Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Böyle olmayabilir miydi?

Böyle olmayabilir miydi?

ABD'de başlayan ve ardından bütün dünyayı ve bu arada Türkiye'yi de pençeleri arasına alan ekonomik krizin etkilerinin dalga dalga yayılmaya başladığına ve gittikçe daha da derinleştiğine şahit oluyoruz.

Piyasada müthiş bir durgunluk hakim. Faaliyetlerini geçici olarak durduran, kapanan ve kapanmak mecburiyetinde kalan işyerleri, artan işsizlikle atbaşı gidiyor.

İşin belki de en vahim tarafı, bu kötü gidişatın ne zaman, nasıl ve nerede duracağı hususunda kimsenin ciddi bir fikrinin olmaması...

Ekonomik krize tedbir sadedinde dünyanın çeşitli ülkelerinde atılan adımlar, genel olarak piyasaları hareketlendirici yönde olur ya da olması beklenirken, ülkemizde tedbir sadedinde henüz ciddi bir adım atılmadığını biliyoruz.

Bu cümleden olmak üzere atılması beklenen adımlardan en önemlisi ise IMF ile yapılması beklenen bir anlaşma ve bu anlaşmanın da temel esaslarından birisi, özellikle çalışanlara ve emeklilere kesinlikle zam yapılmaması şeklinde.

Yani tedbir olarak düşünülen husus, hareketsiz hale gelmiş piyasaları hareketlendirmekten çok, var olan hareketsizliği daha da artıracak cinsten gibi gözüküyor.

Ekonomik krizin bizdeki başlangıç etkilerinin psikolojik olduğu ve krizin doğrudan etkilerinin Türkiye tarafından daha yeni yeni hissedilmeye başlandığı şeklindeki görüşün haklı tarafları olduğu açık.

Psikolojik etkinin esas sebebi ise, ülkedeki çoğunluğun ekonomik durumunun kırılganlığı ve bunun doğurduğu tedirginlikle alakalı.

Krizin daha rüzgarı bile ülkemize gelmemişken, ülkedeki ekonomik hayatın birdenbire acı bir fren yapmış olmasının başka bir izahı yok çünkü.

Ülkemizde yaşanmakta olan kriz, insanımızın zaten zor şartlar altında sürdürdüğü hayatın bundan sonra daha da zorlaşabileceği endişesi ile en zaruri ihtiyaçlarda bile kısıtlamaya gitmesi ve bunun da piyasayı ciddi şekilde etkilemesi olayıdır.

İşte tam da burada yaşadıklarımız ve bundan sonra yaşayacaklarımızla alakalı olarak söylenmesi gereken temel husus gündeme gelmektedir ve o da, gelir dağılımındaki adaletsizliktir.

Gelir dağılımı eğer adaletli bir şekilde sağlanabilmiş olsa idi, krizin psikolojik etkilerinin en azından bugün yaşamakta olduğumuz kadar hissedilmeyeceği ve esas dalgaya daha da hazırlıklı olabileceğimiz son derecede açık bir husus.

Ekonomistlerin değerlendirmeleri farklı olsa da, sabit ve dargelirlilerin tamamının reel gelirlerinde son senelerde büyük düşüşler yaşanmakta olduğu, üzerinde herkesin ittifak ettiği bir konudur.

2001 ekonomik krizinden beri, çalışanların, emeklilerin, küçük ve orta çaptaki üreticilerin gelirlerinde yaşanan ve bir türlü tersine çevrilemeyen ya da çevrilmek istenmeyen düşüş; ülkemiz ekonomisi üzerinde kesin söz sahibi olan IMF'nin sadece kefil olduğu borçlar ve faizlerin ödenmesini ön plana alan tavsiyeleri, bugünkü halin en önemli sebeplerinden.

Altyapısı gerektiği gibi hazırlanıp tedbirleri alınmadan, geleneksel tarım toplumundan kent toplumu olmaya geçiş hayalinin yan etkileri de mevcut krizi derinleştiren unsurlardan birisi.

Köylerinden gelen gıda ve benzeri destekleri kaybetmiş olan insanımızın, kriz durumlarına karşı dayanıklılığı azalmış durumda.

Bazı ekonomistler, krizden çıkışın ancak alışverişin mümkün olduğu kadar attırılabilmesi ile mümkün olduğu görüşünde. Bunun piyasayı hareketlendireceği, iş imkanlarını artıracağı beklentisindeler.

Gelir dağılımında adalet sağlanmadan ve enflasyon kayıplarının telafisinin yanında, büyüme oranları da insanımızın tamamının gelirlerine yansıtılmadan, krize karşı durabilmek mümkün değildir.

Bugünkü sıkıntının ana sebeplerinden birisi de, bu adaletsizliğin uzun yıllardır sürdürülüyor oluşudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi