D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Doğan görünümlü şahinlerin sonu...

Doğan görünümlü şahinlerin sonu...

Doğan görünümlü şahinler, “sûreta yerli” otomobil sanayiinin devrini tamamlamasıyla trafikten çekilmeye başladı. Bu markalar üretimden düşünce nesilleri kesilmiş oldu. Hurda niyetine satılmakla hükümetin bir kıyağı ile hurda indirimi kapsamına alınmak arasında kaldılar. Her halde sonları hurdacılar sitesi... Belki bazıları onların sağlam görünen parçalarını birleştirip karmaşık biçimli tuhaf arabalar yapabilir!..
Peki, liberal görünümlü diktacılar ne olacak?
Düşünce hurdalığı yeni modeller piyasaya sürebilir mi?
Bu bahsi sonraki günlere bırakıp, bir örnek olay üzerinde duralım.
Turgut Özal’ın ilk açılımlarla Türkiye’yi sarstığı 80’li yıllarda yıldızı parlayan bir gazeteci ve TV sunucusu vardı: M. Ali Birand. Resmî sınırlar içine sıkışmış olan zihinler onun dünyaya açık programından tedirginlik duymuşlardı. Bu kadar dünyalı bir program, çok fazla içine kapanmış Türkiye’yi sarsardı. Tepkilerin de ona göre geliştiğini hatırlayabiliriz. Şimdi, bu sunucu gazeteci, bir zamanlar kendisinden tedirgin olanların tedirginliğini yaşıyormuş. Tam da bizim “Liberal görünümlü kemalistler” yazımızın yayınlandığı gün, “Ak korkutuyor ve şaşırtıyor” yazısında bunu ortaya koydu.
Ak Parti onu hep ikilem içinde bırakmış. Onun gibi düşünenleri de zaman zaman korku-şaşkınlık, zaman zaman nefret-hayranlık hisleriyle kendine çekmiş. “Biz” derken “Laik-demokratik ve liberal bir sistemle yükselebileceğine inananlardan söz ediyor”muş. Bunlar hoşgörülü, başkalarının görüşlerine de saygı duyan, kendileri dindar olmasa dahi, dinine bağlı kişilere saygı duyan, her isteyenin istediği gibi yaşamasına duyarlık gösteren kesim”miş...
Bu kesimin sözcüsü olarak Ak Parti’nin cesur ve önemli adımlarını desteklediği zaman bir taraftan alkış, öte yandan tepki görüyorlarmış. Ak Parti’ye karşı çıkınca da, iktidar tarafından yerden yere vuruluyorlarmış.
Önce korkular dile getiriliyor: Ak Parti ülkeyi sistematik şekilde dindarlaştırıyor. Toplumu dinî kıstaslara göre yönlendirerek, giderek laik sistemin erimesine yol açıyormuş. Hani, bir zamanlar Başsavcı’nın “hükümet ekonomi ile laikliği gündemden düşürüyor” incisinin gazeteci versiyonu! Bu partinin laik sistemi ortadan kaldırmak için açık bir tehdit teşkil ettiğine inananlar çokmuş. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “Laikliğe karşı fiillerin odağı” sayılabilecek bir parti imiş. Bunu kanun çıkarıp yapmıyorlarmış ama Başbakan’dan aşağı doğru topluma “dindarlaşmanın iyi bir şey olduğunu” gösteren bir dil kullanıyorlarmış.
Tabiî bu korkulara, sunucunun çalıştığı yayın grubuna uyguladığı “baskı”yı da ekliyor. En azından son vergi cezası, bu grubun hak ettiğini kendilerinin de red edemedikleri bir ceza. İtirazları cezanın ağırlığına. Bu bölüm, yazının sanki Doğan Grubu adına rasyonel ve etkileyici bir tepki vermek için genel korkularla bezendirildiği hissini uyandırıyor.
Diğer bir korku unsuru da, demokratik görüntü vermelerine rağmen, eleştiriye hiç hoşgörülü davranmamaları imiş. Her iktidar kendi kadrosunu oluştururmuş, ancak Ak Parti’nin bürokrasideki kadrolaşması, kendi medyasını ve kendi zenginini yaratma konusundaki fütursuzluğu korkutuyormuş...
Bu korkular, Türkiye’de kendini liberal olarak sunanların, ülkenin tabiî ikliminde yaşamamaları, limonluk mahsulü olarak yetiştikleri için ideolojik zemini ülkenin olağan zemini saymalarından kaynaklanıyor. Türkiye’nin gerçek liberalleri, Türkiye’nin tabiî zeminini bilen, halkını tanıyan, değerlerinden haberdar olan ve geçmişinde kemalist veya sol diktacılığa bulaşmamış aydınlardan çıkabilir.
Türkiye’nin tabiî zeminini bilen, değerlerinin farkında olan aydınlar, Birand’ın korku ile bahsettiği şeylerin olağan, tabiî işler olduğunu bilirler. Türkiye’de müslüman olmak tabiî bir haldir. İslâmiyetle ilgili tezahürler rahatsız edici değil, tabiidir. Bin yıldır bu böyledir. Bir aralar bunun böyle olmadığı resmiyetçe iddia edilmişti. Fakat Türkiye bu iddiaları taşıyan ideoloji tarafından yükseltilemedi. Bütün iddialara rağmen, Türkiye’yi bu ideolojinin bağlıları değil, bu ideolojiden uzak sayılan liderler yükseltti ve güçlendirdi. Menderes’ten Erdoğan’a bu çizgiyi anlayamayan her zaman duvara toslar. Türkiye ya suyun akışını bulacak, dünyanın güçlü ülkesi olacak, ya da Enver Hoca’nın silik bir versiyonu olarak içine kapanarak çürüyecek.
Bahsettiğimiz iktidarlar, bu çürümeyi belli ölçüde engellemeyi başardılar. Türkiye’yi dünya sistemi içinde tuttular, fakat ahlâkî, manevî çöküşü önleme konusunda fazla bir şey yapamadılar veya elleri kolları bağlı kaldı.
İşte meselenin bam teli: İktidarın içeride ve dışarıda kat ettiği baş döndürücü merhaleleri alkışlayanlar, “Tayyip Erdoğan bir de CHP genel başkanı gibi hareket etse idi!” diyorlar ve onu o kalıba sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Eğer Tayyip Bey onların istediği gibi CHP zihniyetiyle harekete eden bir lider olsa idi, halkın teveccühünü kazanamazdı ve işe yarar hiçbir şey yapamazdı, bunu ya bilmiyorlar, ya da bilmezden geliyorlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi