Rahim Er

Rahim Er

Gurbette ramazan

Gurbette ramazan

Gurbet akşamları, gurbet yalnızlığı, onu yaşayanları hep yaralamıştır. Hele bir de işin içinde evlat acısı varsa, varın siz tahayyül edin o gurbet akşamlarını, gurbet iftarlarını, gurbet yatsılarını yalnız geçen gurbet sahurlarını...
Hollanda’nın, Almanya’nın, Türkiye’nin güzel insanları, telefonun diğer ucunda “siz orada ne yiyip içiyorsunuz?” diye soruyorlar. Hatta içlerinde öyle kadirşinaslar var ki “sizi düşündükçe her iftarda lokmalar boğazımıza düğümleniyor” demekteler.
THY Amsterdam uçak kazasının üzerinden 195 gün geçti.
195 günün 102 gününü Amsterdam’da yaklaşık 20 metrekarelik bir hastane odasında geçirdik. Kalanında da Washington’da yine aynı büyüklükte bir odadayız.
20 metrekare hastane odası...
20 saat ayakta geçen zaman...
Cüneydimiz 4.5 ay sonra yiyip-içmeye başladı. Fakat hastane yemeğini ağzına sürmüyor. Hastaneye bakan diğer hastanenin son katı refakatçiler için misafirhane haline getirilmiş. Orada bir küçük yerimiz var. Cüneyd’in annesi o odanın elverişsiz imkânlarında, bir elektrik ocağının üzerinde yine bir Türk anasının Türk mutfağına dair hünerlerini ortaya koyuyor. Onları yiyor, hastanede onlarla iftar açıyoruz.
Bir de birkaç dost, zahmet ederek iftarlık yemek getirdiler.
Kazanın 189. gününde İstanbul için bir resmi işimiz çıktı ilk defa kravat taktım.
192. günde ise bir dışarıda iftara gittim. Arkadaşımız Yavuz Örnek, Maryland Üniversitesi talebelerinin Türk Camiinde iftar verdiklerini, gidip-gidemeyeceğimizi sordu. 45 dakika öteye sanki orman tünellerini aşarak vardık. Burada okuyan kızlı- erkekli, başı kapalı-başı açığıyla Türk çocukları, harçlıklarını uc uca birleştirerek bir Halil İbrahim sofrası donatmışlardı. Onlarla “Bismillah” dedik. Onlarla orucumuzun kabulü için yemek duası yaptık, teravih kıldık.
Yiyip-içmek ne olacak ki!
Yatıp-kalkmak ne olsun ki?.
Rızktan endişe edilmez..
İnsan, kuru ekmek de yer, hastane bahçesindeki bankta da yatar. Sağlık ümitleri yeşersin, iyileşme olsun. İftarlarda, Cüneydimizin yanındayız. Sahurdaysa aile bölünüyor. Şunu da öğrendik. Gözyaşı dökebilmek de bir hürriyetmiş. Gözyaşlarınız, göz pınarlarınızı zorlamakta, fakat siz onu evladınızdan, eşinizden saklamak zorundasınız. Metin olmaktan başka çare yok. Yüzünüz hep gülecek, hep moral vereceksiniz. Acılar, varsın gün gün saat saat iç kumbaranızda biriksin, onlar yokmuş gibi davranacaksınız.
Çare yok...
Kadere rızadan gayrı çare yok.
Fırtınalara, boralara geçit yok.
İsyan yok, teslimiyet var.
Gurbette ramazan, gurbette iftar, gurbette sahur...
Ve gurbette duayı da yaşadık, yaşıyoruz.
Kim bilir belki de yarın o günler en şanslı günlerimizdi diyeceğiz. Zaten dünyanın kendisi gurbet değil mi? Sürgünlerin toplama kampında değil miyiz?
Hayır öyle düşünenler yanılıyor. Ahmet Kudsi Tecer’in şarkılaşan mısralarını hiç terennüm etmedik:
Gurbet o kadar acı ki/Ne varsa içimde/Her şey bana yabancı/Hepsi başka biçimde/Ne bir acı, ne elem/Yaralanmış bir elim/Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde....
Gurbet insanın içinde.
İnsan, akıl almaz kâinatta yalnız.
Ama kâinat da sanki onun içinde.
Divan şiirinin son devi Şeyh Galip Dede ne demişti?
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.
Kendine dikkatle bak ki sen âlemin özüsün.
Âlemi kübra-âlemi sugra esrarı.
Niçin kaza, neden ben...
Neden gurbet...
Yok bunlar.
Allah var, bunlara yok.
Allah’la pazarlık olmaz.
“Kahrın da bir lutfun da bir” diyorsak, “vardır bir hikmeti” diye tefekkür etmemiz lazım. Ötesi memnu mıntıka.
Afiyet olsun...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Rahim Er Arşivi