M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

NeoHaricîlik Fitnesi

NeoHaricîlik Fitnesi

Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında yazar: Hz.Ali efendimizin zamanında bir grup Haricî, yolculuk yapan Sahabeden bir zatın yolunu kesmişler, muhteremin yanında hamile eşi de varmış. Ona sormuşlar: Ebu Bekir'i nasıl bilirsin?.. İyi bilirim demiş. Tamam, doğru söyledin demişler. İkinci soru: Ömer'i nasıl bilirsin?.. Onu da iyi bilirim demiş. Yine "Doğru söyledin..." demişler. Üçüncü soru: Osman'ı nasıl bilirsin?.. Bu da doğru... Dördüncü soruya gelmişler: Ali bin Ebi Tâlib'i nasıl bilirsin?.. Sahabi iyi bilirim deyince, öfkeden kudurmuşlar, "Vay sen bir kâfiri iyi biliyorsun ha..." deyip onu şehit etmişler. Yanındaki hamile eşini de vahşi şekilde öldürmüşler... Sonra yollarına devam etmişler, içlerinden biri yolda bir domuz görmüş, pis hayvan demiş öldürmüş. Arkadaşları suratlarını asmışlar, kaşlarını çatmışlar, "O domuz bir Zimmî'nin malıydı, sen onu haksız yere öldürdün, hemen git Zimmî'yi bul, domuzu tazmin et, onunla helâlleş, aksi takdirde seni katl ederiz" demişler... Adam gitmiş, Zimmî'yi bulmuş, helalleşmiş...

İşte Haricî aklı budur... Haricî vicdanı budur... Haricî adaleti ve insafı budur... Haricînin akıl yürütmesi ve muhakemesi budur...

Mekke Şâfiî Reisülulemâsı Ahmed Zeynî Dahlan Hülâsatü'l-Kelâm fî Beyani Umerai Beledi'l-Haram adlı kitabında Vehhabîlerin Taif'i nasıl aldıklarını, halkını erkek, kadın, çocuk, ihtiyar demeden nasıl feci şekilde katl ettiklerini, şehri nasıl yağmaladıklarını, gizlenmiş altınları ve gümüşleri bulmak için lağımlara kadar her yeri nasıl didik didik edip aradıklarını, Kur'ân-ı Kerîmleri, din kitaplarını nasıl parçalayıp yerlere attıklarını, zavallı maktul Müslümanların cenazelerinin nasıl ortada kaldığını anlatır. Öyle bir katliam yapmışlar ki, analarının kucaklarındaki minik bebekleri bile öldürmüşler.

Bu cinayetleri işleyenler, bu vahşeti yapanlar, bu zalimler bunları Tevhid adına, inanç için yapmışlardı izahı geçerli değildir. Çünkü hem öldürmüşler, hem de yağmalamışlardı. Öldürdükleri Ehl-i Tevhid, Ehl-i Kıble mü'min ve müslim kimselerdi.

Türkiyemizde neo-Haricîler var mıdır?

Maalesef vardır. Sayıları ne kadardır? Bunu bilen yoktur.

Peki ne istiyorlar?

O müşrik bu kâfir diyorlar. Kendi gibi inanmayan ve düşünmeyenleri yerin dibine batırıyorlar.

Bu memleketin tarihinde bin yılı aşan bir zamandan beri tasavvufun ve tarikatların yeri, önemi, tesiri vardır. Onlar tasavvufu ve tarikatları şirk ve küfür olarak görüyor.

Bu ülkede tasavvuf ve tarikat büyükleri, evliyası, pîranı, sâdâtı milyonlarca insan tarafından çok sevilir, onlar İslâmî model ve örnek olarak kabul edilir. Haricîler onlara yapmadık hakareti bırakmıyor.

Yapmayın etmeyin fitne ve fesat çıkartmayın denildiğinde "Biz Tevhid adına, biz Kur'ân adına, biz Din adına bunu yapmakla yükümlüyüz. Yapmazsak vazifemizi yerine getirmemiş oluruz..." cevabını veriyorlar.

Velhasıl korkunç bir çıkmaz içindeyiz.

Bu anlattığım manzara gerçekten büyük bir fitne, azîm bir imtihandır.

Bu işin içinden biz Müslümanlar nasıl çıkacağız?

Müslümanlar arası barış ve mutabakat (uzlaşı) nasıl kurulacak?

Nasıl kardeş olacağız?

Vehhabîlik/Selefîlik çıkalı 250 sene olmuş. Onlardan önce, Tasavvuf ve tarikat konusunda bazı tartışmalar vardı ama bu boyutta değildi.

Osmanlı devleti 600 küsur yıllık hakimiyeti esnasında Şeriat ile Tasavvufu birlikte yürütmüştü.

Neo-Haricîlerle, Vehhabîlerle, Selefîlerle; Ehl-i Sünnet Müslümanları, Tarikat ve Tasavvuf Müslümanları barışabilirler, sulh içinde kardeşçe birlikte yaşayabilir mi?

Bu yapılamazsa işin sonu nereye gidecektir?

Evet bu fitne ve fesadın sonu ne olacaktır?

Bu tekfir hareketi bizi nereye götürüyor?

Kelime-i Tevhide yürekten inanan, lisan ile ikrar eden, beş vakit namazı kılan Tevhid Ehlini şirkle suçlayanlar, onları mürted olarak görenler nasıl itidale davet edilecektir?

Ortada iki büyük mesele var:

1. Gerçek Tarikat ve Tasavvuf ehliKur'ân'a ve Sünnete göre sapık değildir, doğru yoldan çıkmış değildir.

2. Vehhabîler ve Selefîlerin gerçek mü'min, gerçek muvahhid oldukları iddiası kendi kuruntularından ibarettir.

Keşke, 19'uncu asırda Hindistan'da Rahmetullah Dehlevî ile papaz Pfander arasında yapılan meşhur münazara gibi bir münazara yapılsa, bir tarafta Ehl-i Sünnet ve Tasavvufa taraftar on âlim ve fakih, öte tarafta on Vehhabî ve Selefî... Bunlar, daha önceden tesbit edilmiş bir gündemi, âdil bir arabulucunun, bir noterin riyasetinde ve idaresinde tartışsalar, zabıtlar tutulsa, bunlar yayınlansa...

Yapılmayacak iş değil ama kim yapacak?

Bugünkü fitne beni çok üzüyor, çok düşündürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi