Eyalet, federasyon...

Eyalet, federasyon...

Said Nursî, Prens Sabahaddin’in “adem-i merkeziyet” fikrinin tatbik edilebilmesi için çok zamana ihtiyaç olduğunu söylemişti. Bu muhaverenin üzerinden yüz, Osmanlı tarihe karışalı yaklaşık doksan sene geçtiğine göre, o fikrin tatbik zamanı gelmiş olabilir mi?

Adem-i merkeziyet fikrinin çok dinli, çok dilli, çok milletli bir cihan devleti olan Osmanlı için geçerlilik taşıyan mahzurları, ulus devlet esasına göre kurulmuş bir üniter yapı olarak Türkiye Cumhuriyeti için de söz konusu olabilir mi?

Vaktiyle Osmanlıda olduğu gibi, şu anda Türkiye’den kopup ayrı bir devlet kurmak isteyen unsurlar var mı? Osmanlı dağıldığında, topraklarında Türkiye dahil 17 ayrı devlet kurulmuş. Bugün böyle bir durum mevcut mu?

Genel hatlarıyla baktığımızda yok. Ancak Osmanlıyı parçalamak üzere uygulamaya konulan Sevr planının 17 devlet ortaya çıkarmada başarılı olurken, iki maddede hedefine ulaşamadığını da gözardı etmemek lâzım: Kürdistan ve Ermenistan.

Ve şu anda bunları da tamama erdirmek için hâlâ ısrarla devam ettirilen birtakım çabalar var.

Onun için, adem-i merkeziyet başlığı altında ifade edilebilecek birtakım projeleri gündeme getirirken, bilhassa bu iki hassas noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Gerçi artık Türkiye sınırlarında hatırı sayılır bir Ermeni nüfusun varlığından söz edebilmek mümkün değil, ama “büyük Ermenistan” için bastıran güçlü bir Ermeni diasporası dünyanın her yerinde son derece aktif. Soykırım iddiaları, tazminat ve toprak talepleri bunun ifadesi.

Kürt meselesi ise, bilhassa Kürt nüfusunun fazlalığı sebebiyle daha da hassas bir nitelik taşıyor.

Bir tarafta devlete musallat olan müstebit zihniyetin akıl, vicdan ve hukuk dışı uygulamaları; diğer tarafta bunlara yönelik tepkileri istismar edip işi terör boyutuna taşıyan tahrikler, Kürt meselesini iyice kırılgan ve duyarlı bir hale getirmiş durumda.

Böyle olunca, adem-i merkeziyet formülü için yüz sene önce geçerli olan sakıncalar, bu iki noktada hâlâ geçerliliğini koruyor dersek, yanlış olmaz.

Dolayısıyla, Bediüzzaman’ın, Osmanlıyı dağılmaya götüren süreçte önemli rol üstlenen siyasî kulüpler ve muhtariyet talepleri için dile getirdiği endişeler, son dönemde telâffuz edilen eyalet veya federasyon sistemi gibi formüller için de geçerli.

Nitekim İmralı’dan sâdır olan son mesajlarda bir taraftan “Federasyon talebinden vazgeçtik” denilirken, diğer taraftan belediyeleri, yerel meclisleri eğitimi, sporu, güvenliği, hattâ savunması ile ayrı bir örgütlenmeden söz edilmesi, bu endişelerin haklılığını gösteriyor.

İşin garibi, bilhassa eyalet ve federasyon fikrinin Güneydoğu özelinde gündeme gelmesine, bölgede terörle mücadele gerekçesiyle 12 Eylül-Özal yapımı OHAL bölge valiliği sisteminin yıllarca uygulanması da hatırı sayılır katkılarda bulundu.

Oysa Türkiye’nin yapması gereken, bölünmeyi çağrıştıran eyalet veya federasyon gibi formüller yerine, merkezdeki istibdadı etkisiz kılıp hukuk temelinde tam ve eksiksiz bir demokrasiyi güçlendirmek, devleti tahakküm aracı olmaktan çıkarıp hizmet devleti haline getirmek, merkeziyetçi yapının bürokratik ağırlığını azaltmak, çağdaş normlara uygun şekilde devleti müdahaleci olmaktan çıkarıp, demokrasi ve hukuk prensiplerine göre işleyen düzenleyici bir işlev kazandırmak ve bunları sadece belli bir bölge için değil, ülkenin tümü için uygulamak gibi reformlar olmalı.

Bu noktada, yakınlarda yine gündeme gelen “Kuzey Irak’ın Türkiye’ye ilhakı” gibi fikirlere de dikkatli yaklaşmak gerekir. Şu şartlarda böyle bir konu, Türkiye için tehlikeli bir tuzaktan başka birşey olamaz. Çünkü oradaki oluşum tamamen işgal güçlerinin ve İsrail’in hesapları istikametinde şekillendirildi. Ve bölgedeki özerk Kürt yapılanmasından Bağdat da rahatsız. Nitekim bu rahatsızlık bilhassa petrol paylaşımı kavgalarında zaman zaman açığa vuruluyor.

Böyle bir federe ve özerk yapıyı Türkiye’ye entegre etme gibi bir konunun gündeme getirilmesi, aynı yapının Güneydoğu odaklı olarak Türkiye’ye de taşınması, petrol kavgalarına bizim de bulaştırılmamız, Bağdat’la ve Arap âlemiyle ilişkilerimize yeni sorunların eklenmesi gibi sıkıntılı sonuçlar doğurur. Türkiye bu tuzağa düşmemeli, onun yerine Irak’la 1950'lerin CENTO'suna benzer bir ittifakı yeniden ihya etmeye çalışmalı.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi