Cemal Nar

Cemal Nar

“Vezirin Tölü”

“Vezirin Tölü”

Bir önceki yazımızda Bahçeci Hcayı tanıtmış ve cihadı hakkında bilgiler vermiştik. Onun hakkındaki en önemli şu bilgileri hatırlatarak yazımıza devam edelim inşallah:

“İlle de bir defasında karakolda yatırmışlar. Üstüne binmişler. Sakalını yular etmişler. Deh demişler onu unutmamış. Sakalı kesmiş. Bir daha bırakmamış. Davayı kurtarmış. O yoldan hakaret bitmiş.

Bu ara devlete de küsmüş. Millete de küsmüş. (Yani evinden dışarı çıkmama kararı almış ve çıkmamış.) Milletin Çocuğunu okutmuş. Onlara millî mâ'nevi değer aşılamış. Milletin gücü yok. Kolu kanadı kırık. Devlet milletten güçlü. Eli, ayağı uzun. Milletin nefes alışına kadar takip ediyor. Tabiatıyla millet sahip çıkamamış. Ama o ummuş. Umduğunu bulamamış, millete küsmüş. Devlet de manevî düşmanı. 0ndan da baskı görünce ona da küsmüş, Daha 1936 larda evine kapanmış.

Evlenmiş, çora çocuğa karışmış.Çocuklar da bir tarafan büyümüş. Oların ihtiyaçlarını evde çalışıp kazananarak karşılamış…”

Hoca bir ara dışarı çıkar.Demokrat Parti iktidar olmuş. Bir hürriyet havası esmiş. Va’dler var. Umutlar hasıl olmuş. Uzun zamandır baskı altında yaşamış toplum ondan çok şey bekliyor. Bir, birbuçuk asırlık kirin pasın düşürJ nirı kırılacağını kalkacağını zannediyor. Arzusu bu. Meî deliği olmaksızın çeyrek asır yaşamış.

Fakat umduğunu bulamıyor. Muvazaayı anlıyor. Yavru cücüğün fonksiyonunu kavrıyor. Gene geri içeri giriyor. Tavır alıyor. Zamanla bu tavrı keskinleştiriyor. Uç noktalara taşıyor. Kırıcı oluyor. Demokrat Parti'den çok şey bekleyen kesimden reaksiyon görüyor. Dışlanıyor. Dedikodulara kalıyor. Geleni gideni bağlıları azalıyor.

Ki o dönem bakıyorsunuz Hafız Ali Efendi gibi niceleri de aynı kesimden nice ithamlar altında kalıyor.

Halbuki onlar sistemi çabuk yıkılması imkansız ulu bir ağaç gibi görüyor. Bir ahtapot gibi değerlendiriyor. Nefes deliği, karın boşluğu neyse ona göre teneffüs ediyor, hareket ediyor. Da'valarından da vaz geçmiyor.

Aradan elli sene geçmiş bu tesbitin ne kadar yerinde olduğu bu gün bile anlaşılıyor. Sistemin siyâsi sistemden ziyâde kendi milleti üstünde bir kontrol bir baskı sistemi olduğu görülüyor. Bir bürokratik şebekenin ayak oyunlarını insanımız aşamıyor, kıramıyor.

Ahtapotun kolları habire kırılıyor hiç de bitmiyor. Sistem içe kapanık vatandaş üstünde varlığını sürdürüyor. Bütün güç denemesini vatandaş üstünde yapıyor. Refleksini ona göre geliştiriyor. Düşmanı vatandaşıymış gibi kânun, güç oluşturuyor. Dışarı karışmasın dışarıya ben karışmam içeri haltetmesin sussun benim efendiliğime itiraz etmesin diyor.

Bakıyorum şöyle hocanın talebeleri öyle veya böyle ondan bir şey almış. Bir kısmı gecikmeden dosdoğru mecrâsına girmiş. Bir kısmı çalkalanmış durulmuş, eğrilmiş bükülmüş doğrulmuş deliğine girmiş. Cemiyyette zararsız insanlar. Fâideleri var. Zararları yok.

Hemen hepsi Allah yolunda, Allah yoluna dönmüş yatını geçiriyor. Hayatım bitiriyor. Çocuklarını dindar yetiştiriyor. Çocukları din yolunda. Tohumlar ağaca, ağaçlar tohuma silsilesi dâhilinde yürüyüp çoğalıp gidiyor.

Demek Hoca efendinin orda içerlerine bir tohum atılmış. 0 iman tohumu. Ama erken filizlenmiş ama geç fılizlenmiş. Ama filizlenmiş. Mahsûl vermiş. O şimdi götürüldüğü yerde. Sevgilisinin yanında. Ancak diktiği filizlerden filizlerden hasıl olan meyvelerden hissesini alıyor. Hissesi amel defterine yazılıyor, ni'met olarak kendine takdim ediliyor.

Hocanın ufak tefek hafta arası gelen gideni olurdu. Bunlardan ona dışardan haber getirip yönlendiren olduğu gibi sükûnetle oturup hizmet eden de emir bekleyen de olurdu…

Hoca Efendi evlatlarından aradığım pek bulmuş biri değildi. Aile içi problemi çok yaşardı. Bu da onu hırçın yapar başka bir konuydu. Değiştirmek için yaratılmış imalem kendi içinde muallel hâle gelmesiydi. Cemiyete yönelemesiydi. Koşmadan bir Çukura düşüp kalmasıydı. Kalbini milletine, da'vasına tahsis edememesiydi. Bunun bir hikâyesini ara sıra anlatırım. Büyük adam hâlet-i rûhiyesini bu hikayeyle ortaya koyarım.

Sekizinci yaprak bitti. Başa geçtik. Beni çağırdı. Yine kentine tarz ifade ilen;

-Lan Vezirin tölü buradan öte iki yaprak ezberleyebilir misin?
-Ezberlerim hoca efendi.
-Hadi ezberle de görüm.
Gittim, çok az bir zaman içinde ezberledim. Geldim.
- Ezberledim dedim.
- Oku dedi, okudum.
Hiç unutmam başını göğe çevirdi. Ağladı ve şöyle dedi:

-Ey Allahım şu oğlanı niçin Vezire verdin. Bana vermedin. O notucuydu bunu? Bana şu iki işe yaramazı verdin. Ben notucum bunları. Ben ne yapıcım nereye gidicim bunlarınan?

Demek büyük adam hâlet-i rûhiyesi bu.

Büyük oynamak için büyük oynamaya, oyununu devam ettirmeye müsâîd evlâdı olacak. Oynayacak.

Halbuki kader. "At olur meydan olmaz, meydan olur at olmaz." Kader neye oynatırsa onu oynarsın. Nasıl bir imtihan şeraiti hazırlamışsa o dâirede kalırsın.

Son asır hangi büyük İslam âliminin çocuğu yolunda gitmiş de doldurmuş ki. Veya târihte babasının yerini dolduran, babasını geçen hoca çocuğu kaç tane ki. Her şey bir yerde hidâyet.

Her neyse Hoca Efendi bizi bağrına bastı. Bir de şeker verdi. O şeker o zaman ne büyük ikramdı, değerdi, bilen bilir.”(*)

Hoca Efendinin ağlaması beni de ağlattı doğrusu. Haklıydı Hoca Efendi ağlamada, çok haklıydı…

(*)Yaşar Alpaslan, Serdar yakar, Muhammed Kamil Ağdaş, Ukde y. Kahramanmaraş, 2008, s. 18-24.




Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi