Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Çaycuma Türkiye’nin neresinde?

Çaycuma Türkiye’nin neresinde?

Bu iş böyle olmayacak! Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı bölge bölge, Valileri, Kaymakamları, Savcıları, Emniyet Müdürlerini bilgilendirme toplantıları yapması gerek.
Yoksa birileri ne Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetinin temellerini sorguluyor, ne anayasayı takıyor, ne norm hukuk statüsündeki uluslararası sözleşmeleri..
Adam çıkıp kabadayılık yapıyor: “Bir daha ben size burada olduğum sürece toplantı yaptırmam..” Yok canım. Hadi dene! Ergenekoncu musun sen! Sen kimsin hemşehrim.. Senin görevin ne? 28 Şubat paşası mısın!
Niye söylüyor bunu. İHH bağlantılı bir grub, orada toplantı yapmış, toplantıda polis kamera kaydı yapmak istemiş, arkadaşlar da olmaz demişler..
Bunlar potansiyel suçlu ya! Öyle diyor adam. Siz suç işlerseniz ben nasıl tesbit edeceğim..
Savcı ifadeye çağırıyor, Polis tertip heyeti başkanına kelepçe takmaya çalışıyor.
Hani toplantılar izne bağlı değildi?..
Anayasa değişikliğinden söz ediyoruz da, bu darbe anayasasındaki hakları bile çok gören bir bürokrasi var. Oradaki ilçe insan hakları kurulları ne iş yapar..
O emniyet görevlisini çağırıp ifadesini almak gerek.
Efendiler: Silahsız ve saldırısız bir şekilde, genel ahlak, genel sağlık, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokmamak şartı ile, bilgi vermek şartı da yok. Bilgi veriyorsak eğer gel bizi denetle, “bizi fişle” diye çağırmıyoruz. Biz, toplumun genelinde kabul görmeyen hatta onlar açısından şok edici de olabilecek görüşlerimizi açıklarken bizi koru, güvenliğimizi sağla diye seni çağırıyoruz..
Kamera kaydı artık cep telefonu ile de yapılıyor. O ayrı, ama kamu görevlisi bunu alenen yaparsa, bu caydırıcı bir baskı, fişleme anlamı taşır. O zaman bu şekilde bu toplantıya gelen memurların da kaydını alabilirsiniz. Onlar da bundan çekindikleri için bu faaliyetlere katılmazlar..
Bunu alenen yaparsanız suç işlerseniz. Gizlice yaparsanız, o zaman da bunu açığa çıkardığınız anda, suç işlemiş olursunuz..
Daha neler yaşanıyor neler, kimi konuşma özeti ister, kimi sabıka kaydı, kimi vatandaşlık numarası yetmez ikamet, nüfus cüzdanı sureti de ister.. Dernek adına yapılıyorsa, yönetim kurulu kararı yetmez mi, bir de tertip heyeti gerek. O da yetmez, evlerine, işyerlerine polis gönderip tahkikat yapmaya kalkarlar.. Yapmayın efendiler, nerede, hangi zamanda yaşıyorsunuz.. Bu kadar yıldırıcı, caydırıcı baskı karşısında o zaman insanlar STK’lara ve bu tür etkinliklere katılmaya cesaret edemiyor tabii.. STK’lara potansiyel terörist muamelesi yapılıyor.. Ve bu iş sanki bir “devlet terörü”ne dönüşüyor, bir şekilde, zaman içinde..
Aslında devleti koruma refleksi ile hareket edenler, devlete zarar veriyor, devleti küçük düşürüyor, bir derneği sanık sandalyesine oturtmaya çalışırken, devlet sanık sandalyesine oturtulmaya çalışılıyor.. Bu görevliler, devletin varlık sebebine karşı suç işlemiş oluyor. Çünki devlet, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak için vardır.
Benim gömleğimin rengi anayasanın temel ilkeleri ile çelişiyorsa, değişmesi gereken benim gömleğim değil, anayasanın temel ilkeleridir. Çünki ben devlet için değil, devlet benim için vardır.. Hukuk devletinde gelinen nokta bu. Onun için “yönetişim”den söz ediliyor. Onun için il ve ilçelerde insan hakları kurulları kuruluyor. Çünki yönetim, politikacılara, bürokratlara bırakılamayacak kadar önemli bir iştir..
Siz bu şekilde hem bir entellektüel mülkiyet hakkını gaspediyorsunuz, hem de toplum üzerinde genel olarak caydırıcı baskı uyguluyorsunuz..
Anayasanın 90. Maddesi ile korunan sözleşmeler kapsamındaki hakları polis selahiyetlerine dayalı bir genelge ile by-pass edemezsiniz.. Böyle bir yorumda da bulunamazsınız. Suç işlemiş olursunuz. Türkiye de mahkûm olur, bu hukuksuzluğa izin verenler de.. Ödenen tazminatı da bu işi yapan ve emri veren şahsen ödemek zorunda kalabilir..
Bakın ses ve görüntü kaydını ancak mahkeme kararı ve tertip heyetinin izni ile yapabilirsiniz..
STK’ların genişletilmiş eleştiri hakları vardır..
Kamu otoritelerinin ise genişletilmemiş tehammül yükümlülükleri.
Ne yani, biz şimdi, hükümete, belediyeye, vali ya da kaymakama, emniyet müdürüne karşı bir toplumsal muhalefet örgütleyecek olsak gelip bizi dinleyecek, izleyecek, fişleyecek misiniz? Bizim böyle bir hakkımız da var..
Bu hükümet komiserliği filan da aşırı ve kaba uygulaması ile Sovyetlerdeki polit büroyu hatırlatıyor. Ama unutmayın ki, Türkiye bir Sovyet ülkesi değil. Ama birilerinin kafası öyle!
Demek ki, siyasi büronun adını değiştirmekle birileri polit büro / siyasi büro anlayışından kolay kolay kurtulamıyor. Dernekleri, Vali ve Kaymakamlıklara bağlamakla bu iş bitmiyor..
Basın boşuna her gün “izinsiz gösteri”den söz etmiyor. Bir Allah kulu da çıkıp, “izinli gösteri mi olur” demiyor.. Anayasada bu işin izne tabi olmadığı yazılı değil mi? Baksanıza birileri hâlâ, ha bire “Sivil Anayasa”dan söz ediyor. Garibanların hiçbiri ömürlerinde sivil görmemişler ki! Sivil olmak siyasal olmamak, resmi olmamak demek.. Bizde sivil toplum toplantılarında bile hükümet komiseri var. Odalarda filan anlarım da STK’larda bunların ne işi var.. O zaman STK’lar nasıl “Hükümet dışı” oluyor!
Hem anayasa “resmi bir belge” değil mi, “temel bir siyaset belgesi” değil mi? O zaman nasıl bir sivil anayasa olabilir ki! Şimdi sen gel bunu bizim Valilere, Kaymakamlara, Emniyet Müdürlerine anlat! Ankaradakilere anlatamıyoruz ki! Maksat belli de, o ifade o maksadı yansıtmıyor ki!
Şanar’la, iki gündür Bilgi Üniversitesi’nde, Düşünce Suçuna Karşı Girişim etkinlikleri çerçevesinde uluslararası bir forumda bu ve benzer konuları tartıştık, tartışıyoruz, tartışmaya devam edeceğiz daha uzun süre anlaşılan. Çünki birileri hak - hukuk, insan hakları filan tanımıyor, bilmiyor, bilmek de istemiyor, çünki bildiğini sanıyor.. Gariban vatandaş da kendi ülkesinin yöneticilerinin şerrinden kurtulmak için uluslararası mahkemelerin himayesine sığınıyor..
TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonunun da, özellikle doğuya doğru gittikçe artan, hemen hemen bütün kırsal alanlardaki STK’lara yönelik caydırıcı baskı kurmayı amaçlayan polit büro uygulamalarını takibe almaları gerekir..
Birilerinin İnsan Hakları, Hukuk devleti uygulamalarını taktıkları yok.. Bürokrasi bu yöndeki yükümlülükleri ciddiye almıyor. O zaman alemi ibret olsun diye bu tür kaba hukuk dışı uygulamalarına kalkışanlar konusunda basının, STK’ların, kamu otoritelerinin duyarlı olmaları gerek..
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını da bu konuda müzaherete çağırıyorum. Tabii bölge milletvekillerini de.. Valiliğin de bu tür uygulamalar konusunda diğer ilçelerdeki yöneticileri ve emniyet görevlilerini uyarması gerek.. Benim bu konuda yargıya taşıdığım birçok örnek var.. Hepsinde de bizim lehimize sonuçlar elde ediliyor.. Bu böyle olmayacak, bitirme aşamasına geldiğim bu konu ile ilgili, yargı kararlarını da ihtiva eden bir kitap var. Bunu STK’ların alıp, il ve ilçe insan hakları kurullarına bu konuyu taşıyıp, oradaki belgeler ışığında bunları tartışmaları, emniyet yetkililerine bu konuda seminerler vermeleri gerek..
İçişleri Bakanlığı bu adamları uyarmıyor mu? Bildiğim kadarı ile AB müktesebatı çerçevesinde polisin hak ve sorumluluklarını anlatan bir kitap yıllar önce yayınlandı. Bunun emniyet birimlerine dağıtılmış olması gerek, ama bu kitabı okuyanı bırakın görenini duymadım ben daha!
O zaman da işte böyle yanlışlıklar oluyor..
Bana kalırsa polisin şu ana kadar ki işlemleri bile suç oluşturuyor.. Hatta suç duyurusunun kendisi bile suç kanıtı olarak kullanılabilir..
Ankara madem yeni bir İnsan Hakları Ajansı kurmayı planlıyor. Madem anayasa değişikliğinden söz ediyor, önce bu anayasa çerçevesindeki hak ve hukukları koruyalım, sıra sonra ötekilere gelsin. Uygulanmayacaksa, niye değiştirelim ki anayasayı.. Birileri için bugünki darbe anayasasındaki özgürlükler bile fazla demek ki! Çaycuma gerçeği bize bunu gösteriyor! Selâm ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi