Cemal Nar

Cemal Nar

Okuyucu Türleri

Okuyucu Türleri

İnsan okumaya başladığı ilk günlerde kitaba biraz safça, biraz kutsalca yaklaşır. Yani kitap, aziz bir üstat gibidir, ne derse doğrudur, tartışmak abestir, ayıptır. Aç olan birisinin yemek tercihi yapması söz konusu olabilir mi? Önüne ne gelirse onu yiyerek giderecektir açlığını.

“Tok ağırlaması zor olur” atasözünü duymayanımız var mı? İnsan biraz doyunca, artık yediklerinde seçici olmaya, yemekler hakkında yorumlar yapmaya başlar. Nitekim yemeğin kusurları da sona doğru anlaşılmaz mı yerken? Bunları dillendirmeye başladığımızda alacağımız cevap da bellidir: “karnın doydu galiba?”

Şimdi kütüphanemin alt gözlerinde sakladığım bir sürü kitap var, bunlara para verip de nasıl almışım ve okumuşum diye hayret ediyorum kendime. Kimseye tavsiye edemiyorum. Hatta kendilerine acıdığım ve vakitlerine kıyamadığım için hediye de edemiyorum kimseciklere. Öyle kala kalıyorlar bulundukları gizli saklı yerlerinde. Zamanında kendime acımasını bilememişim ama, şimdi çok acıyorum onlara…

Biz o kitapları okurken, bir mürit gibi teslim olmuştuk onlara. Ne derlerse alır, ne kadar saçma olsalar da savunurduk fikirlerini. İlim ve fikirde kişilik nedir bilmezdik ki, kitaba karşı bağımsızlık bağımsızlık nasıl olur anlamazdık ki o zamanlar. Hele onu bir de bir ağabeyimiz, bir büyüğümüz tavsiye etmişse, kitapta yazıyor olması yeterliydi bizim için, mutlak doğruydu o zaman. Sanki her kitap kutsaldı gözümüzde. Özümüzdeki biricik ölçü şu idi: “Kitap yalan söylemez.”

Sonra yavaş yavaş tanımaya başlarız kitapları yeniden. Aklımıza takılmaya başlar bazı şeyler. Yazara sorular sorarız içimizden utangaç ve mahcup olarak. Edilgenliğimiz bitiyor ve kişilik doğuyordur artık yavaş yavaş. Derken fikir ayrılıklarını görürüz, ihtilaflar görürüz ve garipseriz. Bunlar arttıkça da şaşkınlığımız artar. Taraflar çoğaldıkça düşüncede, bir tarafta olma ihtiyacı hissetmeye başlarız. Düşünce kadar ifade biçimleri de dikkatimizi çekmeye başlar. Bir yakışıklıyı biraz da kılık kıyafeti güzelleştirir değil mi?

Bu aşamada yazar, kürsüsünde oturan ve her zaman doğruyu buyuran bir aziz değildir artık. Bir insandır. Bizden büyüktür, bilgedir ve deneyimlidir. Saygı duyulur, ama üstünde düşünülür söylediklerinin, eleştirilebilir. O da farkındadır büyüdüğümüzün ve eleştiri getirdiğimiz düşüncelerini kabul ettirebilmek için çabalamakta, önerdiğimiz ifade biçimine karşı itirazda yer yer zorlanmakta, bizi ikna için artık dil zenginliğinden ve kıvrak zekasından faydalanarak demagoji yapmaktadır.

Bunun farkına varmak sevindirir bizi, keyiflendirir. Okuma iştahımızı da açar doğrusu. Büyüdüğümüzün, geliştiğimizin, kişilik kazandığımızın farkına varmak ne güzeldir! Bunu beslemek, bunu büyütmek ve bereketlendirmek gerekir artık.

Fakat bu arada farkında olmadan bir yanlış alana kaymakta olabilir ayaklarımız. Biraz benlik, biraz kıskançlık başlamıştır olabilir. Rekabet mi desek, ya da kendimizi kanıtlama mı, içimizde kıpırdanmalar vardır. Böyle durumlarda kalbimizi korumamız, benliğimizi arındırmamız gerekir kuşkusuz kendini beğenmişlikten, gururdan, kibirden. Ne kendini beğenme ve kibir, ne zillet ve teslimiyet, doğrusu ölçülü ve dengeli bir tevazu ve vakarı yakalamamız gerekir.

Bütün bunlar, yepyeni bir okuyucu türünün doğmasının sancılarıdır. Artık anlayan, kavrayan, düşünüp değerlendiren, tenkit eden, yanlışı gösteren, okuduklarıyla yaka paça olan bir okuyucu vardır. Artık bir eleştirmendir. Okuduğu kitabın kenarları, altı üstü ikaz, ihtar, tenbih ve tashihlerle doludur.

Eğer bunları bir de yazıya dökmeye başladı mı, artık yeni bir yazar doğmaya başlamıştır. Meslektaşı yazarlar korkmaya başlarlar ondan. Daha bir dikkatlidirler artık yazarlarken.





Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi