M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Sabataycı Okullar ve Üniversiteler

Sabataycı Okullar ve Üniversiteler

ÜLKEMİZDE cemaat okulları, üniversiteleri, hayır kurumları bulunmaktadır. Meselâ:

Robert College Amerikan Evangelist misyonerlerinin okuludur.

İstanbul'daki Notre Dame de Sion Fransız Katolik okuludur.

Sabataycı cemaatin veya lobinin de okulları ve üniversiteleri vardır. Bunu inkâr etmek "Biz Atatürk okulları ve üniversiteleriyiz" demek gerçeği değiştirmez ki...

Heybeliada'daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu'nda da baş köşede Atatürk resmi vardı. Atatürk resmî var diye o okul Atatürkçü mü olur?

Atatürk resmi olmayan bir tek İmam-Hatip okulu, İlahiyat fakültesi gösterebilir misiniz?

Evet ülkemizde Sabatay (Avdetî, Selanik dönmesi) okulları vardır. Bunların pîri Selanikli Şemsi efendidir. Şemsi efendinin asıl adı Şimon Zvi'dir. Ve kendisi gizli Sabataycı hahamıdır.

Sabataycı okulları ve üniversiteleri Atatürkçülüğe hizmet perdesi altında ne yaparlar? Sabataycılığa hizmet ederler. Kendi çocuklarını "iyi" yetiştirirler, Müslüman çocuklarını da kendilerine benzetmeye çalışırlar.

Sabataycıların Sabataycılığa hizmet etmeleri normaldir. Katolik Katolikliğe, Evangelist Protestanlığa, Bahaî Bahaîliğe, Yahudi Yahudiliğe hizmet eder.

Müslümanlar İslâm'a hizmet ederler mi? Maalesef hepsi hizmet etmez. Yahudiliğe, Nasranîliğe, misyonerliğe, Sabataycılığa hizmet eden nice Müslüman biliyoruz.

Türkiye'de Sabatay cemaatinin okul ve üniversiteleri vardır. Bu gerçeği kimse inkara yeltenmesin.

İşin vahim tarafı bu değildir. İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri dahil bütün Türkiye okullarında Sabataycılığın ağır baskı ve etkileri bulunmaktadır.

Bizdeki resmî millî eğitim Sabataycılığa uygun bir eğitimdir.

Resmî ideolojide haddinden fazla Sabataycılık tuzu biberi salçası bulunmaktadır.

Sabatay Sevi, Şimon Zvi, Moiz Kohen Tekin Alp ve daha nice Sabataycı ve Yahudi, modern Türkiye'nin kurucuları heyetine dahildirler.

Bir alimler, araştırıcılar ekibi kurulsa ve bunlar sağlam bilgilerin ve belgelerin ışığında son iki yüz yıllık tarihimizin ihtilallerini, darbelerini, yeniliklerini, değişimlerini inceleseler bu dediklerim gün ışığına çıkacaktır.

Tevhid-i Tedrisat devrimi "Tevhidî Tedrisat"a karşı yapılmıştır.

Sayın Kültür Bakanımız "Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Mektebi" mutlaka açılacaktır dedi.

Peki soruyorum: İslâm medreseleri de açılacak mıdır?

Hiç sanmam. İslâm medreselerinin açılması Sabataycılığa aykırıdır.

Yazık!.. Şu İslâm memleketinde Sabataycılar kadar hürriyet ve haysiyetimiz yok.

GENEL MÜDÜR NE YAPMALI?

BELLİ bir tarikata veya cemaate mensup bir Müslüman bir kurumun veya kuruluşun başına geçti, dizginleri ele aldı. Kendisine yetki verildi. Neler yapmalı, neler yapmamalıdır?

1. Yapacağı ilk iş: İşin ehli değilse istifa etmelidir. İş, makam, mevki, masa bir emanettir. Emanete ehil olmak gerekir. Ehil olmadığı emaneti zimmetinde bulundurmak emanete hıyanettir.

2. Ehil ise ve kurum içinde yeni bir kadro kurmak istiyorsa mutlaka ehliyetli, liyakatli, istidatlı, kabiliyetli elemanlar almalıdır.

3. Kurumun mensubu olduğu tarikatin veya cemaatin arpalığı haline getirmemelidir.

4. Müslüman kesimde ehliyetli, liyakatli, değerli elemanlar varsa bunları seçip alırken, çeşitli cemaatlere mensup olmalarına dikkat etmelidir.

5. On Sünnî eleman alıyorsa iki de ehliyetli Alevî eleman almalıdır.

6. İslâm'ı, ülkeyi bir bütün olarak ele almalı; mensubu bulunduğu parçayı bütün ile özdeşleştirmemeli; çeşitliliğe dikkat etmelidir.

7. Bütün Türkiye'yi Şucu, Bucu veya Ocu yapmak heves ve hayaline sahip olmamalıdır.

8. Her hâl ü kârda âdil, munsif (insaflı), bilge, geniş ufuklu olmalıdır.

9. "Bizim cemaat çok büyük, bizim efendi çok ulu, ötekilere aldırma..." zihniyetine sahip olmamalıdır.

Müslüman partizanlık yapmaz, nepotizm yapmaz, cemaat ve tarikat asabiyetine sahip olmaz.

Müslüman şu veya bu tarikata ve cemaate mensup olabilir ama tarikatçi veya cemaatçi olamaz.

Olgun ve akıllı Müslüman BÜTÜN'ü PARÇA'nın içine sığdırmak ve sıkıştırmak gibi akılsızlıklar, mantıksızlıklar, beyinsizlikler yapmaz.

Aksine ilmiyle, irfanıyla, hikmetiyle, tedbiriyle, ince siyasetiyle, geniş ufkuyla, sabır ve tesamuhu ile, müdarası ile âlemi kendine hayran bırakır. Böylelerinin ellerinden öpülür.

NEZİH UZEL BEY

Nezih beyin jübilesindeki konuşmamdır

TÜRKİYE'de birbirlerini tutan üç grup insan vardır. Masonlar, Mülkiyeliler (Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunları) ve Galatasaraylılar.

Aslında bunların içinde Müslümanların da bulunması gerekir. Bu ayrı ve netameli bir konudur, geçelim.

İsmiyle müsemma Nezih beyefendi ile aramızda kadim bir dostluk vardır. İkimiz de Galatasaraylıyız ama dostluğumuzun temeli bu değildir. İlim, irfan, sanat, kültür, tasavvuf, medeniyet bağları bağlar bizi birbirimize.

Bendeniz Nezih beyi şöyle tanırım:

O medenî ve şehirli bir insandır.

O bir kitap ehlidir. Özel kütüphanesi ve kitapları vardır. Kitap okur, kitabı sever.

O bir sanat ehlidir. Tasavvuf musikisi ile meşgul olur, bendir vurur, ney çalar, ilahî okur.

O bir sohbet ehlidir. Kendisi ile ülfet ve ünsiyet edilir. Gıybetsiz, dedikodusuz faydalı konuşmalar yapılır meclisinde.

Nezih bey mal için, para için yaşamaz; yaşamak için az miktarda gelire ihtiyacı vardır, onu temin edince fazlasını istemez ve aramaz. Para onun için gaye değil, vasıtadır. Bu anlattığım haslet zamanımızda ne kadar önemlidir bir bilseniz.

Nezih bey kitaplar telif etmiş, Fransızca'dan tercümeler yapmıştır. Ne mutlu kültüre, ilme, irfana katkıda bulunanlara.

Nezih bey kerem ve mürüvvet sahibidir. İmkanı olduğu zaman ahçı tutup dostlarına ve yaranına ziyafet verdiği günleri hatırlıyorum.

Nezih beyin devlethânesinin kapıları ehl-i irfana her zaman açık olmuştur.

Nezih bey her zaman mütebessimdir, hiçbir zaman abusu'l-vecih olmamıştır.

Nezih beyin kadr ü kıymeti bilinmiş midir? Maalesef bilinmemiştir. Vefalı toplumlar, kabiliyetli fertlerine hizmet ve faaliyet imkanı sağlar. Bu imkanlar Nezih beye sağlanmış mıdır?

Marifet iltifata tâbidir

Müşterisiz metâ zâyidir

Nezih bey için jübile tertipleyenlere teşekkür ediyorum.

BEYOĞLU'NDA GEZERKEN

SULTANAHMET'ten tramvaya bindim, Karaköy'de indim. Tünel ile Beyoğlu'na çıktım. Galatasaray'a doğru yürüyorum. İstanbul'un en lüks ve oldukça pahalı pastahanesi Markiz yemek vermeye başlamış. Vitrininde yazılı, çorba 1,5 lira. Gözlerime inanamadım... Nereden nereye...

Biraz ilerledim, sağ tarafta halka halinde büyük bir kalabalık, ortada sarıklı bir kimse sema yapıyor. Evet Mevlevî seması. Ne olur ne olmaz diye fazla yaklaşıp da yakından bakamadım.

Böyle bir şey 1930'larda olsaydı, yer yerinden oynardı. Ertesi gün Nadir Nadi'nin Cumhuriyet'i manşet atar, mürteciler (gericiler) gemi azıya aldı, Beyoğlu'nda tarikat seması yaptı... Gazi Mustafa Kemal Paşa özel trenle Ankara'dan İstanbul'a gelir, özel mahkeme kurulur, sorgu esnasında semacının çarpık kemikleri düzeltilirdi...

Yürüyorum... Zengin fakir halkın kıyafeti dökülüyor. Açıklar bir türlü, kapalılar bir türlü. Pembe giysiler içinde, saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapmış, üzerine rengarenk bir eşarp bağlamış genç kızlar, yanlarındaki erkeklerle el ele tutuşmuşlar yürüyorlar.

Galatasaray'a geldim. Eyvah!.. Aslı Han kapalı. Boş zamanlarımda okumak için eski Sélection ve Historia dergileri alacaktım. Avrupa Pasajı'na girdim. Antikacı dostumdan nefis ciltli "Rusya ve Doğu" adında Fransızca bir kitap ile iki küçük Çin porseleni aldım. Kitabın sonunda Deli (Büyük Petro'nun) vasiyetnamesi var. Bir de Saint Saëns'ın Samson ve Dalila operasından bir şarkının notalarını aldım. Üzerinde Osmanlıca nefis hatlar var. Hattat Halim efendinin kaleminden... "Darülelhan Külliyatı (Sülüs)... Sen Sans (Divanî)... vs" Eskiden kitap isimlerini, resmî daire tabelalarını, haritalardaki yazıları büyük hattatlara yazdırırlarmış. Hepsi de birer sanat şaheseri olurmuş.

Boğazkesen caddesinden Tophane'ye indim. Yolda, Şifa fırınından nefis bir köy ekmeği aldım, tramvayla eve döndüm.

Beyoğlu'ndaki iyi şeyler: Eski güzel binalar restore ediliyor... Çok güzel kafeler açılmış... Avrupa'dakilere benzer büyük ve zengin çeşitli sahaf dükkanları...

Taksim'den Tünel'e sel gibi akan kalabalık nafile... Beyoğlu'nda 1945'ten 1952'ye kadar yedi sene okudum. Eskiden İstiklal Caddesi'nde beyefendiler, hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar dolaşırdı. Elbiseler ütülü, gömleklerin yakaları kolalı, ayakkabılar pırıl pırıl cilalı. Beyoğlu halkının yarısı Rumca konuşurdu. Efharisto poli... kala... ena triya tesera pende... ena deka... Altmış yıl öncesinden kalmış hatıralar, bilmem doğru yazabildim mi?

Beyoğlu'nda oturan seçkin Rum, Ermeni, Yahudi, Frenk vatandaşların evlerinde güzel şahsî kitaplar vardı. Bunların hepsi pazara düştü. Bugün antikacıdan aldığım kitap da Arsen isminde bir Ermeninin terekesinden çıkmış...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi