D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Tek parti zihniyeti tekâmül edebilir mi?

Tek parti zihniyeti tekâmül edebilir mi?

Dikkat edilirse sorumuz, “evrimlenebilir mi?” değildir. Bu soruya kolaylıkla “evrimlenebilir” cevabı verilebilirdi. Çünkü “evrimlenme”de olgunlaşma, kemâle erme sözkonusu değildir.
“Tekâmül etmek” ise bu anlamı taşır.
Evet evrilebilir, çevrilebilir, devrilebilir... Bir hâlden başka bir hâle geçebilir... Parti, dernek, kurum vb. değiştirebilir. Ama tekâmül edemez! Zaten, İttihatçı zihniyet evrilmiş, çevrilmiş ve devrilmiş CHP zihniyeti olmuştur.
Bu zihniyetin arka planında kendi halkına güvensizlik vardır. Milletinin değerlerine yabancılaşma vardır. İktidarı halk adına ele geçirip, halkın hissiyatını hiçe sayma vardır.
CHP zihniyetinin kavgası milletin değerleriyledir.
Bu zihniyetin anlaşılmasında şu kritik hadise bütün ipuçlarını verir: Düşman mağlub olmuştur ve kaçmaktadır. Ordumuz onun peşine düşmüştür. Garp cephesinin meşhur kumandanı İsmet Paşa bu sonuca burun kıvırırcasına, “asıl düşman içimizde!” der. Asıl düşman halktır! Halk düşmanınız olunca, savaş ona karşı sürdürülünce, hiç bir zaman gerçek anlamda demokrat olamazsınız. Hâkimiyeti milliye prensibine sadık kalamazsınız. Ama milliyetçi, halkçı, şucu bucu veya laik olabilirsiniz!
Milliyetçiyken milleti yaşatan değerleri çöp tenekesine atarsınız. Kendi uydurduğunuz ilkeleri milletin değeri imiş gibi sunarsınız. Milleti bu değerlere uymamakla, gerilikle, gericilikle suçlarsınız. Milliyetçiliğinizi milletinize karşı kullanırsınız.
Halkçıyken, halkın hangi şartlarda yaşadığını, mevcut zorlukları her şeye rağmen göğüsleyerek kendini nasıl var kıldığını görmezden gelir; iktidarınızı onun rağmına sürdürmenin yoluna bakarsınız.
CHP zihniyeti İsmet Paşa’nın o zafer anında ortaya koyduğu düşünceye sonuna kadar sadık kalmıştır. O yüzden bu zihniyete sahip olan bir kimseyi teşhis etmek çok kolaydır. Partisi, derneği, kurumu ne olursa olsun. CHP zihniyeti kesin inançtır. Kesin inançlılar, ancak inançlarını değiştirerek tekâmül edebilirler. İnanç dairesinde kaldıkları sürece sadece evrimleşebilirler. Derneklerini değiştirirler, partilerini değiştirirler, kurumlarını değiştirirler. Çünkü bu araçlar onlar için iktidar sebebidir. Biri olmazsa ötekiyle hedeflerine varmak isterler.
Yaşananlara bakarak, kişilere bakarak, “evet bu zihniyet de tekamül ediyor, halkıyla barışıyor, milletinin değerlerini yüklenmeye çalışıyor, isyanını, sesiz veya sesli direnişini kavrama gayreti içinde, öyleyse ümit var” diyebilmeyi ne kadar çok isterdim...
Ne yazık ki bunu diyemiyorum.
Kültür Bakanı’nın bir olay karşısındaki tepkisi beni bundan kesin olarak men ediyor.
Ne o öyle? “İlkel yaratıklar! Barbarlar!...” Ne oluyoruz? Ne var ortada? Kim bunlar? Memleketin yüksek tahsil gençliğinin bir kesiti...
Bir alkol firmasının desteklediği bir konser. Topkapı Sarayı’nın birinci avlusu bunun için seçilebilecek bir yer değil belki de. Böyle bir etkinlik Topkapı Sarayı’na bir şey katmaz. Fakat Topkapı Sarayı’nın muhteşem kapısının silüeti ona çok şey katabilir. Onu okumasını bilseler, o girişte yazılanlar bir şeyler katabilir. Fakat oradaki yazıların onlar için çivi yazısı kadar bile değeri yoktur. O bakan bir gün bile, hatta bir an bile o kapının girişinde yazılanları merak etmemiştir. Oradaki elifleri mertek sandığı şüphesizdir!
Her neyse böyle bir konser düzenlenmiş, yüksek öğrenim çağındaki gençler, bu konser dolayısıyla bir tepkilerini ortaya koymuşlar. Ne yapmışlar yani? Konseri mi dağıtmışlar? Sazları mı kırmışlar? Solistleri mi tâciz etmişler?
Bu bir isyan, bir dikkat uyandırma isyanı.
Binlerce kilometre ötede öldürülen insanlık için isyan. Bir Uygur’un öldürülmesi, bir insanın katledilmesi veya bütün insanlığın öldürülmesi. İsyanın sebebi bu. Dışa vuruluşu, bir mekânın anlamına vurgu yapmak.
Şiddete dönüşmemek kaydıyla her türlü tepki medenî olmanın bir parçasıdır. Bakan, “ilkel yaratıklar!” hörelenmesi yerine, o gençlerin isyanını anlamaya gayret etmeliydi. “Bu çocuklar ne demeye çalışıyor?” sorusunun cevabını araştırmalıydı.
Tabiî bu zor... Türkiye’de çok güçlü bir alkol lobisi var. Çünkü çok güçlü bir alkol ekonomisi var. Çünkü Türkiye’de alkol laik, batılı hayat tarzının esası olarak algılanıyor! Alkolsüz bira olur, alkolsüz laiklik olmaz!
1930’larda Türkiye’ye yabancı (Avrupalı) uzmanlar dâvet edilirdi. Maliyeye, idareye, ekonomiye yön vermek için. Onların muaşereti içinde yaşamak ana hedefti. Onlara, onlar gibi yaşandığı gösterilirdi. İşte böyle birini en yüksek içki masasına oturttular. Adam içmedi, bedava alkolü geri çevirdi! Şaşıp kaldılar. Nasıl bir Avrupalı içmez? Alkolsüz bir uygarlık nasıl olabilir?
Adam Avrupalıydı ve içki içmeye karşıydı! Zaten Yeşilay’ı da biz kurmamıştık. Batıdaki örneklerine göre oluşturmuşduk. Fakat, Yeşilay hep güdük kaldı. Gençlerin alkolden, uyuşturucudan ve tütün belasından kurtulması için mücadele hep küçümsendi. “Yeşilaycı” nitelemesi bir alay ifadesi idi.
ABD dünyayı tütüne alıştırdı. Ama şimdi, tütün yasağı Amerika’dan bütün dünyaya yayılıyor... Biz ABD’den önce tütünle mücadele etse idik, “uygarlık”tan nasipsiz “ilkel yaratıklar” olarak görülecektik!
Gençler siz bir kesin inanca, bir çağdaş puta karşı çıktınız! İşin içinde alkol lobisi, çok meşhur alkolikler olmasa idi konser-monser pek o kadar önem taşımazdı.
Bir de, hiç kimse Topkapı Sarayı’na bir alkol firmasının reklamını asamaz! Konser sponsorluğu işte bu işin kılıfı! Bundan sonra bekleyin, bütün alkol firmaları Topkapı Sarayı’nı açık hava konserhanesi haline getirecek!
Bakan garantiyi vermedi mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi