Allahım barıştır bizi!

Allahım barıştır bizi!

İnsan, bir müddet sonra kavganın ilkin neden başlamış olduğunu unutuyor. Yani üst üste cenazeler birikmeye başlayınca, kavganın ilk ve gerçek sebebi gözden yitip, annelerin ve nişanlı kızların ağıtları dolduruyor, boşluk yerine ne varsa her yeri... Ortaokulda öğretmişlerdi bize; “tabiat boşluk kabul etmez” diye. Ama hayatın boşlukları olmalı bazen ki; insan tüm gürültülerden uzakta orada sakinleşebilsin ve tüm kırık parçalarını birleştirmeye vakit bulabilsin diye... Bir boşluk olmalı bazen... Fetih Sûresi’nde “sekinet”ten bahseder ayetlerin bazıları... Kalplere değen yatıştırıcı bir güven hissi gibi tarif edebilirim onu, okuduğum kadarıyla. Yağmuru beklemek gibi. Yağmurun yağacağına dair umudu hiç yitirmemek gibi...

Sekinet!
Yerden göğe üst üste dizsek binlerce gencin ölüsü, yedi göğü tutar mı? Ve sekinetin, kedilere mahsus o harika narinlikteki adımlarını andıran titrek ahengi, o biriktirdiğimiz ölülerin üzerinden kalbimize değecek gücü bulabilir mi?
İnsan, bir müddet sonra, kavganın ilkin neden başlamış olduğunu unutuyor. Yas ve ağıtın, kırılgan ve güçsüz gibi gözüken yüzü, belki tunçtan daha da ağır bir yükümlülüğe dönüşüyor... Ninniler beddualara, beddualar ninnilere karışırken, annelerin dokuduğu kilimlerden her seferinde kızıl kanlar damlıyor... Gökten bir ip, akarsulardan bir seda beklemek giderek daha zorlaşıyor. Yere düşen her gencin acısı, gözlerimizin önünü arkasına giydiriyor. Herkes, ama en çok da anneler, hep arkasına bakıyor. Ahh’lar, sıradağlar gibi yollarımızı kesiyor...

Nasıl barışacağız biz?
Kalplerin sahibi olan Allah, yardımcımız olsun. Fetih Sûresi’nde indirdiği ‘sekinet’i, basiretli düşünceyi, rikkati, teskin olmayı, hepimize nasip etsin...
Son Peygamberin (selam ailesinin ve arkadaşlarının üzerine olsun), veda konuşmasında “İki ayağımın altındadır..” diyerek kesip bitirdiği kan davası... Bizlerin de ayakları altında kesilip bitsin...
Dicle kenarında bir oğlak yolunu yitirdiğinde, gece uykusu kaçan adalet sahibi emirlerden bize de bir pay düşer mi? Hangimiz oğlak değiliz ki; hangimiz bir gece vakti yolumuzu yitirmenin korkusuyla titremedik ki? Bizi düşünen birisi var mı? Yani çok uzaklarda da olsa, kalbi bizim için merakla uykusuz kalmış birisi, uzağı, sımsıcacık kalbiyle yakın edecek birisi?
Gece, hep gece... Yolsa, hep yitik... Yalnızlık ve güvensizlik hissi... Ne zaman bitecek?

Belki güleceksiniz, ama ben içimden nehirleri ikiye ayırırım kıyılarına vardığımda. Bazıları bana erkek, bazılarıysa kadınmış gibi gelir. Hiçbir haritada bulamayacağınız ayrıntılardır bunlar. Misal; Fırat çatık kaşlı bir erkekken, Dicle uzun saçlı bir kadın, Batman Çayı süslü bir gelin, Sakarya çok çalışkan bir delikanlı, Nil ise nehirlerin en yaşlısı saygıdeğer bir peygambermiş gelir... Altı günde yaratılmış yeryüzü ile gökyüzü, “İster istemez derhal gelin önüme” diye emreden tanrı katına, isteyerek ve derhal gelmiş der eskiler... İşte nehirleri kuran saat bu kadar eskidir, yani yedinci günden itibaren hep akıp gitmektir onların yazgıları... Ve onların kıyılarında kurulmuş, yıkılmış binlerce şehir ve krallık... Yeryüzünün alınyazısı gibi duran nehirlerin kalbinde, birer fısıltıdan daha büyük bir yer tutamamıştır... Sanki akan nehirler değildir de şehirler ve insanlardır. Nehirlerin gittiğini düşünsek de, onlar yedinci günden beri yeryüzünde asılı dururken, gidenler şehirler ve insanlardır... Biz fanilerin kıyılarında verdiğimiz ölüm-kalım kavgalarına baktıklarında, ne düşünür acaba nehirler? “Yeryüzünde kan döküp bozgunculuk yapacağımızı” daha ilk günden hissetmiş meleklere şahitlik mi ederler? Evet, akılsız ve gazap dolu birer vahşidir insanoğlu, gideceğini bilmeden, hiç gitmeyecekmiş gibi sahip olmak ister taşa, toprağa, denize ve akarsuya mı, derler?
Ama Allah’ın da bir bildiği vardır elbette. Nitekim insanlardan en başından beri şikâyetçi olmuş melekleri O’dur susturan. “Sizin bilmediklerinizi de bilirim” diyen...
Barışa dair tanrısal bir umuttur bu. Ve Allah dediği için, güveniriz bu bilgiye. Yani kan dökecek kudreti varken bile kan dökmeyecek... Barışı, gazabın en üst perdesindeyken bile hep aklında, ruhunda, vicdanında tutacak insanî bir güç... Kan davasını, ayaklarının altına alacak bir yürek kudreti...
Kelime anlamı barış olan bir din, gökten kalplere inecek sekinette, bize dirim ve ilham gücü verecek yegâne umut kapısı gibi parlıyor...
Barışmaya en muhtaç olduğumuz şu günlerde, atılacak yasal ve toplumsal adımların yanısıra, küçük dünyalarımızın gerçek barışını çok daha fazla önemsiyorum. Dua edelim. Debdebeli gürültülerin arasında, temiz ve küçük bir boşluk. Gökten bir ip, akarsulardan bir ses gelir belki... Gecelerin çöktüğü gönüllerde ağlaşan oğlaklara bir yol bulmak için, sekinet için dua edelim... Kan davası haramdır bizde. Meleklerin bilmeyip de Allah’ın bildiği barış umuduna sığınalım... Allahım, kalplerimize merhamet yağdır...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi