Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Ah Başbuğ!

Ah Başbuğ!

Bana kalırsa iyi hazırlanılmış, daha önceki açıklamalara göre daha iyi bir konuşmaydı.. Konuşmanın en zayıf bölümü, sondaki laiklik vurgusu ile başlayan bölümdü..
Aslında söylenen sözlerin hüküm bölümleri tek tek ele alındığında ciddi olarak eleştirilebilir..
Hiçbir özeleştiri yok. Bu çok açık..
TSK'nın kendi içinde demokratik bir yapı olduğunu söylerken, komutanların aslarının görüşlerini sormasından söz ediliyor..
Sormak gerekmez mi, komutanlar astlarından istedikleri sadakatı siyasi otoriteye ya da Milli İradenin tecelligahı olan TBMM'ye karşı gösteriyorlar mı? Üstün astının görüşünü alması değil demokrasi, TSK’nın toplumun, siyasi otoritenin emrinde olmayı içselleştirmesinden geçiyor.. Bugünkü MSB ile TSK arasındaki hiyerarşi sorunu, ya da TBMM'nin TSK üzerindeki denetim yetkisinin pratikteki sonuçları üzerinde tek cümle yok..
Başörtüsü var diye asker oğlunun yemin törenine alınmadığı bir yapıdan söz ediyoruz..
Ya da bu toplantıya Ergenekonun merkez üssü konumundaki bazı yayın organları alınırken, bazılarının dışlanmasını nasıl izah edeceksiniz..
Bu büyük iddialar yanında, bu basit, sıradan, somut gerçekleri nasıl gözardı edebiliriz..
Steril bir ortamda bir tarih okuması yaptınız.. Bazı gerçeklerle yüzleşmeden sorunları çözemeyiz.. “Tenkil, tedib, tehcir” politikalarının sebeb olduğu sonuçlar toplumsal hafızada derin izler bırakıyor..
O kamuoyu araştırmaları da sizi aldatmasın.. Ve kavramlar üzerinde uzun uzun tartışmalar yapabiliriz. Sivil ve siyasal olan ne? Siyasallaşma, ulus devlet, terör ve ötekiler.. Bunların tek bir tanımı yok.. İsterse insanlar demokrasiden faşist bir yönetim şekli ya da sınıf diktatörlüğü, kapitalist bir yönetim çıkarabilir.. Milliyetçi demokrasiler, komünist demokrasiler buna örnek değil mi?
Yine aynı temel sorunlardan söz ettiniz. Din bir sorun alanı. Sorun laiklik tanımı, yorumu ve uygulaması ile ilgili.. Diğer bir sorun demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti talebi.. diğer bir sorun terör ve etnik kimlik, ulus devleti ve kültürel haklarla ilgili..
Bazı tesbitler konusunda farklı bilgi ve yorumlar da sözkonusu.. Mesela ABD, Irak'ta bizim Korucu sistemimizi kopyalamadı. Biz bu sistemi, ABD’nin Filipinler'de örgütlediği Ilaga sisteminden kopyaladık.. Ben bunu yıllar önce uzun uzun tartıştım.. “Ilaga sendromu” denilen bir sendromdan, bunun Filipinlerdeki sonuçlarından söz ettim..
Başbuğ'un bu konuşması gecikmiş bir konuşma.. Daha bu göreve gelirken böyle bir çıkış yapmak istiyordu diye düşünüyorum. Ama olmadı..
En azından birilerinin bu konular üzerinde düşünmüş, bunları yazıya dökmüş, konuşuyor olması önemli.
Ama öte yandan, sonuçta Şark cephesinde yeni bir şey yok.. Bir de bunu uygulamada görmek önemli..
Mesela Başbuğ’un “Peygamber ocağı” ve “şehidlik” kavramına vurgu yapmasının, mütedeyyin kesimde bir tatmine sebeb olmayacağı gibi, laikçi kesimde de tepkiye sebeb olması da mümkün.. Demokrasi ve kültürel haklar konusundaki açılım da öyle..
Tekrar söylüyorum, konuşma birçok tesbit ve yorumlara katılmasam da ciddi, emek verilmiş, iyi düzenlenmiş. Birçok politikacının konuşmalarından çok daha iyi.. Sunum da teknik olarak iyiydi.. Okurkenki ses tonu, vurgular, jest ve mimik de metin üzerinde iyi çalışılmış olduğunu gösteriyor..
Ama keşke bir de, Başbuğ bu sözleri söylerken, başkalarının bu sözlerden ne anlayacağını, bu sözlerin zihinlerde hangi tedailere/çağrışımlara, şuuraltına itilmiş acı hatıraların su yüzüne çıkmasına sebeb olacağını düşünseydi.. Sağlıklı bir iletişim ancak böyle kurulur.. Birilerinin ne söylediği kadar başkalarının onlardan ne anladığı da önemli..
Fırsat bulursam, davetli olmadığım bu konuşmayı, tekrar dinleyip, satır satır ele alıp, Bağbuğ'a bunları yazılı olarak göndermeyi düşünüyorum.. Bu da benim bu çabalara olumlu bir katkım olur..
Dün Başbuğ’a gönderdiğim mektupla ilgili sorular geliyor.. Bu durum benim için çok onur kırıcı bir durum. Adeta hedef gösteriliyoruz.. Yargısız bir infazla suçlu ilan ediliyoruz sanki!.. Sonuçta bu işten kimse kârlı çıkmıyor. Ben dışlanıyorum da, “Akredite basın” ne oluyor.. Onlar da bu işten yara alıyor.. “Akredite” demek, embedded / eklemlenmiş gazeteci anlamında kullanılıyor. Yani bir tür aşağılama konusu oldu. Peki bu işten TSK mı kârlı çıkıyor. Türkiye mi kârlı çıkıyor?. Yoo, TSK içeride, Türkiye'de dışarıda bu tartışmaların gölgesinde kalıyor.. “Keskin sirke küpüne zarar verir” derler ya, bu da o hesap.. Sonuçta herkesin zararlı çıktığı bir şey bu. O zaman kim bunu, niçin bu şekilde sürdürüyor?.. Hani dersiniz ki, 50.000 tirajın altında gazeteler katılamaz, anlarım.. 20 gazeteci çağıracağım ama kriterler şu dersiniz. Ergenekon merkez üssü konumundaki bizim yarımız kadar olmayan bir gazeteyi çağırıyorsunuz biz yokuz, birileri yok! Bu uygulama sonuçta kamu vicdanını yaralıyor. Toplumda bölünmelere yol açıyor.. Türkiye'nin hukuk devleti olma imajını gölgeliyor.. Hiçbir hukuk devletinde keyfilik olamaz.. Bir sorun varsa yargıya gidersiniz.. “Ben yaptım oldu” olmaz! Peki bu konuşmanın ardından değişen ne? Bunu zaman içinde göreceğiz.. Düne göre daha iyi, ama olması gerekene göre daha işin çok başındayız.. Önümüzde uzun ve zor bir süreç olduğu açık..
Ne demiş atalarımız: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. Ama yine de her şey sözle başlar..
Selâm ve dua ile..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi