M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Cahillik

Cahillik

CAHİLLİĞİN, bilmezliğin çeşitleri ve kategorileri vardır. Basit cahil, cahil olduğunu bilir ve kabul eder. Mürekkep cahil, cahil olduğunu bilmez ve kabul etmez. Basit cahil oldukça edeplidir, mürekkep cahil edepsiz ve terbiyesizdir.

İnsanlık tarihinin belli başlı bilgelerinden olan Sokrates, "Bir şey biliyorum, o da hiç bir şey bilmediğimdir" demiştir.

Cahil kişi, alim kişiye tabi olursa, nisbeten, bir dereceye kadar bilgili olur. Gerçek alimlere tâbi olmayan mürekkep cahillerin küstahlığı çekilmez.

Din konusunu ele alalım: Herkes din alimi olamayacağına göre yapılacak şey gerçek, güvenilir, icazetli, vasıflı din âlimlerine bağlanmak, onlara tâbi olmaktır.

Cahiller, akıllarının ermediği ve doğrusunu öğrenmek istemedikleri bir konuda "Kur'ân'da yazıyor mu?" diye itiraz ederler. Kör cahil oldukları için, dinî her konunun Kur'ân'da açıkça yazılı olması gerektiğini sanırlar.Bilmezler ki, Kur'ân bazı konuları mücmel (kısa, özet) geçmiştir, tafsilatını Resulullah Efendimiz (salat ve selâm olsun O'na) beyan etmiştir. Kur'ân namaz kılın der, Peygamber namazın nasıl kılınacağını öğretir. Kitab ve Sünnetteki namazla ilgili bilgileri müctehidler inceler ve fıkhın salât bölümünün hüküm ve maddelerini hükümleştirirler.

Cahil eline herhangi bir Kur'ân tercümesi, meâli, tefsiri alır ve bundan kendi kafasına, re'y ve hevasına göre din hükmü, fıkıh maddesi çıkartmaya kalkar. Bilmez ki, Kur'ân dinimizin ana kaynağıdır ama ilmi, ihtisası, ehliyeti, liyakati, icazeti olmayan cahiller ondan hüküm çıkartamazlar.

Cahil'e "Gerçek, ehliyetli, icazetli din âlimlerini dinle, onlara tâbi ol" denilince, isyan eder, "siz Allah ile kullar arasına vasıta mı koyuyorsunuz" der.

Cahil, fıkhı inkâr eder, mezhebi inkâr eder ve bu inkârından dolayı iftihar eder.

Cahil, Kur'ân'ı kendi re'y, heva ve cahilliğiyle tefsire yeltenir ve bu suretle bilmeden küfre düşebilir.

Cahil, usûl-i hadîs ilminin elifini görse mertek sanır ve sonra kalkar şu hadîs uydurmadır, bu hadîs mevzudur diye terbiyesizlik eder.

Cahil, âlet ilimlerini bile okumamıştır. 'Amr ile Zeyd'in kavgasını bile okumamıştır, sonra Kitabullahın gavamız ve esrarı hakkında nutuk atar.

Mürekkep, edepsiz, haddini bilmez cahil saldırgandır. Onda mürüvvet, rıfk, terbiye, itidal, insaf yoktur.

Cahilliğin en kötüsü din konusunda olandır.

İslâm medreseleri kapatıldı... Tasavvuf terbiyesi veren tekkeler, dergahlar, zaviyeler kapatıldı... Loncalar, fütüvvet teşkilâtı ve ahîlik yıkıldı... Meydan cahillere kaldı.

Bunca cahil nasıl aydınlatılacak, nasıl terbiye edilecektir? Zor iş...

EHL-İ SÜNNETİ SAVUNMAK FİTNE MİDİR?

TÜRKİYE gibi Sünnî kültürün hâkim ve dominant olduğu bir ülkede Ehl-i Sünnet'i savunmak kesinlikle fitne ve fesat çıkartmak değildir. Azıcık aklı ve insafı olan âdil bir kimse bunu kabul eder.

Türkiye'de asıl fitne, Ehl-i Sünneti kaldırıp onun yerine başka fırkaların inançlarını koymak için sinsi propaganda yapmaktır.

Birileri, kendi mezheplerini hâkim kılmak için önce Sünnîlerdeki mezhep şuurunu ve bağlılığını yıkmak istiyor.

"Mezhepsizlik, İslâm Şeriatini tehdit eden en tehlikeli bid'attir..."Bu cümle, Şam Üniversitesi profesörlerinden Dr. Said Ramazan el-Bûtî'nin yazdığı bir kitabın ismidir.

"Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür..."Bu da, çağımızın büyük âlimi Muhammed Zâhid el-Kevserî'nin, Makalât adlı kitabındaki makalelerden birinin başlığıdır.

Bendeniz mezhepsizliği tenkit ederken bu kaynaklara dayanıyorum, kendimden konuşmuyorum.

Sünnî Müslümanlarla Şiî Müslümanlar, birtakım temel meselelerde ilim dışı tartışmalara girmemelidir. Her iki tarafın âlimleri birtakım reddiyeler, cerhler yazmıştır. Lâkin anlaşma ve uzlaşma olmamıştır.

Sünnî ve Şiî âlimleri hangi konularda anlaşmazlık içindedir?

1. Ashab konusunda.

2. Hz.Ebubekir konusunda.

3. Hz. Ömer konusunda.

4. Hz. Osman konusunda.

5. Hadîsler konusunda.

6. İmamet konusunda.

7. Taqiyye konusunda.

Yedisini saydım, daha nice anlaşmazlık konusu vardır.

Yapılacak en doğru iş, âlim olmayan Sünnîlerle, âlim olmayan Şiîlerin birbirlerinin mezheplerine, itikadlarına, fıkıhlarına karışmamaları ve kesinlikle tartışma yapmamalarıdır.

Şiîler Şiîliğin hak olduğuna, Sünnîliğin bozuk ve bid'at olduğuna inanırlar.

Sünnîler de Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinin hak ve doğru olduğuna, Şiîliğin bid'at ve yanlış olduğuna inanırlar.

Bu durumda işin doğrusu fitne ve fesat çıkmaması için, birbirlerine karışmamaları gerekir.

Kur'ân konusunda da iki taraf arasında anlaşmazlık vardır. Şiî âlimi Tabarsî'nin "Faslü'l-hitab fî isbati tahrifi Kitabi Rabbi'l-Erbab" adlı eseri meşhurdur.Sünnîler bu kitaptaki tezi kabul etmezler.

Açık konuşuyorum: Türkiye'de Şiîlik propagandası yapmak, Ehl-i Sünnet aleyhinde bulunmak, mezhepsizliği teşvik etmek en büyük fitne ve fesattır.

İran'da Şiîlik aleyhtarı propaganda yapmak da böyledir.

Mezhepler kalksın, Müslümanlar bir ve beraber olsun... Bu söylem gülünçtür, aldatmacadır.

Benim Şiî bir komşum olsa, komşu olarak onu başımın tacı yaparım, kendisine çok güzel muamele ederim ve onunla mezhep münakaşası asla yapmam.

Sünnîlere İran'da neler yapıldığını bilmiyor değiliz. Tahran'da Sünnîlerin bir tek mescidi bile yoktur. Bu husustaki bütün istekleri cevapsız bırakılmaktadır.

Irak'ta Sünnîler ezilmektedir. Onları kimler eziyor?..

Birtakım aşırı ve insafsız kişilerin Ehl-i Sünnet Müslümanlarını Yezid taraftarı olarak göstermeleri büyük iftiradır, büyük yalandır.

Biz Sünnîlerin Ehl-i Beyti sevmediklerini iddia etmek de iftiradır. Ehl-i Beyti sevmek farzdır. Bunu inkâr eden kâfir olur.

1969'da hac mevsiminde Mekke'de İranlı sarıklı bir hoca bendenizi ve birkaç kardeşimizi yemeğe ve sohbete davet etmişti. Çaylarımızı içerken güzel bir sohbet yapmıştık. Ona şöyle demiştim: "Siz mutedil (ılımlı) bir Şiîsiniz. Namaz abdesti alırken ayaklarınızı yıkasanız, ben sizin ardınızda namaz kılarım..." O da tebessüm ederek "Ben önce Şiâya göre ayaklarımı yıkamadan abdest alırım. Sonra abdeste niyet etmeden Hanefîlere göre ayaklarımı yıkayarak ikinci bir abdest alırım. Mesele böylece hallolur..." cevabını vermişti. Gerçekten zarif bir cevaptı.

Bendeniz bir Sünnîyim, elbette Sünnîliği müdafaa edeceğim. Bunu yaparken Şiî kardeşlerime çatmam, fitne ve fesat çıkmasını istemem.

Sünnilîği müdafaa etmemi fitne ve fesat çıkartmak olarak görenler yanılıyor, aşırı hareket ediyor ve maalesef fitne ve fesat çıkartıyor...

MÂLİKHÂNE!..

ZENGİN, edebî, medenî Türkçe'yi yitirdik. Çarşamba günü internetten gazetelere bir göz atarken, büyük bir İstanbul gazetesinin gösterişli, ihtişamlı, saray yavrusu bir binanın altına "Filancanın malikhanesi..." diye (h ile) yazmış olduğunu gördüm. Doğrusu "malikane"dir.

Fransızlar, lisanlarındaki Latince ve Grekçe kelimeleri atsaydılar, bizim durumumuza düşecekler; 150 kelimelik sade, arı, duru, kuru, tavşanın suyunun suyu zavallı bir dille konuşup yazacaklardı.

Almanca'da otuz binden fazla yabancı kökenli kelime bulunmaktadır. Onları atsalar, bir daha bellerini doğrultamazlar.

Zengin, edebî, yazılı, medenî lisan olmadan dengeli ve gerçek bir kalkınma olmaz.

Bazı bedevî kavimlerin bile zengin dilleri vardır.

Lisan sadeleşmeliymiş... Eyvallah. Lakin bizdeki gibi değil.

Lisan devlet terörüyle, baskıyla, diktatörce metotlarla sadeleştirilirse kopukluk olur, toplum hafızasını kaybeder, ortaya bir yığın sosyal ve kültürel hastalık ve ârıza çıkar.

Mektebin ne zararı vardı da yerine okulu koydular?

Muallim ne güzel kelime idi, onu atıp niçin öğretmen dediler?

Vilayet yerine niçin il'i uydurdular?

Zengin ve ahenkli lisanımızdan on binlerce mâsum kelimeyi attılar.

Eskiden her iş için ayrı bir fiil vardı. Yemek pişirmek, ders çalışmak, seyahate çıkmak, dantel örmek, sohbet etmek... Bunların hepsi yapmak oldu.

Dilde sadeleşme, arılaşma, öz Türkçe konusunda o kadar ileri gidildi ki, konuşulan, yazılan, kullanılan Türkçe 150, bilemediniz 250 kelimeye düştü.

Kültür terimleri mânâlarını yitirdi. Lise mezunu vatandaş anlar gibi yapıyor ama eline bir kağıt kalem verip şunun doğru dürüst bir açıklamasını yap deseniz bir şey yazamaz.

Hafıza ne demektir... Çağrışım, idrak... Yargıtay ictihadı... Toplumsal mutabakat... Tarih şuuru... Bunların mânâsını bilen, bu konularda tutarlı bir kompozisyon yazacak kaç kişi çıkar?..

Fransa'da bakalorya imtihanları olduğu için, lise mezunları bize göre çok daha bilgili ve kültürlüdür.

Türkiye'yi batıracak, geri bırakacak yüzlerce yanlış yaptılar. Öz Türkçe hareketi bunlardan biridir ve tek başına bizi batırmaya, bitirmeye yetmiştir

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi