Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bu ‘şerefsizler’ olmasın artık!

Bu ‘şerefsizler’ olmasın artık!

Çok ciddiye alındı... Çok tartışıldı... İlker Başbuğ’un “açılım” konuşmasını bile gölgede bıraktı...

Konu, “Ne yani, ben artık medyada olmayacak mıyım?” diyenlerle, “bazıları artık medyada olmasın” diyenler arasında bir tür ispat-ı vücut savaşına dönüştü.

Alınganlıklar, sitem ha keza...

Peşi sıra “listeler” sökün ediverdi.

Eski hesaplar görüldü.

Bununla birlikte bol dost kayırmaca, bol düşman çatlatmaca...

Ekrem Dumanlı, oysa, mesleğin “olması gereken” kurallarını hatırlatıyordu. Kimseyi medyadan sürmüyordu.

Ergun Babahan da, vaktiyle, “Değişimi adım adım takip eden, tartışmalarda başı çeken medya, değişime kendisi ayak uydurabilecek ki?” deyip, zımni bir tasfiye ihtiyacından sözetmişti ama, kabak Ekrem Dumanlı’nın başında patladı.

Başlangıçta, ben de Ergun gibi düşünüyordum.

Moda ifadesiyle, “toplumda esen değişim rüzgarları” sadece belli başlı siyasi partilerin değil, bazı yayın organlarının, bazı gazetecilerin, hatta belli bir “habercilik” anlayışının da altını boşaltmıştı.

Bundan sonra Anavatan, DYP, DSP, MHP, hatta CHP diye bir şey olmayacaktı, ama devletten “karton fabrikası kredisi” dilenen tüccar gazeteciler olacaktı.

Deniz Baykal olmayacaktı, “Paşa, Başkanı hizaya soktu”, “411 el kaosa kalktı” diye başlık atan mevkuteler olacaktı.

Devlet Bahçeli olmayacaktı, ama “militarizme kul köle” köşe yazarları olacaktı.

Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent Ecevit olmayacaktı, ama dün alkışladıkları hükümeti bugün yerin dibine sokmakta beis görmeyen yalakalar ordusu olacaktı. Reva mıydı?

Değişmeliydi.

Mutlaka değişmeliydi.
Meslek, bu adamlarla rezil oluyordu...

Biri, şirketlerine el konulduktan sonra atını da bırakıp kaçmıştı; “Benim şirketlerle, bankalarla, televizyonlarla işim olmaz; ben siyasi bir partinin genel başkanıyım” diyordu.

Bir başkası; televizyonu, bankası, gazetesi olan bir yiğit, devlete ait milyarlarca liranın üstünde oturduğu gibi, bir de İtalya’larda “şirket kurtarma operasyonları” düzenliyordu.

Bir diğeri, devlet ihalelerine girebilmek için elinin altındaki gazete ve televizyonları “baskı aracı” olarak kullanıyordu. Bu cürmü de Yargıtay’ca onaylanmıştı üstelik...

Bir de aralarında mebzul miktar, “kasa hırsızı”, hortum sanığı, ihaleci, gasıp, “ajan eskisi” vardı... Başbakan’a ana avrat dümdüz giden ve meslektaşlarını suç örgütlerine hedef gösteren genel yayın yönetmenleri, “mahrem daire”lerden bilgi ve yazı konusu sızdıran köşe yazarları, gırla...

Bunlar gitmeliydi.

Eskiden böyle düşünüyordum.

Dört yıl içinde olgunlaştım, farklılaştım, değişmesini arzu ettiğim yapının devasa bir “sistem sorunsalı” olduğunu kavradım.

Kimse gitmesin.

Herkes kalsın.

İhaleci ihaleciliğiyle, militarist militaristliğiyle, darbeci darbeciliğiyle, pazarlamacı pazarlamacılığıyla bin yaşasın...

Fakat, şu “ağzı bozuk” makulesi de lütfen ayıklansın.

Medyamızda, fikir sahibi olmadan kanaat sahibi olan ve sağa sola küfrederek totalitesini genişleten bir grup yazar var.

İsim vermeyeyim, onlar kendilerini biliyor.

Hani Ertuğrul Özkök, “Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza eski kuşaklardan kalmış şerefsiz bir mirastır. Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda bir külhanbeyi gibi dolaşıp gelene geçene omuz atmaya devam ediyor” diyordu ya...

Bari bu şerefsizler olmasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi