HSYK, YARSAV, Ertosun, Kanadoğlu, Vural, Demirel, Cindoruk... Darbe, onl

HSYK, YARSAV, Ertosun, Kanadoğlu, Vural, Demirel, Cindoruk... Darbe, onl

Konuşmadan edemeyeceğiz, bu kesin. Çünkü Türkiye'de üzerinde en fazla tartışılan mesele ve uzun bir süre daha hiç değişmeyecek gibi duruyor. 

Darbe!

 50 yıldır sürekli bununla uyuyor, bununla uyanıyoruz. Belki alışkanlık haline geldi bile denilebilir...

Türkiye, 10 yılda bir yaşadığı büyük darbelerin artından ara dönemlerde de darbe girişimleri ile sürekli çalkalandı. Bunların adını ve tarihlerini ve hatta kahramanlarını bir kez daha yazıp can sıkmak gibi bir niyetim yok ama, 28 Şubat post modern darbesi ve devamındaki 27 Nisan e-muhtırasının ardından darbe anlayışı ya da zihniyeti yeni bir şekil kazandı.

Yani son günlerde üzerinde en çok durulan kurumlar, isimler ve bunlarla ilgili en çok söz sarfedenlere dikkatle bakarsak taşları yerine oturtmamız daha kolay olur.

Hani çok fazla derine inmeye, orayı burayı kurcalamaya, belgi bilgi belirtmeye, ses kaydı falan patlatmaya, bazıları gibi puştluk ya da hergelelik yapmaya da gerek yok.

Dikkat edin, TSK İlahiyat Mezunu almak gibi ilginç bir girişimle, bu yöndeki sert eleştirilerin önüne geçmeye çalışıyor. Yıllardır 'din subayı' tartışmalarına nokta koyacak mı bilinmez elbette çünkü koca bir kuruma sadece iki ilahiyat mezunu alınacak olması bu projenin kapsamlı bir harekat olmadığını gösteriyor..

Elbette bunu bile bir gelişme olarak nitelendirmek gerek. Gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğu için mi gündeme geldi yoksa baskılar mı bu noktaya getirdi bunu zaman gösterecek. Önümüzde bir YAŞ toplantısı var ve herkesin gözü kurumla ilişiği kesileceklerde olacak.

Gelelim asıl meseleye, yani Darbe'ye..

Siyasetçiler başta olmak üzere toplumun önde gelen isimlerinin son dönemlerde fazlasıyla sarfettiği bir cümle var, "Türkiye'de darbeler dönemi bitmiştir."

İnsanın tabi ki inanası geliyor. İnsan böyle bir cümleye, 'altı dolu olması' dileğiyle yaklaşmak istiyor.

Ama unutulan bir şey var: Hangi darbe?

Evet, kesinlikle kabul etmek gerek, Türkiye askeri bir darbeyi bir daha görmeyebilir. Zira, Türk Silahlı Kuvvetlerinin son 10 yılda yaptığı faaliyetler, kendi bünyesinde ortaya çıkan bazı önemli olaylar, ilişkiler, günlükler, önemli isimlerin gözaltına alınmaları, emekli paşaların tutuklanıp cezaevine gönderilmesi, Ergenekon davasında yargılanması, operasyonların emeklilerle yetinmeyip muvazzaflara uzanması, yine operasyonların bizzat Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı'nın bilgi ve talimatları dahilinde yapılması...

Ve daha sayılabilecek pek çok gerekçe, bu yöndeki iyi gelişmeler 'askeri darbe' olgusunu ülke gündeminden uzak tutabilir. 

Tutarsızlıklar yokmudur, elbetteki vardır ve zaman zaman bunları dile getiriyoruz.

Sadece Türkiye bu dönemde, hatta bu dönemde de değil, 22 Temmuz milletvekili seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinden bu yana, farklı kurumların ve farklı odakların darbeleri ya da darbe girişimleri ile çalkalanıyor.

Sivil toplum örgütlerinin darbeleri ülkem insanını kamplara bölmeye yönelikti. Başarılı oldu. Sözde ulusalcılar, laikler ve diğerleri...

Marjinal grupların darbeleri, (iş dünyası, özellikle TÜSİAD gibi); bunların ekonomiye ilişkin değerlendirmeleri sürekli bağımlı bir ülke imajı çizilmesi üzerine oldu. Oysa, IMF ile uzun süredir devam eden pazarlıklar ve buna karşın Türkiye'nin ekonomik krizle birlikte kendi yağında kavrulmaya devam etmesi aslında olanın farklı olduğunu gösteriyor. Ama yine de bunlar kendince bir ekonomi darbesi yaparak ülkede kaos var havası estiriyorlar.

Bu darbeye başını CHP ve MHP'nin çektiği muhalefet de iştirak ediyor. Siyasi darbeler, CHP'nin Anayasa Mahkemesi önünde kamp kurmasıyla zirve noktasına ulaştı.

 Darbeler bununla da bitmedi tabi. Özden Örnek'in darbe günlüklerinde 'sarıkız' olarak geçen kurumlar vardı hatırlarsanız. Üniversiteler, rektörler, Rektörler Komitesi. Türkiye bir rektörler darbesi de gördü. Hem de koca koca adamların 23 Nisan çocukları gibi 'türkiye laiktir laik kalacak' sloganları eşliğinde. 

Bu da bir darbeydi, o gün ekranlarda görünenler, televizyonlarda izlenenler bugün ya yerel yönetimlerde görev yapıyor ya da hala bulundukları kurumun başındalar. Ama artık herkes ne olduklarını biliyor. Bunu bilerek onlarla aynı çatıları paylaşmak ve onlardan eğitim ya da hizmet almak...

Neyse bunu da artık muhataplar düşünsün.

Her biri kendi alanında darbe bunlar. Ülkeye hayır getirmesi imkansız girişimler. Yok öyle vatanseverlik palavraları, yok bittik, yok satıldık, yok atıldık, yok gırtlağımıza kadar battık...

Bunların nerede yaşadığını merak ediyorum. Bir sıkıntı varmıdır, elbette ki vardır, hem de ciddidir. Ama bu öyle birilerinin suçu sayılarak giyotin işlemleri yapılacak bir mesele değil, elele verilerek üzerinden gelinmesi gereken bir mesele. Çünkü bu bir uluslararası kriz... Tabi anlayana..

Ne kaldı geriye, bir türlü yapılamayan büyük darbenin birilerine ihale edilmesi meselesi.

İlk akla gelen isim belli; 367 Sabih. Sabih Kanadoğlu. Gösterdiği adreslere tek tek bakın, altına imza attıkları kararların tümü darbe niteliği taşıyor neredeyse. Bunları saymayacağım.

Ama artık askerin yapamayacağını bildikleri için son bir kez belki el altından büyük bir darbe girişimi var. Yüksek yargı organlarının güdümünde yapılan bir operasyonu izliyoruz kaç haftadır.

Darbe işi bunlara ihale edildi.

Zira tek kurtuluş yolu kaldı. Bunu kendileri itiraf ediyorlar açık açık. İşte Vural Savaş'ın sözleri. Ergenekon hakim ve savcılarının anayasa ve kanun tanımadıklarını iddia ediyor adam. Sanki kendisi bunların anayasa ve yasalar dediği dinin peygamberi...

Ve adres gösteriyor; 'İşte HSYK bununla mücadele ediyor' diyor. Yani 'tek kale kaldı' demeye getiriyor.  

Sabih Kanadoğlu'nun sözlerine bakın, bir Danıştay'ı adres gösteriyor, bid Yargıtay'ı...

Yani yapılacak her şey belli. Herkes görevini iyi ezberlemiş, HSYK, YARSAV, Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş, Ali Suat Ertosun, Hasan GErçeker, Kadir Özbek, Deniz Baykal, Hüsamettin Cindoruk, Süleyman Demirel'e kadar... 

Ortam hazırlanıyor, askerle, marjinal ekonomi çevreleriyle, üniversitelerle, sivil toplum kuruluşlarıyla başaramayacaklarını anladıklarından Sezer kalıntılarına, Mogoltay fosillerine havale ettiler işi... 

Büyük ve görülmemiş bir direniş var.

Aslında bu direniş iki taraflı olmalı. Yani artık karar vericilerin milletin temsilcileri olduğu gerçeğini, bu kendini toplumdan soyutlamış, fildişi kulelerde yaşaşan marjinal takozların da görmesi lazım.

Bu darbe gerçekleşmemeli, zira bu darbe gerçekleşirse tankların yürümesinden daha fazla zarar görecektir bu ülke...

Bunların geride bırakacağı ağır tortuyu temizlemek bu ülkenin on yıllarını alacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi