Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Halk 'Ne hayırlı adammış desin' diye iftar çadırı kuranlar

Halk 'Ne hayırlı adammış desin' diye iftar çadırı kuranlar

Ciddi ve vasıflı etkinlik yapılamaz mı?

Allah rızası için olmak şartıyla Ramazan çadırları kurulmasına ve buralarda yüzlerce, bazen binlerce fakire yemek yedirilmesine karşı değilim, yapanları tebrik ediyorum. Ancak ihlasa dikkat etmek gerekir, yoksa sevabı olmaz.

İhlas ne demektir? Halisiyet, katışıksızlık demektir. Yani ibadet ederken, hayırlı bir iş yaparken sırf, yüzde yüz ALLAH'ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için yapacaksın, araya başka gayeler karıştırmayacaksın.

Halk "Bu adam veya kurum ne dindar, ne hayırlıymış desin" diye yapılanlar ihlasa aykırıdır. Böyle hayırlar ve ibadetler yarın Ulu Mahkemede o riyakârların suratına çarpılacaktır ve onlar ALLAH, melekler ve insanlar kendilerine lanet eder oldukları halde yüzüstü sürüklenerek Cehenneme atılacaktır. Bu hususta sağlam ve sahih hadîs vardır.

Ramazan'da ciddî, vasıflı, günahsız etkinlik yapılamaz mı? Niçin yapılmasın? Tabiî ki yapılır. Bir kaç örnek vereyim:

1- Büyük bir meydana Türkiye'nin belli başlı geleneksel millî sanatlarıyla ilgili fuar kurulur; buralarda sanatkârlar veya zenaatkârlar herkesin gözü önünde üretim yaparlar, bunları ucuz fiyatlarla satarlar.

2- Türkiye'nin en meşhur, en nefis, en leziz tatlıları satılır.

3- Nefis börekler satılır.

Tatlıcıların vitrinleri Şam'daki tatlıcılar gibi olmalıdır. Şam'a gidenler bilir, insan orada bir tatlıcı dükkanının vitrini önünde lâl ü ebkem kesiliyor, seyredip duruyor...

Yahu sucuk ekmekle, kokoreçle, iyi yıkıyorlar mı?, tantunî kebabıyla Ramazan çarşısı mı olur?

Ramazan çarşısında büyük bir çadırda her gece vaazlar, sohbetler, zikirler yapılmalıdır. Öyle turistik, uyduruk âyinler değil... Gerçek şeyh olacak, dervişler gerçek olacak, yatsı namazı kılındıktan sonra usûl ve erkânına göre zikir yapılacak. Kaliteli turistler, yüksek tabaka gelip hayran kalacak...

İslâm dini yücedir, hak dindir, medeniyet ve şehir dinidir; bu dinin adını kullanarak, başına Ramazan getirerek hokkabazlık, işporta kültürü, ucuz ve âdi eğlenceler sergilenemez.

Kimseyi suçlamıyorum, kural olarak söylüyorum. Ramazan çarşıları ranta, partizanlığa alet edilmemelidir. Dokuz milyara yerler kapatacak, sonra üzerlerine üçer milyar kâr koyarak devredilecek.... Olur mu böyle şey?

Ramazan etkinlikleri ve eğlenceleri adı altında çıplak kadınları sahnelere çıkartıp şarkı ve türkü söyleteceksin ve bunu kültürel ve sanatsal faaliyet diye reklam edeceksin. Olmaz olsun, yapanların başında paralansın böyle etkinlikler, eğlenceler!

Efendiler! Edeb istiyoruz... Ciddiyet istiyoruz... İz'an ve vicdan istiyoruz... Dine ve Ramazana saygı istiyoruz...

Sosyolog ve antropolog gözüyle bakılınca, bir müddetten beri İslâmî kesimde büyük bir bozulma, tefessüh, dejenere olma, çürüme, âdileşme ve bayağılaşma görülmektedir.

Bir tekerleme vardır: Delidir, ne yaparsa yeridir...

Bazılarına bakıyorsunuz, sanki "Biz İslâmcıyız, biz Belediyeciyiz canımızın istediğini yaparız..." dercesine sorumsuzca hareket ediyorlar.

Böylelerini uyarıyorum:

Ramazan sizi çarpar..."Yapıyoruz, bir şey olmuyor..." Ne zaman çarpacağı belli değildir. Her şeyin bir vakt-i merhunu vardır, o an gelir ve belânızı bulursunuz.

Hemşehri dernekleri

Hemşehri dernekleri, Anadolu'nun farklı bölgelerinden büyük şehirlere göç eden kimselerin, burada yerel kültürlerini yaşatmak ve biraya gelebilmek için kurdukları derneklerdir. Pek dikkatinizi çekmemiş olabilir ama bu tür dernekler gün geçtikçe artıyor ve artık başınızı çevirdiğinizde " Rizeliler Derneği, Aksekililer Derneği, Bosnalılar Derneği... gibi tabelalarla karşılaşıyorsunuz. Kendim herhangi bir hemşehri derneğinin çalışmaları içinde bulunmadım ama buralara gidip gelen bir çok insanla karşılaştım ve onların buraya hangi duygularla gidip geldiklerine yakınen şahit oldum.

Sosyologlar bu tür derneklerin, insanları bir araya getirerek, onları kendilerine ait kültür, gelenek ve ortak paydalar üzerinde birleştirme işlevi gördüğünü, bir tür birlik ve beraberlik ruhu verdiğini söylüyorlar. Bu türden bir derneğin bütün faaliyetlerine katılan bir komşuma buraya niçin gittiğini sorduğumda verdiği cevap sosyologların bu tezleriyle örtüşüyordu. Elli yaşlarındaki komşum bana şu cevabı vermişti: " yirmişbeş yaşında istanbul'a geldim. O zamanlar her şey bana yabancı geliyordu. Bu memleketi hiç bilmiyordum, her tarafta insanlar vardı, kiminle nasıl görüşeceğimi belemiyordum. Üstelik biz köyde büyümüştük şehir hayatına tam uyum sağlayamıyordum da. Birisi bana sizin köylülerin bir derneği var istersen git, tanış dedi ve derneğin adresini verdi. O günden beri dernek çalışmalarına katılıyorum ve burada köylülerimle bir arada olmanın huzurunu yaşıyorum... Dernekte aslında köyümün kokusunu soluyorum, geleneklerimizi yeniden yaşıyorum... Ortak değerlerimiz var... Yemeklerimiz, ördüğümüz çoraplar, hatta şalvarlarımızı bile burada sergileniyor ortak yöresel öyküler anlatıyoruz... Derneğe, ilk geldiğim inanın, sanki bizim köy küçültülmüş te, bu şehre taşınmış gibi geliyordu bana..." Komşum bu derneğe niçin gittiğini belirtirken onun burada bir aidiyet duygusu yaşadığını ve kendini daha rahat ifade edebildiğini anlıyoruz. Ve bununla birlikte ortak paylaşım ortamının bulunması, insanların kendilerine ait olarak gördükleri hikayelerin, değerlerin ve kültürel oluşumların burada oluşturulması ve insanların bunlarla bütünleşmeleri aynı zamanda onların yalnızlığını da silip götürüyor.

Köyden şehre göç, çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğinden uzmanların araştırma konusu olmuştur. Hiç bilmediği, tanımadığı ve kendine ait hissetmediği kalabalık bir şehre göçüp burada yaşamaya çalışan bir çok insan, bir süre sonra kendini ekonomik ve sosyo psikolojik bazı sorunların içinde buluyor. Burada yeni bir hayat kurmak ve şehrin hayat şartlarına uyum sağlamak göç eden kişi için pek te kolay olmuyor. Ve bu insanlar, köylerindeki paylaşım, içiçelik ve komşuluk duygularından mahrum bir şekilde yalnızlığa çekiliyorlar. Kalabalıklar içinde yürüseler de içten içe yalnızlaşıyorlar... Zaman bir çok şeyin ilacı ama zamanın ilaç olamayacağı durumlar da oluyor. Göçle birlikte ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayan ve kimlik bunalımına düşen bu insanların, zaman geçtikçe köyüne olan özlemleri artıyor ve yalnızlaştıkça yalnızlaşıyorlar. Köyündeki o sıcaklık, doğal ortam, yakınlık, dayanışma ruhu, yardımlaşma, bir arada bulunma... şanslarını kaybettiklerinden bir tür depresif durumun içine sürükleniyorlar. İşte hemşehri dernekleri kendi imkanları dahilinde bu açığı kapatmaya çalışıyor ve bir yerde insanları rehabilite ediyor.

Bireylerin hayatında, geçmişten devraldıkları kültürel miraslarının, arkaik değerlerin önemi büyüktür. Zira bu birikimler kişinin kimliğinin hatta benliğinin bir parçasıdır. O yüzden alıştığımız, benimsediğimiz kendileştirdiğimiz kültürel alandan uzaklaştığımızda kendimizi yalıtılmış bir boşlukta hissederiz. Hatta böyle zamanlarda kendimize ait gördüğümüz küçük bir nesne, küçük bir iz, küçük öykü bile bizi heyecanlandırır ve ona koşulsuz yapışırız, bırakmak istemeyiz, uzun zamandan beri göremediğimiz bir yakınızla kavuşmuş gibi oluruz... Çünkü onda kendimizi buluruz, benliğimizin bir parçasını, bizi biz yapan yapıtaşlarından küçük bir iz bir ses ... O yüzden insanlar yaşadıkları köylerden şehre taşındıklarında burada varlıklı bir hayat da sürseler de, geçmişlerinden bir türlü kopamıyorlar, oradaki kültürel varlıklarını ve aidiyatlarını kaybetmek istemiyorlar. Bunun için hemşehri derneklerini kuruyorlar ve burada köylerindeki yakınlığı, köylerindeki sinerjik akımı yeniden yakalamaya çalışıyorlar.

Hemşehri dernekleri ikinci nesil için bir şey ifade etmeyebilir, onlar artık doğup büyüdükleri şehrin bir ferdi olmuşlardır. Ama köylerini, yerlerini, yurtlarını bırakıp şehre taşınan ve iki kültür arasında sıkışıp kalan birinci nesil için gerçekten büyük bir boşluğu dolduruyor. Onları bir arada tutuyor, şehrin yalnızlığına karşı kalkan oluşturuyor, maddi ve manevi destek sağlıyor. O yüzden bu tür derneklerin sayılarının artması ve gerekli desteğin sağlanması gerekir diye düşünüyorum. Ancak, derneklerin programları biraz daha zenginleştirilmeli, kültürel zenginliklerle ilgili çalışmalarına, bilgi ve eğitim çalışmaları da dahil edilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi