Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Kadın kadının kurdu mu?

Kadın kadının kurdu mu?

Kadın kadının halinden anlar sözü şimdilerde eski bir söylem olarak raflara kaldırılıyor. Zira bilinenin aksine kadının kadına muhalefeti, kadının kadına savaşı çok daha vahim sonuçlara ulaşıyor. En yakın arkadaşının eşini baştan çıkaranlar, patronun gözüne girmek için yanındaki kadınları ispiyonlayanlar, misafirliğe gittiği birkaç saatlik zaman diliminde hemcinsinin evini, aile ilişkilerini eleştiren buradan dedikodu malzemeleri çıkaranlar, ben senden daha güzelim, daha gencim, daha akıllıyım türünden söylemlerle cinsdaşını aşağılayanlar... tam da kadının kendi türüne yönelik olarak geliştirdiği öfke ve düşmanlığı ortaya seriyor... Bunun için, aynı iş yerinde çalışan kadınlar, patronlarının ya da birlikte çalıştıkları kişilerin kadın olmasını pek istemiyor. Çünkü kadının var olduğu her yerde gizli bir yarış, gizli bir benlik savaşı sürüp gidiyor. Bu konuyu bir eğitim seminerinde hocam Yıldırım Erşen'e sormuştum. O da, böyle bir yarışa kendisin de inandığını belirtmiş ve dinamiklerinde, kadının "en olma, beğenilme, ön planda tutulma isteğinin etkisinin olduğunu söylemiş, toplum içinde bu yarışın sürekli kışkırtıldığını belirtmişti. Bana kalsa eski kadim geleneğimizden süzülüp gelen sıradan bir beğenilme duygusu değil bu, aksine alabildiğince süren bir rekabet, bir yarış zorlu bir maraton... Gerçekten günümüz kadını, giyim tarzıyla, mesleki kariyeriyle, sahip olduğu aile ortamı, iş, para, çocuk, eğitim... ve toplum içindeki varlığıyla sürekli savaş, sürekli bir öne geçme mücadelesinin içinde yer alıyor. Küresel kapitalizm modern aygıtlarıyla kadının bu zaaf noktasını harekete geçirerek onu kışkırttıkça kışkırtıyor ve zayıf noktalarından vuruyor.

Kuşkusuz kadının böylesine bir sosyal cedelin içinde yer almasında, televizyon ve diğer medya aygıtlarının etkisinin ya da modern kültürün getirdiği tüketim odaklı bir hayat tarzının yansımalarının olduğunu görüyoruz. Buna göre bir kadın, gösterişli olma, koşulsuz güzel olma, koşulsuz göz doldurma, her şeye sahip olma ve her şeyi elde eden biri olma dürtüleriyle hayat boyu bütün ilgi ve yönelimlerini kendi üzerine çekmektedir. Ne yazık ki, sözel ve görsel medyanın kışkırtıcı ve rekabete sürükleyici sultasından en fazla etkilenen kesim de yine kadınlar oluyor. Böylesine kültürel bir sultanın esaretinde yaşayan kadın, ekran camları ardından takip ettiği şişirme magazin haberlerini kendi hayatına modelleyerek en yakın arkadaşıyla dahi ilk karşılaşmasında hal hatır sormak, muhabbet etmek yerine "kilo almışsın, kilo vermişsin, yüzünde çizgiler belirmiş, bu saç modeli sana hiç gitmemiş, güzelsin, çirkinleşmişsin..." türünden sözler sarf ederek süregelen bu muhalefeti, bu tüketim odaklı, ben merkezli hayat tarzını körüklüyor.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, dindarı da, kapitalisti de, demokratı da, kırsal alanda yaşayanı da, eğitimlisi de eğitimsizi de modern kültürün bu kışkırtıcı tavrından etkilenerek kendi türüyle bir yarışın içine uzaktan ya da yakından giriyor... Bunun sonucunda da kadın kadını bir kardeş, bir yandaş, bir hemcins olmaktan ziyade bir rakip olarak görerek bitmeyen bir savaş ortaya çıkarıyor...

Bu öyle bir savaş ki, çıkış nedeni, ne birkaç metrekarelik toprak parçası ne de bizi biz yapan benliğimizi geliştiren, değerler ülkesini korumaya yönelik bir savunma... Aksine bu düşüşün, bir yok oluşun savaşı... Savunulan kriterler ise, ben daha güzelim, daha akıllıyım, daha zekiyim, daha başarılıyım, daha zenginim, daha gösterişliyim, daha önemliyim... Nihai sonsuz ise, tüketim, tüketebilmek, kapitalizmin ürettiği giyim eşyalarını, kozmetik ürünlerini ve dayatılan hayat tarzlarını benimsemek...

Bizler daha dindarız, daha muhafazakarız o yüzden böylesi bir yarışın içinde bulunamayız diye düşünmeyin, ne yazik ki hayat boyu, ahlak eğitimi, din eğitimi diye koşturan, çocuklarımızı bu minval üzere yetiştirmeye gayret eden bizler dahi bu yarışın kıyısında da olsa yer almaya başladık. Bu nedenle hayatınızın en önemli kriterlerinin ne olduğuna karar verip yeniden bir güzergah belirleme vaktimiz geldi de geçiyor bile..

Asıl üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise, kadın rekabetinin hat safhaya ulaştığı alanlarda, gözle görülmese de büyük hasarların, büyük kayıpların ortaya çıktığı gerçeğidir. Çünkü rekabet ortamında gözden kaçırılan büyük emekler heder olabiliyor, belki de çalışma ortamına renk katacak bir çok potansiyel elden çıkıyor ve her şeyden önemlisi rekabeti körükleyen kişi, mevcut patalojisini bulaştırarak iş ya da aile ortamında yıkıcı tahrip edici bir enerji yayarak buradaki kimselerin huzur ve güven ilişkilerini kökten söküp atıyor. Bu da bariz bir şekilde görülmese de, iş verimini, kişilerarası huzur ve sukuneti dumura uğratıyor ve görülmeyen, pek hissedilmeyen bir başarısızlağa doğru sürüklüyor. Kadının kendi türüne yönelik olarak sürdürdüğü bu düşmanca tavırlarının ve rekabet duygusunun her şeyden önce din, ahlak, maneviyat, sevgi ve güven unsurlarını zedeleyerek çok daha büyük bir zarara neden olduğunu düşünüyorum. Oysa duygularının esaretine yenik düşen kadının, insani, ahlaki, kültürel ve manevi olarak yeterli olgunluğa ulaşması toplumun istikbali ve nesillerin kişisel gelişimi açısından da önemli diye düşünüyorum. Böyle bir hastalığın iyileşmesi için ise, ulvi değerlerimizin hayatımıza hakim olması ve bizi kontrol altında tutması gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi