Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Tarifi imkansız çaresizlik...

Tarifi imkansız çaresizlik...

2009 yılındayız. Geçtiğimiz hafta İstanbul'un içinde meydana gelen bir sel olayı sebebiyle çok sayıda insanımız hayatını kaybetti.

Arabasına binmiş işine giderken otobanda sele kapılarak; şehrin merkezi bir yerinde servis minibüsünde ya da güvenli bir yer zannederek parkettiği alanda, TIR'ının içinde uyurken hayatını kaybeden insanlardan bahsediyoruz...

Ve tarifi imkansız bir şekilde çaresizliği yaşayan diğer insanlardan...

İstanbul gibi bir metropolün göbeğinde, normal olarak olmaması gereken şeylerden yani. Selin maddi yaraları bir şekilde sarılmaya çalışılıyor. Manevi yaraları sarma işini ise zamana havale...

Bir yandan Ayamama Deresi etrafındaki yapılaşmanın nasıl başladığı, TIR parklarına kimlerin ruhsat verdiği tartışmalarına şahit olurken, bir yandan da yetkililerin bölge ile ilgili bundan sonra neler düşündükleri hususundaki açıklamalarını dinliyoruz.

Afet Bölgesi, kamulaştırma gibi kavramlar birbirini kovalıyor.

Biz sıradan insanlar, bu kavramları kullananların tam olarak ne anlatmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamıyoruz.

Eğer bölge kamulaştırılması gereken bir bölge ise neden daha önce imara açıldığı; imara açıldı ise o süreçte neden gereken tedbirlerin alınmadığı; 1995 yılında yaşanan sel faciasından neden ders alınmadığı ve hemen ardından yapılması gerekenlerin neden yapılmadığı, mesela Ayamama Deresi ıslah edilirken neden biraz daha derinleştirilmediği, binaların en azından su seviyesinden yüksek olmalarının niçin sağlanmadığı... gibi soruların cevabını bir türlü alamıyoruz... Kamulaştırma ya da başka her neye karar verilirse verilsin, bu girişimlerin çok uzun zaman alacağını ve bu arada konunun biraz da nisyana terkedileceğini ise biliyoruz.

Ta ki, benzeri bir felaket yaşanana kadar...

Yağmur, yakın tarihte benzeri görülmedik kadar çok yağdı, tamam.

Yapılaşma sebebiyle; suların akması için hazırlanan güzergah, yağan bu kadar yağmuru kaldırabilecek düzeyde değildi, o da kabul.

Sel felaketi başlamaya yüz tuttuğunda, uyanık olması gereken ilgililer, suyun gitmesi gereken yerlerdeki tıkanmalara, hazır olması gerektiğini düşündüğümüz vinç, grayder, loder... ve benzeri makinelerle, anında müdahale edebilmek için hazırlar mıydı, bunu bilmiyoruz.

Konuşulan ve tartışılan tedbirler gerçekleşene kadar ne kadar zaman geçeceği ve bu arada tekrar benzeri bir felaketle karşılaşıp karşılaşmayacağımız, belli değil.

Umarız yetkililerimiz, orta ve uzun vadeli planlarını yapmaya niyetlenirlerken; kısa vadeli planlarını da şimdiden şekillendirmeye başlamışlardır.

Ve bu kısa vadeli planları arasında, her nedense eksiklikleri hissedilen araç-gerecin bir an evvel temini; meteorolojiden yapılan uyarıların, duruma hemen müdahale edebilecek ehil elemanlardan oluşan ekiplerle daha sıkı takibi; risk oluşturabilecek yol, cadde ve sokakların gerektiği zaman trafiğe kapatılması... gibi hususlar da yer alıyordur.

Daha önce bu köşede çıkan ve sel olayını konu alan iki yazının ardından, yine seli konu alan bu yazı; Çarşamba'yı Perşembe'ye bağlayan gece yarısı, tekrar taşmaya başlamak üzere olan Ayamama Deresi kenarında yaşanmış olan tarifi imkansız çaresizliğin bir gereğidir.

Yağmurun tekrar şiddetlendiği ve derenin artık köprünün üzerinden akmaya başladığı o saatlerde; o kritik noktada, neden köprünün altını tıkayan şeyleri alıp suyun akışını rahatlatacak bir araç olmadığı sorusu, hâlâ kafamı kurcalıyor çünkü...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi