “Apo’nun niye teslim edildiğini” öğrenemeden ölmüştür ama, bu “teslimat”ın “iktidar keyfi”ni de yaşamıştır!..
Rakamlar ortada:
DSP’nin 1995 seçimlerinde aldığı oy oranı “yüzde 14.6”dır ve çıkardığı milletvekili sayısı da 76’dır!..
Aynı seçimde, MHP de “yüzde 8.2” oranında oy almış ve “Meclis dışı” kalmıştır!..
Aynı DSP, 18 Nisan 1999’da, yani “Apo’nun yakalanması”ndan sonra yapılan seçimde “yüzde 22.1” oy almış ve “136 milletvekili” çıkarmıştır!..
MHP’nin oy oranı da, “yüzde 8.2”den “yüzde 17.9’a” yükselmiş ve 4 yıl önce “meclis dışı” kalan MHP, çıkardığı “129 milletvekili” ile “iktidar ortağı” olmuştur!..
Bu tablo ortadayken, bu milletin “Apo’nun yakalanmasından duyduğu sevinç ve heyecanı” yok saymak, ne “siyasetçi”liğe sığar, ne de “sosyolog”luğa!..
Uluç Gürkan gibilere sorarım;
Önce “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atan, Apo yakalanınca da “İmralı, Apo’ya mezar olacak” diye bağıran MHP’liler, bunun karşılığını hiç görmediler mi?..
Bu millet DSP’ye veya MHP’ye niye oy verdi ki?.. O sevinç ve heyecan olmasaydı, onları “koalisyon ortağı” yapar mıydı?..
Eğer, “DSP zaten yükselişte idi” ise, 3 Kasım 2002 seçimlerine gelindiğinde, niye “yüzde 1” oy aldılar?..
Demek oluyor ki;
Alınan oylarda; “sevinç”lerin, “heyecan”ların ve “coşku”ların büyük rolü vardır!..
Ya da, “tepki”lerin!..
Sorarım size;
AK Parti, 27 Nisan gecesi yayınlanan “e-muhtıra”ya, hemen ertesi günü aynı sertlikte cevap vermeseydi ya da bu millet “367 hokkabazlığı”na tepki göstermeseydi, AK Parti, “yüzde 47 oy” alabilir miydi?..
Ne yapalım ki, millet, bizim milletimiz!..
Onun da böyle “hassasiyet”leri var işte!..
DAVOS’UN TİRAJLARA YANSIMASI
Gelelim, “gazetelerin tirajı” meselesine!..
Ertuğrul diyor ki;
“Birkaç fanatik gazete ve gazeteci dışında, bazıları, manşetten Erdoğan’a tam sayfa alkış tutarken, yazarlarının bir bölümü, daha serinkanlı, hatta eleştirel değerlendirmeler yaptı.
Başka bazılarında ise tam tersi oldu.
Peki, bu olayın gazete tirajlarına getirisi ne oldu?
Erdoğan’a, coşkulu bir destek veren gazetelerden Star o gün 11 bin, Vakit 9 bin, Yeni Şafak 7 bin, Tercüman 2 bin gazete fazla sattı.
Buna karşılık, olaya daha serinkanlı bakan Hürriyet’in satışı 30 bin, Milliyet’inki ise 25 bin arttı.
Birinci sayfasının neredeyse tamamını Erdoğan’a ayırarak, “Birileri bunu söylemeliydi” manşetiyle çıkan Posta gazetesi de 30 bin, Sabah 30 bin, Vatan ise 18 bin gazete fazla sattı.
Peki bunlara bakarak, hangilerinin “halkın hissiyatına tercüman olduğunu” söyleyeceğiz?
30 bin fazla satanın mı, yoksa 7 bin fazla satanın mı?
Tabii, tezgâhta 20 bin satan gazetenin tirajı o gün 7 bin artmışsa, onun yüzdesine mi bakacağız?”
Ertuğrul demeye getiriyor ki;
“Bazıları, bizim İsrail ağzı kullandığımızı söylese de, Davos olayında, biz herkesten fazla sattık!”
Hadiseye “yüzeysel” bakarsan, Ertuğrul’un dediği doğrudur... Ama Ertuğrul; eğiyor, büküyor, yontuyor, çarpıtıyor ve olayı asıl mecrasından saptırıyor!..
Şöyle bir örnek vereyim:
Bir işveren, “işçi”lerinin her birine “yüzde 10” oranında zam yapmış... Ama işçilerden bazıları 500 lira alıyor, bazıları da 150 lira!..
Peki, yapılan “yüzde 10 zam” nasıl yansır işçilerin ücretine?..
150 lira alan 165 lira almaya başlar... Çünkü yansıma, “15 lira”dır!..
500 lira alan ise, 550 lira almaya başlar... Çünkü yansıma “50 lira”dır!.. Bir işçi; şimdi bu tabloya bakıp da, “ben daha çok zam aldım” diyebilir mi?..
Diyemez... Çünkü, onun ücreti zaten yüksekti!..
Bu da, öyle bir şey... Ertuğrul, “Biz çok sattık” diyor... Aslına bakarsanız; biz, Hürriyet’ten daha çok sattık... Bizim, “fazladan 9 bin” sattığımızı yazmış... Eğer “Hürriyet’in tirajı”na vurursak, biz “90-100 bin satmışız” demektir!..
Kaldı ki; “30 bin fazla” da satamazdık... Çünkü bayilerde o kadar Vakit bulunamazdı!..
GÜNDEMİ, ÇOK SATANLAR BELİRLESEYDİ!
Gelelim, “olayın başka boyutu”na...
Ertuğrul, terazinin bir kefesine “Erdoğan’a coşkulu destek veren” gazeteleri, diğer kefesine de “serinkanlı” gazeteleri koyup, soruyor: “Bunlardan hangileri halkın hissiyatına tercüman oldu?..
30 bin fazla satan mı,
7 bin fazla satan mı?”
Kusura bakmasın ama, Ertuğrul burada da “sap” ile “saman”ı birbirine karıştırıyor!..
Çünkü halk; hangi gazetenin olayı “nasıl verdiğine” bakarak değil, “o coşkuyu görmek” için gazete aldı...
İnsanlarda, öyle bir “sevinç, heyecan ve coşku” vardı ki, hiç kimse kim “delikanlı”dır, kim “serinkanlı”dır, bakmadı bile!..
Hani, denilebilir ki;
“Bulduğu gazeteyi aldı!”
O heyecan olmasaydı, demek oluyor ki; Vakit’in “9 bin gazetesi iade” olacaktı... Ama Hürriyet’in “30 bin” gazetesi bayilerde kalacaktı!..
Şunu söylemeye çalışıyorum:
“Seçim sonuçları”nı veya Türkiye’deki gidişatı, eğer “çok satan gazeteler” tayin ediyor olsaydı, Tayyip Erdoğan’ın “siyasi hayatı bitmişti” ve Erdoğan, “muhtar bile olamaz”dı!..
Ama, sonuç ortada:
Erdoğan, bugün “yüzde 34” ve “yüzde 47” oy oranlarıyla “iki defa başbakan” olmuş bir siyasetçidir!..
Öyle umuyorum ki;
“Davos’taki dik duruş”un sandığa yansıması da, umulduğundan çok fazla olacaktır!..
Ve son söz: Ertuğrul Özkök, iyi ki “sosyolog” olarak kalmamış... Çünkü, “gözlem”leri hiç sağlıklı değil!.. İşin garibi, “gazeteci” olarak da “yanlış teşhis” koyuyor ve elbette sonuçları da yanlış oluyor!..
Dua etsin ki;
“Az” satan ama hem “toplumun hissiyatını anlayan”, hem de “lokomotif” olan gazeteler var!..
Dedim ya; eğer meydan Hürriyet gibi gazetelere kalmış olsaydı; Erdoğan bugün “muhtar” bile değildi!..
Ertuğrul’a tavsiyem; halka ve olaylara “ideolojik” bakmayı bırakıp, en azından “objektif” bakmaya çalışması!..
Yoksa; 500 bin, 50 bine iniverir!..
Artık vazgeçin, başkalarını “yok” saymaktan!..
Taklit, ‘asıl’ın yerini tutmaz
Olmuyor işte... “Sokma akıl” bir türlü “akıl” olmuyor... Hele “çakma akıl” hiç olmuyor!.. Herkese “kendi aklı” lâzım.
Görüyorsunuz işte... Kendileri bir türlü “proje” üretemeyen CHP’liler, “AK Parti’nin kuyruğu”na takılmış, onu “taklit” etmeye çalışıyor... Kimi “çarşaflıya rozet” takmakla, kimi “her mahalleye Kur’an kursu” vaat etmekle meşgul!..
İyi de, bu adamlar hiç bilmezler mi ki; “taklit”ler veya “fotokopi”ler, hiçbir zaman “asıl”ın yerini tutamaz!..
Ne kadar “başarılı taklit” etseler de, nihayetinde “iyi bir taklitçi” olmaktan ileri gidemezler!..
Bu açıdan baktığımızda, “CHP, çakma bir AK Parti oldu” yönündeki eleştirilere katılmamak mümkün değil!.. Hani, “sokma” da olsa, “çakma” da olsa, keşke “asla uygun” davranabilseler!..
Ama, dedim ya, olmuyor işte... Bir gün geliyor; Sefa Sirmen, Habertürk ekranına çıkıp; “Her mahallede Kur’an kursları da olan evlerde, eğer istek olursa içki servisi de yapılabileceğini” söyleyiveriyor ve böylece, “çakma bile olamayacağını” gösteriveriyor!..
Şu hâle bakın: “Kur’an” ve “içki” aynı çatı altında!.. “Sonradan olma” olursan, böyle olur işte!.. Adam, “Kur’an-ı Kerim’in içkiyi haram saydığını” bilmiyor ki!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi