M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Osmanlı İslâm Anlayışı ve Uygulaması

Osmanlı İslâm Anlayışı ve Uygulaması

1950'li yılların Türkiye'sinde bir Müslüman "Mezhepler lüzumsuzdur, hattâ puttur, mezhepler ve fıkıh Müslümanları bölüyor. Sünnete lüzum yoktur, tek kaynak Kur'ân'dır, tasavvuf şirktir, zındıklıktır, sapıklıktır..." gibi laflar etseydi ona zır deli derlerdi. Bugün Müslümanlar içinde böyle diyenler var ve fazla tepki de toplamıyorlar.

Türkiye Müslümanlarının bir kısmı bugünkü karışık bulanık ve dağınık hale nasıl geldi?

Tarih boyunca İslâm'ın çeşitli yorumları olmuştur. Yakın zamana kadar Türkiye'de hâkim olan Osmanlı yorumu idi. Osmanlı devleti için, 1306'da vefat eden Mekke Şafiî reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan hazretleri "Fütuhat-ı İslâmiyye" adlı kitabında şöyle yazıyor:

"Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur'ân ve Sünnete en uygun devlet Osmanlı devletidir" (Adı geçen kitabın Osmanlı devleti bölümünün başında...)

1970'lerden sonra ülkemizde dışarıdan İslâm yorumları ithal edildi, Osmanlı yorumu dominant yorum olma vasfını kaybetti, sonunda bugünkü karışıklık, kargaşa, kaos ve anarşi çıktı, Müslümanlar birbirine girdi.

Hangi İslâm ülkelerinden, hangi cereyanlar geldi?

İran'dan Humeynicilik geldi.

Pakistan'dan Mevdudîcilik geldi.

Mısır'da din ile siyaseti özdeşleştiren aktivist İslâmî akım geldi.

Suudi Arabistan'dan, adına ister Vehhabîlik, ister Selefîlik deyin Muhammed ibn Abdilvehhab doktrini ve mezhebi geldi.

İbn Teymiyecilik geldi.

Mason Cemalüddin Efganî'yi Müslümanları kurtaracak büyük önder olarak gösteren cereyan geldi.

Çeşitli yerlerden tasavvuf düşmanlığı geldi.

Bazı batılı mühtedilerin doktrinleri geldi.

Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın tarihsellik akımı geldi.

Dışarıdan bu gibi cereyanlar, mezhepler, fırkalar gelirken içeride de Sabataycılar ve onların kendilerine benzettiği tatlısu Müslümanı dinde reform, dinde değişiklik ve yenilik, ılımlı İslâm, light İslâm çığırını açmak için çalışıyorlardı.

1970'ten bu yana ne kitaplar yayınlanmadı ki...

Üçüncü asırdan sonra Müslümanlar ilah, rab, din, ibadet temel kavramlarında sapıttılar, şimdi doğrusunu ben buldum tezli kitaplar. Ebü'l-Hasen Nedvî bu iddiaya "İslâm'ın siyasî Yorumu" adlı kitabında cevap vermiştir. (Bedir Yayınevi, 0 212/519 36 18)

Nice Şiî ahondunun bile reddettiği Ali Şeriatî adlı adamın, Türkçe'ye (sözde aşırı yerleri ayıklanarak) tercüme edilmiş bir kitabında "Allah gerçek bir Janustur" (Janus iki çehreli birRoma putudur) denilerek küfür sözü edilmiştir. Bu kitap da Müslüman gençliğe şifa niyetine yutturulmuştur.

Mısırlı bir yazarın bir eserinde şöyle bir cümle yer alıyordu:

"Namazlar ve dualar tembellik çağlarının ürünüdür." (Daha sonraki baskılarda "Salavatlar ve zikirler" şeklinde değiştirilmiştir.)

Bu furya içinde yüze yakın bozuk mealler, tercümeler, tefsirler çıkartıldı.

Şu anda, otuz kırk yıllık bir birikim olarak kitap piyasasında binlerce bozuk, yanlış, karışık, ayak kaydırıcı sözde İslâmî kitap mevcuttur.

Osmanlı'nın İslâm yorumu şu ana temeller üzerine kuruluydu:

1. Ehl-i Sünnete bağlılık.

2. Fıkha bağlılık.

3. Cadde-i Kübra'da ve Sevad-ı Azam'da bulunmak.

4. Şeriata mutabık ve uygun olmak, şeriattan kıl kadar ayrılmamak şartıyla gerçek İslâm tasavvufuna bağlılık.

Osmanlı bu hak, doğru, geniş, mutedil İslâm anlayışı ile 622 sene pâyidar oldu, Toynbee'nin dediği gibi "Eflatun'un ideal Cumhuriyetine realitede en fazla yaklaşabilen devlet ve sistem olma" vasfını kazandı (Toynbee, Tarih üzerine bir etüd, Ispartalılar faslı).

Tanzimat'tan sonra İslâm'dan uzaklaşma başladı. Gazi Sultan Abdülhamid-i Sani hazretlerinin tahttan indirilmesinden on sene sonra devlet teslim bayrağını çekti.

Tarih boyunca İslâm'ın uygulamada çok yorumları olmuştur. Emevî İslâmlığı, Abbasî İslâmlığı, Fâtimî İslâmlığı, Safevî İslâmlığı, Memlûk İslâmlığı, Endülüs İslâmlığı, Hint yarımadasındaki Babürî devletinin İslâm anlayışı, Arabistan'daki Vehhabî İslâm anlayışı gibi.

Bütün bu İslâm yorumlarının, anlayışlarının aslına en uygunu, en başarılısı, Dahlan hazretlerinin dediği gibi Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kitab'a ve Sünnet'e en uygun olanı Osmanlı uygulaması ve anlayışıdır.

Hiçbir İslâmî uygulama Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin uygulaması gibi olamaz. O, İslâm'ı yüzde yüz bilen, anlayan ve uygulayan idi. Ondan sonra bazı kayıplar olması tabiîdir.

Türkiye Müslümanlarının zilletten izzete esaretten hürriyete, geriden ileriye çıkmaları için Osmanlı İslâm zihniyetini, anlayışını, yorumunu benimsemelerinin şart olduğunu düşünüyorum.

Boş lafları, edebiyatları bırakalım ve gerçekçi olalım. İşte Suudî Arabistan'daki, İbn Teymiye ve Muhammed ibn Abdilvehhab doktrinine dayanan Vehhabî uygulaması önümüzdedir.

Osmanlılar, Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî'ye hürmet ediyorlardı. Vehhabîler ise ona Şeyh-i Ekfer (en kâfir) şeyh diyorlar.

İnsaf edelim... Osmanlılar elbette Ashab-ı kiram radiyallahu anhüm ecmâîn derecesinde ve rütbesinde değildiler. Lakin İslâm'a muhlisen lillah çok hizmet etmişler, Tevhid bayrağını üç kıt'ada şanla şerefle dalgalandırmışlardır.

Ehl-i Sünnet'e uymayan, bozuk, şazz, aşırı, marjinal yorumlarla bugünkü zilletten kurtulmamız mümkün değildir.

Şu bir kısım İslâmcıların, şu kendilerine siyasal İslâm denilen güruhun hal-i pür melâline bakınız. Ne demek istediğimi anlarsınız.

ABDÜLAZİZ BEKKİNE HAZRETLERİ

MEŞÂYİH-İ nakşibendiyyeden, mazanne-i kiramdan, sülehadan örnek Müslüman Abdülaziz Bekkine Hazretleri Zeyrek'te küçük bir camide imamlık yapıyordu. Cahil bir genç iken bir kere ziyaretine götürülmüştüm.

O tarihlerde imamların maaşı çok azdı, geçimleri çok sıkıntılıydı. Şeyh Bekkine hazretlerinin bir keçisi vardı. Onun sütünden yararlanıyordu. Keçiye yem alacak imkânı olmadığından pazar yerlerine atılan sebze ve meyve artıklarını akşama doğru toplar, hayvancağıza yedirirmiş.

Hazret bir mâneviyat güneşi idi. İhlaslı bir Müslümandı. Dünyaya, dünya zenginliklerine yönelik değildi. Kimseden bir şey istemez ve kabul etmezdi.

Müslüman gibi yaşadı, Müslüman öldü. Nur içinde yatsın.

İlmî vardı, tasavvuf tarafı vardı. İcazetli alim ve şeyh idi. Sevenleri vardı. Mânevî hizmetleri için kimseden ücret talep etmedi. Fâkirâne yaşadı. Ne mutlu böyle fakirlere.

Fakirlik vardır, sultanlıktır.

Uzak ve yakın tarihteki gerçek ve örnek büyüklerimizden ibret almalıyız. Rehberimiz ve modelimiz onlar olmalıdır. Onlar, sahih icazetlerle, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun O'na) ulaşan bir silsileye bağlıdır. Onların eteklerine yapışan, onların öğütlerini dinleyen kimse kurtulur biiznillah.

Gerçek büyükler dini, ticarete ve geçime alet etmezler.

Dini, nefsaniyete ve benliğe alet etmezler.

Dinî, riyaset ihtirasına ve şehvetine alet etmezler.

Onlar, Hâliq için yaptıklarının ücretini mahluqattan istemezler ve almazlar.

Onlar mütevâzı olurlar, şöhretten kaçarlar.

Onlar gizli hazinelerdir.

Onlar bizim veliyyinimetlerimizdir. Selâm olsun hepsine.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi