Cihangir bir zeka: İbn Haldun

Cihangir bir zeka: İbn Haldun

İstanbul son haftalarda çok sayıda uluslararası sempozyuma ev sahipliği yaptı.

Bunlardan birisi de "İbn Haldun" üzerineydi.

İslam Ortaçağı'nın en önemli düşünürlerinden biri İbn Haldun..

Merhum Cemil Meriç de İbn Haldun'dan "cihangir bir zeka" olarak söz eder.

Ahmet Cevdet Paşa Ortaçağ Müslümanlarının bütün ilim dallarında yüksek derecelere ulaştıklarını belirtirken, "Mukaddime" isimli eseriyle İbn Haldun'un tarihi olayları muhakeme etme yolunu açarak müstakil bir bilim dalı tesis ettiğini vurgular.

Ünlü Fransız komünistlerinden Charles Rappoport ise 1925'de İbn Haldun'u "tarih felsefesinin kurucusu" olarak selamlamış..

***

İbn Haldun'un benim için en dikkat çekici yanı maddi sebeplerin tarihsel olayları etkileyip değiştirmesiyle ilgili yaklaşımları..

Gerek "Marksist tarih okulu"ndan, gerekse Fernand Braudel'un meşhur ettiği "Annales Okulu"dan en az beş yüz yıl önce maddi faktörler ile tarihsel değişmeler arasındaki ilişkiyi keşfeden İbn Haldun'dur.

Ünlü Marksist tarihçi Eric Hobshawm "Tarih Üzerine" isimli kitabında bakın ne diyor:

"Biz tarihçilerin neyin ne olduğunun araştırıldığı -hatta neyin ne olduğunun seçildiği- gri bölgede çalışmamız, kimliğimiz ve isteklerimiz tarafından sürekli etkilenmektedir: Bu bizim mesleki varoluşumuzla ilgili bir olgudur. Yine de biz tarihçilerin bir alanı vardır. Ben tavrımı bundan 600 yıl önce -1375 ile 1381 yılları arasında- Mukaddime adlı ünlü eserini kaleme alan o büyük ve görmezlikten gelinmiş tarih filozofu İbn Haldun'dan yana koyuyorum.."

İbn Haldun'u görmezden gelenler sadece Batılılar değil.

Ahmet Cevdet Paşa ve bir iki şahsiyet hariç bizim Tanzimat dönemi aydınları da, Cumhuriyet aydınları da görmezden geldiler.

***

Sempozyuma tarihçi ve sosyolog Raquel Sosa Elizaga da katılmış.

"Sosyal Düşünceyi İnsanileştirme ve Sömürgecilikten Kurtarma: Latin Amerika Tecrübesi" başlıklı bir sunum yapmış.

"Marksist sosyoloji yerine İbn-i Haldun perspektifinde bir sosyoloji sömürgecilikten bağımsızlaşma hareketlerini daha insani bir düzleme oturtabilir" demiş.

Latin Amerika toplumlarında yaşanan değişimlerin İbn Haldun'un perspektifine uygun şekilde geliştiğini de eklemiş..

Demek ki İbn Haldun'u gündemimize almakta hayli gecikmişiz.

600 yıl önce çığır açıcı eserler veren Üstad'la elbette övünelim..

Ama onu da aşan dünya çapında entelektüel çalışmaların ortaya çıkmamasına da ayrıca üzülelim.


Gerçeğin sadece bir yüzünü görmek..


"Müslüman mısınız, abd-i memluk mu?" başlıklı yazısında Yaşar Nuri Öztürk İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun kula kulluk etmekten geldiğini belirtmiş. "Eşyaya dönüştürülmüş, kullaştırılmış insan" olarak tarif etmiş Abd-i memluk'u.

Tabii insanlar sadece dini inanışlarındaki çarpıklıklar nedeniyle kula kulluk etmiyorlar. "Küresel aristokrasi" dışında kalan-Müslüman, Hıristiyan, Hindu, Budist, ateist vs-milyarlarca insan 'vahşi kapitalizm'in yarattığı sistem içerisinde adeta kula kulluk yapmaya zorlanıyorlar. Bunu da görmek gerekiyor.

Hakikaten kapitalist sistemin bir ürünü abd-i memluk. Ucu bucağı olmayan bir sermaye birikimi için kullanılan bir metadır insan. Daha baştan gözden çıkarılmıştır. Hangi din ve ırktan olursa olsun, insanlık onuruyla bağdaşmaz bu.

Kapitalist sistemde özne sermaye, nesne insandır. "Biriktirin, daha fazla biriktirin, daha daha fazla biriktirin" der durmaksızın. Doymak bilmez bir aç fırındır kapitalizm ve metalaştırılmış insandır yakıtı. Daha fazla biriktirmek için ülkeleri işgal ederler, zenginliklerini yağmalarlar, halkları kendilerine kul köle ederler.

İslam, altın ve gümüşün(servetin) insanlardan sadece bir kısmının elinde toplanmamasını buyurur. Öte yandan kula kulluk etmemesi için insanın özne haline gelmesini, kendi gerçekliğinin farkına varmasını, dinini de dinsizliğini de özgürce seçmesini emreder. Yani her halükarda insanın özgürleşmesini esas alır.

"Abd-i memluk olmak" sadece Müslümanların tutulduğu bir illet değil. Yaşar Bey insanın yeryüzündeki gerçekliğinin sadece bir tarafını görüyor. Şuna katılırım, insanın metalaştırılmasına direnmek en başta Müslümanlara yakışır, çünkü dinleri bunu emreder. Ama doğru, okullarımızda bunları da öğretmiyorlar.


Sorun 'cevap'ta değil, 'soru'da..


Prof. Yılmaz Esmer'in yaptığı "Radikalizm ve Aşırıcılık Araştırması"nda "Hepsi çok önemlidir ama, sizin için hangisi birinci sırada gelir" sorusuna, "Din" diyenler yüzde 62 çıkmış. "Laiklik" diyenler yüzde 16, "demokrasi" yüzde 13, "etnik kimliğim" yüzde 5, "yeterli bir gelir" diyenler ise yüzde 4 çıkmış.

Ekonomi önemlidir ama insanlar kendi inanç değerleriyle yaşamayı çok daha fazla önemsiyorlar. Çünkü din, bu dünyadaki varlıklarını anlamlandıran tek şey. Bu bağlamda ekonominin de, etnik kimliğin de, demokrasinin de üstündedir.

Lakin bu soruyu problemli bulduğumu söylemeliyim. Sorudan "din" şıkkını çıkardığımızda ilk sırada "demokrasi"nin ve hemen altında "yeterli bir gelir" şıkkının yer alacağından adım gibi eminim. Araştırmada en alt sıralarda yer alması, demokrasinin halkın büyük çoğunluğunun umurunda olmadığı anlamına gelmiyor tabii.

Kamuoyu araştırmacıları din ile demokrasiyi, din ile etnik kimliği karşı karşıya getirdiklerinde alacakları cevap çok farklı olmayacaktır. Verilen cevaplardan çok neden sorunun bu şekilde sorulduğunu analiz etmek daha doğru olur gibi geliyor bana.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi