Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

TSK ne kadar demokrat, hukuka ne kadar saygılı?

TSK ne kadar demokrat, hukuka ne kadar saygılı?

Dedik ya; bu pilâv, daha çook su kaldırır... “Açık ve net açıklamalar” yapılmadıkça, bir “imza”nın “sahte” mi, “gerçek” mi olduğu “üstünden 8 gün geçmesine” rağmen hâlâ açıklanmadıkça, “darbe plânı”nı hazırlamakla suçlanan Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek’in ifadesi “Ergenekon savcıları” tarafından alınmadıkça; “AK Parti’yi devirmeyi, Fethullah Gülen cemaatini bitirmeyi” amaçlayan “İrticayla Mücadele Eylem Plânı” hakkında daha çoook konuşulur, daha çoook yazılır, çizilir...
Görüyorsunuz, ben de son birkaç gündür bu konunun dışına çıkamıyor, hemen her gün olayın “farklı bir boyut”unu gündeme getirmeye çalışıyorum... Bunu yapıyorum ki; tarihe not düşülsün... Gelecek nesiller demesin ki; “askerî vesayet”e niye karşı çıkmadın, “milletin iradesi”ni niye savunmadın?.. Gelecek nesillerin “yüzüme veya kabrime tükürmemesi” için; “kalemin namusu”nu korumaya ve savunmaya çalışıyorum!..
DEMOKRASİYE BAĞLI, HUKUKA SAYGILI!!!
Efendim, bugün gündeme getirmek istediğim farklı boyut; Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un sözleri ve Genelkurmay tarafından 14 Haziran günü yapılan “yazılı” açıklama!..
Önce, bunlara bir bakalım...
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 29 Nisan 2009 tarihinde yaptığı “İletişim-2” toplantısında diyordu ki;
“TSK olarak biz demokrasiye, demokratik rejime, hukuk devletine bağlıyız ve saygılıyız. Dolayısıyla TSK’nın bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz, buna müsaade etmeyiz. Bu konulara ilişkin olarak şu anda TSK’nın bünyesinde böyle bir sorun yoktur. Ve bu soruna yönelik herhangi bir araştırma- inceleme ihtiyacı da yoktur.”
“AK Parti’yi devirme plânı”nın “deşifre” olması üzerine de; Genelkurmay’dan yapılan “yazılı açıklama”da deniliyordu ki;
“Türk Silahlı Kuvvetleri daha önce de ifade edildiği üzere demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan davranış ve düşüncelere sahip bulunan personelini bünyesinde barındıramaz!..”
Açıklamalardaki ortak ifadeler şunlar:
“Biz demokrasiye, demokratik rejime, hukuk devletine bağlıyız ve saygılıyız!..
TSK’nın bünyesinde; bu ilkeler ile bağdaşmayan farklı düşüncede olan kimse barınamaz, buna müsaade etmeyiz!”
Mi acaba?..
“Demokrasi”ye bağlı olmayan, “hukuk devleti”ne saygısı bulunmayan askerler, gerçekten de “TSK bünyesi”nde barınamıyor mu, TSK, bunlara müsaade etmeyip, hemen bünyesinden şutluyor mu?..
Bu ifadeler, maalesef “inandırıcılık”tan uzaktır!.. Gerçeği yansıtmamaktadır!..
ERKAYA VE ÇEVİK BİR’E NE YAPILDI?
Daha dün, Şamil Tayyar yazdı...
“28 Şubat darbe süreci”nin önde gelen isimlerinden ve aynı zamanda “Batı Çalışma Grubu’nun mimarı” da olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, o günlerde demiş ki;
“Genelkurmay başkanının odasında şunu savundum: İhtilal için ortam hazırlanana kadar beklensin isteniyorsa o zaman nasıl tayin edilecek?
Yani durumun ihtilali gerektirecek safhaya geldiğinde neye göre karar vereceksiniz? Buna erken teşebbüs edilirse iç ve dış kamuoyundan tepki gelebilir. Geç kalırsak bu sefer de ihtilal yapılamayacak bir duruma düşmüş olunabilir.”
Peki, sormak gerekmez mi;
Böyle bir Güven Erkaya’ya ne yapıldı?..
Bünyeden atıldı mı?..
Yoksa; onun “darbe” konusundaki tavsiyeleri “demokratik” birer öneri miydi?..
Ya da; “hukuk devleti”nin anayasasında, “darbe meşrudur” diye bir hüküm mü vardı?..
Evet, ne yapıldı Erkaya’ya?.
“Bünyeden atmak” yerine, dönemin Genelkurmay Başkanı İ.Hakkı Karadayı tarafından övgülere mazhar olmadı mı?..
Hangi birisini sayalım?..
“Uyduruk” bir Şemdin Sakık itirafı(!) üzerine; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir tarafından “andıç”lanan “gazete”ler ve “gazeteciler” olayını unutmuş değiliz!..
Yine Çevik Bir tarafından 29 Nisan 1997’de tüm “kuvvet komutanlıkları” ve Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderilen “irtica ile mücadele” talimatlarını ve bu talimatlar üzerine, “askerlere camilerde ajanlık yaptırıldığını” ve cemaat mensuplarının fişlendiğini de unutmuş değiliz!..
Peki, unutmadık da ne oldu?..
Çevik Bir; bu “demokrasi dışı” faaliyetleri ve “hukuk devleti”ni takmayan tavırlarından dolayı “TSK bünyesi”nden atıldı mı?..
Bırakın bünyeden atılmış olmasını,
En ufak bir “ceza” aldı mı?..
Yoksa “kahraman”(!) mı ilân edildi!?!..
HANGİ CUNTACI CEZALANDIRILDI?
Birbirimizi kandırmayalım... “Demokrasi’ye bağlılık” ve “hukuk devletine saygı” gibi son derece “parlak” ve “cilalı” lâflar kullanıp da, gerçeklerin üzerini örtmeyelim!..
Nedir gerçek?..
Gerçek şudur:
Bugüne kadar hiçbir “darbe”nin, hiçbir “darbe girişimi”nin, hiçbir “andıç” ve “darbe plânı”nın hesabı sorulmamıştır!..
Daha doğrusu, “so-ru-la-ma-mış-tır!”
Bu mu “demokrasi”ye bağlılık,
Bu mu “hukuk devleti”ne saygı?..
Hemen her zaman olduğu gibi;
“Yaptıkları yanlarına kâr kalanlar” yine “cuntacılar” oldu... Ve bu gariban millet, maalesef onlara hâlâ “maaş” ödüyor, hâlâ “krallar gibi” yaşatıyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Demokrasiye bağlı, hukuk devletine saygılı” bir Genelkurmay, “AK Parti Hükümeti’ni devirmek” için “Bizans entrikaları”nı aratmayan yöntemler hazırlayan Albay Dursun Çiçek hakkında ne yaptı şimdiye kadar?..
“Soruşturmanın selâmeti” açısından “geçici” de olsa görevden aldı mı?..
Onun “Ergenekon savcıları”na ifade vermesi niçin engellendi?..
Bu tavır, “darbecileri koruma ve kollama” değilse, nedir?..
Bunlar yapılmadığına göre, demek oluyor ki;
Albayın “darbe” plânı, “demokrasi”ye de, “hukuk devleti”ne de uygundur!!!
Öyle ya;
Eğer öyle olmasa, çoktan “görev”ine son verilir, defteri çoktan dürülürdü!..
Ne yani, daha önce birçok “subay” ve “astsubay”a aynısı yapılmadı mı?.. Birçok subay ve astsubay; “namaz” kıldığı, parmağında “gümüş yüzük” bulunduğu, eşleri “başörtülü” olduğu için YAŞ toplantılarında “yargısız infaz”lara maruz kalmadı mı?..
Dahası, hâlâ bu tür “fişleme”ler, “evlere ziyaret” adı altında “kontrol”ler yapılıp, “ziyaret sonuç raporları”nda, şu sorulara cevap aranmıyor mu;
“Evde haremlik-selamlık ayrımı yapılıyor mu?.. Kadın-erkek tokalaşmaması gibi bir durum var mı?.. Evin döşeme şekli nasıl?.. Varsa, evdeki kütüphanede ne tür yayınlar bulunuyor?.. Ailenin dernek, örgüt, parti ve hayır kurumları ile ilişkileri var mı, varsa hangileriyle?.. Tören, toplantı ve eğlencelere katılıyorlar mı?.. Anne, baba ve kardeşlerinin kılık-kıyafet ve giyim tarzları nasıldır?.. Ailenin yaşadığı mahalle, çok tutucu ve aşırı uçların yaşadığı bir mahalle mi?.. Ailenin takip ettiği bir yayın ve yazar var mı?..”
Söyleyin Allah aşkına;
Zaman zaman “albay”ların da görevlendirildiği bu “ziyaret”ler ve onların tuttuğu “rapor”lar “demokrasi”nin neresinde var, “hukuk devleti”nin neresinde yazıyor?!?..
Bu, şu demek olmuyor mu;
Evlerinde “haremlik-selamlık” uygulayanlar, “kadın-erkek tokalaşması”nı benimsemeyenler, “tören, toplantı ve eğlence”lere katılmayanlar birer “demokrasi karşıtı”dır, birer “hukuk devleti düşmanı”dır!..
Dolayısıyla “TSK bünyesinden atılmalıdır”lar!..
Bu mudur?!?..
Maalesef budur!..
Çünkü, bugüne kadar bizim duyduğumuz, gördüğümüz ve yaşadığımız budur!.. “TSK bünyesinde barınamayanlar”ın çoğu; maalesef ve maalesef “mütedeyyin bir aile yapısı”na sahip insanlardır!..
Yoksa, onların “demokrasiye bağlılık”larından, “hukuk devletine saygılı” olduklarından hiç kimsenin şüphesi olamaz!..
Hiç kimse, aksini de iddia edemez!..
NU USANIYORLAR, NE UTANIYORLAR!
O halde ne yapalım?.. “Hukuk devleti” ve “demokrasi” gibi “yaldızlı lâflar” etmeyi bir kenara bırakalım da; gelin Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar’ın “teşhis” ve “çağrı”sına kulak verelim...
Vali Halil İbrahim Akpınar, dün Abant’ta yaptığı konuşmada diyordu ki;
“Jakoben bürokrasi, hükümeti amiri gibi değil de bayındırlık hizmetleri yapan, memur istihdam eden, harcamalarına kaynak bulan, bütçelemesini yapan muhasebe müdürü gibi görmektedir. Ne kadar para harcarsa harcasın bunun hesabının sorulmasından da pek hoşlanmamaktadır.
Aradan geçen uzun yıllara rağmen, zaten pek de iyi olmayan demokratik hayatımıza tecavüz eden darbecileri yargılayamadık, bu millete reva gördükleri yargısız infazların, işkence ve kötü muamelelerin hesabını soramadık.
Düzmece yargılama sonucu katlettikleri başbakan ve iki bakanın acısını bile yüreğimize gömdük.
Ülkemizde halkın iradesini bir türlü içine sindiremeyen kişi ve gruplar, içinde bulunduğumuz bu dönemde bile, hâlâ Baas rejimi ya da bir çeşit Pol Pot rejimi özlemiyle Hükümeti devirmeyi, binlerce kişiyi yok etmeyi planlıyorlar.
Bu kişi ve gruplar, halkın iradesine karşı plan yapmaktan ne usanıyorlar ne de utanıyorlar...
Bu kesimler, her türlü kanunsuz, ahlaka aykırı yol ve yöntemi kullanmakta bir sakınca görmüyorlar!..
Üstelik geçmişte bu işleri yapmış olanların cezalandırılması bir yana, ödüllendirilmiş olmaları bu gibi kişileri teşvik ediyor.
Benim çağrım demokrasi, insan hakları, özgür toplum ve evrensel hukuk ilkeleri konusunda mevcut durumu beğenmeyen herkese: Ülkemizi jakoben bürokrasinin paşa gönlünden koptuğu kadar değil, sonuna kadar demokrasiye kavuşturalım!..
Ülkemize ve insanımıza çoktandır hak etmiş olduğu demokratik anayasayı ve evrensel normlara uygun hukuk düzenlemelerini getirebiliriz. İnsanımızı 'yarı demokrat, az özgür ülke vatandaşı olma' mahcubiyetinden kurtarıp, 'tam demokrat, en özgür ülke vatandaşı olma' gururuyla tüm dünyada arz-ı endam ettirebiliriz.
Ülkemizi özgür ve huzurlu insanların yaşadığı özgürlükler ülkesine dönüştürebiliriz.
Avrupa Birliği yolundaki bir ülke olarak, evrensel hukuk kurallarını sağlayan, demokratik hak ve özgürlükleri garanti altına alan, hiçbir vatandaşımızın etnik kökeni, dini inancı, mezhebi, düşüncesi, kılık kıyafeti vb. nedenlerle horlanmadığı, ayrımcılığa tabi tutulmadığı ya da yüceltilmediği sivil ve yeni bir anayasaya ve diğer hukuki düzenlemelere sahip olabiliriz. Bu ülke hepimize yetecek kadar büyüktür. Ve bu ülke hepimizi mutlu edecek kadar güzeldir.”
LAFLA DEMOKRASİ YÜRÜMEZ!
Nasıl; “teşhis” de güzel, “çağrı” da güzel değil mi?..
Demek oluyor ki;
Yapılacak ilk iş, bu “ülke”nin gelişmesinin ve özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olan “darbeci generallerin anayasası”ndan bir an önce kurtulmaktır!..
Çünkü bu anayasada, “halkın iradesi”nin pek fazla bir önemi yoktur!.. Bu anayasa; “oligarşik bürokrasinin vesayeti”nde, “sınırlı bir demokrasi” öngörmektedir!..
Bu anayasada, Vali Bey’in de dediği gibi “halkın iradesi sonucu oluşan Meclis’in ve Hükümet’in elini kolunu bağlayıp, iktidarı bir türlü muktedir konuma getirmeyecek mekanizmalar yoluyla, oligarşik-jakoben bürokrasi hakimiyeti sürdürülmelidir düşüncesini sürekli hakim kılacak kurum ve düzenlemeler getirilmiştir.”
Bu “açmaz”dan kurtulmanın, bu “kaos”tan çıkmanın tek yolu vardır: Genelkurmay, “yaldızlı laflar”la işi geçiştirmek yerine, “demokrasiye saygı”sını ve “hukuk devletine bağlılığı”nı göstermek için “ilk adım”ı atmalı ve “darbe planı” hazırlayan albayı “hukuk devletinin eline teslim etmeli”dir!..
Malûm, lafla peynir gemisi yürümez!..
“Demokrasi” ve “hukuk devleti” hiç yürümez!..
==============
O toplantı yapılsaydı!
Malûm, “devam eden askerî tatbikatlar” gerekçe gösterilerek, dünkü “Bilgilendirme Toplantısı” yapılmadı... Aslında, Metin Gürak açısından son derece iyi oldu bu “iptal” işi... Çünkü eğer “tatbikat”lar olmasaydı, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, bu hafta da “akredite basın”ın karşısına geçecek ve onları bilgilendirmek zorunda kalacaktı!..
Tabiî, bu arada “ters soru”lar da gelebilir ve general zor durumda kalabilirdi!..
Meselâ, şu sorular sorulabilirdi kendisine:
“Askerî Savcılığın başlattığı soruşturmanın üzerinden 8 gün geçmesine rağmen, hâlâ belge hakkında yeterli bilgi edinemediniz mi?.. Jandarma kriminal laboratuvarında yapılan ilk incelemelerin sonucu ne?.. İhanet belgesi üzerindeki imza, Dursun Çiçek’e mi ait?.. Bu belgede başka parafların da olduğu öne sürülüyor... TSK iç yazışma kuralları düşünüldüğünde, söz konusu plân hiyerarşik düzen içerisinde bir grup tarafından mı hazırlandı?”
Metin Gürak, bu sorulara acep ne cevap verirdi?..
Elbette bilemem...
Bildiğim şu ki; iyi ki o toplantı iptal edildi!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi