Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Müslüman Azınlıklar Enstitüsü… Hemen şimdi!

Müslüman Azınlıklar Enstitüsü… Hemen şimdi!

Günlerdir yazıp çiziyoruz… Kâh “açılım”lardan söz ediyoruz, kâh “sel baskını”ndan… Tabiî, “Aydın Doğan Grubu’na kesilen 3.7 milyar liralık ceza”dan bahsetmeden de geçmiyoruz… Yazıp çizdiklerimizi okuyup; “ellerinize sağlık” diyenler de var, “sövenler” de… Elbette herkesi “hoşnut” etmemiz mümkün değil… “Nasır”larına basıldığında “ciyak ciyak” bağıranlar, hızını alamayıp ana-avrat küfredenler de olacak… Hepsini normal karşılıyorum… Benim üzüntüm, “gerçek”lerin kabullenilmek istenmemesi!.. Hani derler ya; “dost acı söyler, ama doğruyu söyler!”… Bizim “eleştiri”lerimiz de, hatta “sataşma”larımız da dostça!.. Hiç kimseye karşı “önyargılı” değiliz!.. “Düşman” da değiliz… Ama, şunu söylemek durumundayım: Aynı “din”e inanmamıza, aynı “kıble”ye yönelmemize ve aynı “secde”ye baş koymamıza rağmen, sırf “Kürt kimliği”nden dolayı, kendilerine “dostluk ve kardeşlik” eli uzatanları “sıkılı yumruk”la karşılayanlar olduğunu duydum ki, “şok” oldum…
NEREDE HATA YAPTIK?
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’a giden bir “STK heyeti”nin başında bulunan dostum; “Diyarbakır elimizden gidiyor... Kaybediyoruz” deyince, şaşırdım…
Evet, şaşırdım; çünkü “mahallî seçimler” yapılalı çok olmuş ve seçimleri DTP adayı Osman Baydemir kazanmıştı!.. Bunu da bilmeyen yoktu...
Sohbetin devamında anladım ki; dostum “maddî kayıp”tan değil, “manevî kayıp”tan söz ediyor!..
Dedi ki;
“Birkaç gün önce gittiğimiz Diyarbakır’da, Başkan Osman Baydemir bile bizi çok sıcak karşıladı!.. Ama Diyarbakır’ın ileri gelen Müslümanları, bize neredeyse devlet görevlisi muamelesi yaptı… Bizim nasıl bir STK olduğumuzu bildikleri halde, çok soğuk davrandılar!.. Uzattığımız eli, sıkmayanlar bile oldu!.. Daha başka ayrıntılar da var ama, şu kadarını söyleyeyim: Diyarbakır’ı kaybediyoruz!.. Çünkü, Kürt kimliği, Müslüman kimliğinin çok çok önüne geçmiş!”
Dedim ya, şok oldum…
Yıkıldım!..
İnşallah “genel”de böyle değildir de, yaşanan bu tablo “münferit”tir!..
İster istemez düşündüm:
“Nerede hata yaptık?”
“Kürtler” ve “PKK” ayrımını yaparken, “sınır”ları net çizemedik mi?.. “Ateist/Marksist PKK”ya eleştiriler yöneltirken, “Müslüman Kürtler”i de mi incittik?..
“Dışladık” mı onları?..
“Öteki”leştirdik mi?..
Yeterince “ilgi” gösteremedik, “kardeşliğimizi” yeterince hissettiremedik mi?..
“Sevgi”mizi mi esirgedik onlardan!..
“Dost” ve “kardeş” olduğumuzu mu anlatamadık?.. Evet, nerede hata yaptık ki; kendilerine uzatılan “kardeşlik eli”ni “sıkılı yumruk”la karşılıyorlar?..
Tabii aynı soruyu “Kürt kardeşlerimiz”in de sorması gerekiyor... Acaba onlar nerede hata yaptılar?..
PROF. MEHMET GÖRMEZ’DEN İLGİNÇ ÖRNEKLER
Bu sorular kafamda yumak yumak çoğalırken, önceki akşam katıldığım bir “iftar yemeği”nde hem ufkum açıldı, hem de “nerede hata yaptığımızı” anlama fırsatım oldu!..
Efendim, önceki akşam Kelebek Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı sayın Cüneyt Türkgeldi’nin verdiği iftar yemeğindeydik…
Birçok “eski dost” ve “arkadaş”la karşılaştık, ayaküstü sohbetler yaptık…
Tabiî, “selâmlama konuşmaları”nı da dinledik…
Beni en çok etkileyen Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı sayın Prof.Dr. Mehmet Görmez’in konuşması oldu.
Mehmet Görmez hoca; öyle bir “tablo” mu diyeyim, öyle bir “fotoğraf” mı diyeyim, yoksa öyle bir “harita” mı diyeyim; “Müslüman Coğrafyası”ndan öyle kesitler sundu ki; “gülmek” ile “ağlamak” arasında gittim geldim.
Prof. Mehmet Görmez, sözlerinin başında, bir “Müslüman Azınlıklar Enstitüsü” kurulması gereğinden söz etti ve ekledi:
“Dünyanın neresinde ne kadar Müslüman var?.. Bunlar ne yer, ne içer?.. Camileri var mıdır, imamları var mıdır, nasıl ibadet ederler, nasıl namaz kılarlar?.. İşte bunların araştırılması ve de nasıl bir adım atılması gerektiğini tesbit etmek için, mutlaka Müslüman Azınlıklar Enstitüsü kurulmalıdır!.. Bunu, illâ devletten beklemeyelim… Çünkü duyarlı STK’lar da yapabilir bunu!..”
Sonra, niye “Müslüman Azınlıklar Enstitüsü” kurulması gerektiğini “örnekler”le anlattı!..
Meselâ, Minsk’ten örnek verdi…
Bizim Belarus olarak bildiğimiz Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’ten ve Minsk’in 200-250 kilometre ötesindeki bir “Tatar Köyü”nden!..
Yaklaşık 1 milyon 800 bin nüfusa sahip Minsk’te “Müslüman azınlıklar” da yaşıyormuş!..
Ama nasıl Müslüman?.. Ve nasıl yaşıyorlar?..
Bir “mescid”i tasvir etti… Dört duvar…
Duvar diplerinde Müslümanlar…
Ve “koltuğa veya sandalye”ye oturmuş bir imam!..
“Ama, sırtı kıbleye dönük!”
Çünkü, “kıble” nedir bilmiyorlar!..
İmam, oturduğu yerden “Allahüekber” dediğinde herkes “secde”ye kapanıyor!..
Tabiî, “birbirlerine doğru secde ettikleri”nin ve bunun da mahzurlu olduğunun farkında bile değiller!..
Niye böyle?..
Çünkü, bilmiyorlar!..
Ya da, öyle öğrenmişler!..
Acaba bir “Müslüman Azınlıklar Enstitüsü” kurulmuş olsaydı, bu enstitüden bir heyet oralara gitseydi ve “nasıl ibadet edileceği”ni gösterseydi, bu insanlar yine böyle mi “namaz” kılarlardı?!?..
HAİTİLİ MÜSLÜMANLAR VE SULTAN ABDÜLHAMİD!
Minsk örneğinin ardından, Haiti’den bir örnek verdi Prof.Dr. Mehmet Görmez hoca…
Önce Haiti hakkında kısa bir bilgi:
“Haiti, Amerika’da ve Karayip Denizi’nde bir ada ülkesidir… Küba’nın doğusunda yer alan Hispaniola Adası’ndaki iki ülkeden; Batı kısmındaki ülke olup diğer ülke Dominik Cumhuriyeti’dir. Yüzölçümü 27.750 km2 olan ülkenin nüfusu 7.9 milyon, başkenti Port-au-Prince’tir.
Eski bir Fransız sömürgesi olan Haiti, Kuzey ve Güney Amerika’da, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra bağımsızlığını ilân eden ikinci ülkedir… Buna karşılık, bugün Batı Yarımküre’nin en fakir ülkesidir ve yönetiminde bir anarşi durumu halen devam etmektedir!.. Halen darbelerle, katliamlarla ve iç savaşlarla boğuşmaktadır!”
Bir küçük bilgi daha:
Yemeğe katılan bir dostumun anlattığına göre; Haitili Müslümanlar “o kadar çok fakir”lermiş ki; “sahip oldukları tek şey, kendi bedenleri” imiş!..
Yani, “beden”lerinden başka “sahip” oldukları ne “mal”ları varmış, ne de “mülk”leri!..
Ama onlar, “yüzyıllar sonra” Müslüman olduklarını hatırlamışlar… Çünkü onlar, “Afrika’dan Amerika’ya götürülen kölelerin transfer limanı olan Haiti”de kalan ve yüzyıllar sonra “Müslüman” olduklarını hatırlayan “köle(!)lerin torunları” imiş!..
Prof.Dr. Mehmet Görmez hoca, işte bu Haiti’de “bizzat kıldırdığı bir Teravih Namazı”nı anlattı…
Hani, bizler “ikişer rekât” kılınan Teravih Namazı’nın aralarında “Salli alâ Muhammed” deriz ya; onlar her iki rekâttan sonra; “meleklerin adı”nı anar, meselâ “Cebrail Melekullah” derlermiş!.. Diğer 2 rekatların sonunda da, yani “melek”lerden sonra, Hz. Adem (a.s.)’den başlayıp, bütün “peygamber”lerin adını zikrederlermiş!.. Hz. Davud (a.s.)’ın, Hz. Musa ve Hz. İsa (a.s.)’ın adlarını!..
16. rekâtın sonunda;
“Muhammed Resulullah” derlermiş!..
18. rekâtın sonunda da, lütfen dikkat;
“Sultan Abdülhamid Halifetullah” derlermiş!..
Mehmet Görmez hoca, “lütfen dikkat” dedi;
“Haitili Müslümanlar, orada kalmışlar!..
Çünkü onlarla hiç ilgilenen olmamış!”
Son olarak “Sarp Sınır Kapısı”nın öte tarafından bir örnek verdi Mehmet Görmez hoca… Evet, Sarp Sınır Kapısı’nın öte tarafındaki Gürcistan’da yaşayan “Müslüman”lardan!..
“Bilir misiniz” dedi;
“Her hafta, özellikle Cuma günleri, Sarp Sınır Kapısı’nın önüne Müslüman kadınlar gelirler!..
Niye gelirler biliyor musunuz;
Ezan sesi duymak için!..”
“Niye” diye sorarsanız, cevap verirler;
“Ezansız ölmek istemiyoruz!”
BU BOŞVERMİŞLİK NEREYE KADAR?
Mehmet Görmez hoca, gördüklerini ve yaşadıklarını anlattıktan sonra; bir kere daha “Müslüman Azınlıklar Enstitüsü” kurulması gerektiğini şu cümlelerle ifade etti;
“Unutmayın ki, dünyanın her tarafında Müslümanlar var… Meselâ 100 bin olan Müslüman nüfus ABDve Batı istihbaratının raporlarına 10 bin olarak geçse de, birçok Müslümanın mescidi yok, imamı yok, Elif Ba’sı yok, ezanı yok ve en acısı da Kur’an-ı Kerim’i yok!.. Onlar bu haldeyken bizler rahat uyuyabilir miyiz?.. Uyumalı mıyız?..
Yoksa onlara sevgi götürmeli, ilgi götürmeli, yardım götürmeli değil miyiz?.. Sadece Türkiye’deki Müslümanlar değil, dünyanın her tarafındaki Müslümanlar bu acı tablodan sorumlu değil midir?”
Mehmet hocayı dinlerken, tüylerim diken diken oldu… “Umursamazlığımız” geldi aklıma, “boşvermişliğimiz” geldi!..
Sahi, “Hesap Günü”nde ne diyeceğiz biz?.. “Beden”lerinden başka “sahip” oldukları hiçbir şey bulunmayan bu insanları unuttuğumuzu, onlara “ilgi ve sevgi” göstermediğimizi nasıl izah edecek, hangi “bahane”lere sığınacağız?..
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e yönelik “hakaret”lere “yüzbinlerin katıldığı miting” ile “en büyük tepki”yi gösteren “Diyarbakır halkı”nı bile “kaybetme” noktasına gelmişsek, “enerji”mizi “düşman üretmek” için kullanmışsak, “Türk” olanlar haricindekileri dışlamışsak, söyleyin Allah aşkına; Minsk’te yaşayan “Tatar”lara, Haiti’de yaşayan “köle (!) torunları”na ve Gürcistan’da “ezan sesine hasret kadınlar”a nasıl el uzatabilir, nasıl “kardeş” olduğumuzu söyleyebiliriz?..
Nasıl?.. Nasıl?.. Nasıl?..
Lütfen kendimize gelelim!..
Onlara, biz “sahip” çıkmazsak, unutmayalım ki doğacak boşluğu “misyonerler” anında doldurur!..
Bilmem anlatabildim mi?..
==================
Yanan askerler ne oldu?
Hatırlarsınız bundan bir ay kadar önce, yani 19 Ağustos 2009 tarihinde Şanlıurfa 20. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda askerlik yapan er Osman Boran ile er Cüneyt İlgün, kuru otları toplayıp imha etmekle görevlendirildikleri sırada yangın çıkmış, yangın esnasında bir uzman çavuş, her iki eri de ateşin üzerine yürüttüğü için, erler çeşitli yerlerinden yanmışlardı...
Olay bu... Peki ya sonra?..
Askerler Diyarbakır’da tedavi görmeye başlamışlar... Daha sonra; Ağrı’nın Patnos ilçesinde oturan 3 aylık asker Cüneyt İlgün’ün babası, Diyarbakır’a gidip, oğlunu Patnos’a getirmiş!..
Baba Vahyettin İlgün sitem edip diyor ki;
“Olayı 15 gün sonra televizyon ve gazetelerde öğrendim. Olaya sebebiyet veren Uzman Çavuş bir gün olsun oğlumu hastanede ziyaret etmedi... Oğlumu eve getirdiğimde ne Şanlıurfa’daki birliğinden ne de buradaki askeri yetkililerden kimse arayıp sormadı... Yoksa olayı saklamaya mı çalışıyorlar?”
Baba bu “sitem”le de yetinmeyip Genelkurmay’a bir “şikâyet dilekçesi” göndermiş!.. “Oğlum hâlâ acı çekiyor... Sorumluları bulun ve cezalandırın” demiş!..
Hayır, hiçbir yorumda bulunmayacağım...
Sadece “TSK’yı kimlerin ve nasıl yıprattığını” görmenizi istedim...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi