Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Kanaatkarlığımızı tüketiyoruz

Kanaatkarlığımızı tüketiyoruz

Kanaatkarlık, kişinin daha fazlasını elde edebileceğini bildiği halde ihtiyacı kadarıyla yetinmesidir. İnsanın hayatiyetini koruması ve yaşadığı coğrafyada varlığını sürdürebilmesi için bazı gereksinimleri vardır. Bu gereksinimler, onun bakış açısına ve yaşam algısına göre farklılık arz eder.

İslam, sosyalist paradigmalarda olduğu gibi kişinin bireysel özgürlüğünü ve mülk edinme sınırlarını kısıtlamaz aksine ona istediği gibi çalışma ve kazanma özgürlüğü verir. Ancak bu kapsamda kazancını biriktirmeyip diğer insanlarla paylaşmasını ve müşterek bir yaşam alanında bulunmasını tavsiye eder. Yaratıcımız bizlere bir yerde, ihtiyaçlarımız kadarıyla yetinerek, sahip olduğumuz imkanları diğer insanlarla paylaşmayı, sevgi ve paylaşım eksenli bir hayat düsturu kurmayı tavsiye ediyor. Ancak bugünün dünyasında modern bakış açısıyla hareket eden insanlarımız, bitmek bilmeyen bir ihtiras furyası ve doyumsuzlukla hareket ediyorlar, bunun sonucunda da, maddi kazanç elde edebilmek için her şeyi kendilerine reva görüyorlar.

İnsanın bu doyumsuzluğu, bu açgözlülüğü onu sonu gelmeyen bir biriktirme dürtüsüne sürüklüyor. Bu insanlar artık, birinci derecede önem arz eden yeme içme, barınma, kendini güvende hissetme, inanma, ibadet etme ihtiyaçlarının ötesinde, alabildiğince lüks ve şaşalı bir hayat yaşama istediğiyle her şeye sahip olma hedefleriyle hareket ediyorlar ve arzu ettikleri hayat şartlarına ulaşabilmek için, çevrelerindeki insanların ihtiyaçlarını dikkate bile almıyorlar.

Kapitalizm, insanlığa sırf maddi kazanca ve maddi başarılara endeksli bir hayat algısı sunuyor ve çok yönlü çalışmalarıyla bunu insanlığın kolektif bilinçaltına işliyor... Sözkonusu zihniyetler, paradigmalarını sırf kazanmak ve başarmak düsturu üzerine kurduklarından, bu kültürün kırıntılarıyla beslenen toplumlar da hayatlarının nihayi gayesini sadece maddi kazanç elde etmeye hasrediyorlar.

Modern kültür, insanları sahip olduklarını maddi birikimlerine göre katagorilere ayırıyor ve bu yaklaşımıyla da onları birbirlerinden uzaklaştırıyor. Bunun sonucunda ise aynı topraklar üzerinde yaşayan aynı havayı soluyan aynı kültürün hamiliğini yapan insanlar adeta iki farklı dinin iki farklı milletin insanları gibi birbirlerinden uzaklaşıyor, kendilerine ve çevrelerine yavaş yavaş yabancılaşıyorlar. Bu ayrımcılık iki kesim arasında iki farklı ihtiyaç hiyerarşisi ortaya çıkarıyor. Bu durum yoksulların varlıklı kesime karşı bir tür muhalefet duygusu yaşamalarına neden oluyor ve duyumsuzluklarını arttırtıyor.

İster varsıl olsun ister varoşlarda yaşayan kesimler olsun, hayatını materyalizmin ilkelerine göre biçimlendiren bu insanların ortak problemi doyumsuzluk ve bitmez tükenmek bilmeyen haz ve heveslerini tatmin etme duygusudur. Bunun sonucunda ise, yığma ve biriktirme tutkusu ortaya çıkıyor ve bu kimselerin bakış açıları değişiyor, dönüşüyor. İnsanın biriktirme ve yığma tutkusu aynı zamanda onun açgözlülüğünü tetikleyor, kanatkarlığını, sabır ve dayanma gücünü de zayıflatıyor. Çünkü bunun sonucunda sürekli halinden şikayet eden ve kazandıkça daha fazlasını isteyen, biriktirdikçe mal sevgisi artan bir kitle doğuyor.

Her geçen gün biraz daha yoksullaşıyoruz.... Bu doyumsuzluğumuzu, bu açgözlülüğümüzü, bu cimriliğimizi iyileştirmediğimiz sürece de yoksullaşmaya devam edeceğiz. Mallarımızı ne kadar kendimize saklamışsak o kadar cimrileşiyoruz ve ne kadar vermişsek, ne kadar ikram etmişsek o miktarda servet sahibi oluyoruz, ebedi hayatımıza yatırım yapıyoruz... İsterseniz hayatınızı gözünüzün önüne getirin ve hangisini tercih edebileceğinizi bir düşünün... Bu dünyada ellerinizi sıkıp, biriktirdiğiniz malların peşinde koşarak, manevi olarak yoksullaşmayı mı yoksa, sevginizden malınızdan emeğinizden vererek zenginleşmeyi mi istersiniz? Bilmiyorum hangisini tercih edersiniz...

Doyumsuzluk insanın doğasında var. Rabbimiz, mezara girinceye kadar biriktirme yığma tutkusu sizi oyaladı durdu der ve insanın mal sevgisini ayetlerinde belirtir. Kim ne derse desin kardeşim, bu dünyanın temel karakteristiğinde biriktirme, kazanma ve elde etme duygusu var. Fakat Allah bunun ölçüsünü belirler ve kişiye sahip olduğu mallarını etrafındaki diğer insanlarla paylaşmasını ve ikramlarıyla insanca yaşamanın şerefine erişmesini tavsiye eder. Ama maldan vermek çoğu zaman candan vermekten daha zor gelir insana öyle değil mi? İnsanın bu kendinibilmezliğini, şu kısacık ömründe tutuşturduğu yaygaraları, anarşileri, malıyla kibirlenerek üstünlük elde etmeye çalışmasını anlamak ve anlamlandırmak mümkün değil. Sanırım, bu insanın ölümlülüğünün farkında olmamasıyla ilgili bir durum. Oysa ne kadar da kısa dünya hayatı... Be kardeşim ölmeyecekmisin? Ya da ne kadar varsın bu hayatın içinde? Peki giderken neyi omuzlayıp götüreceksin? Herhalde uyanık kalmak ve durumumuzun farkında olabilmek için, bu soruyu kendimize her gün birkaç kere sormamız gerekiyor. Yoksa hayat hiç bitmeyecek, elimizdekiler hiç tükenmeyecek ve hiç ölmeyecekmiş gibi hareket ederek manevi olarak yoksullaşıyoruz.

Allahım gerçek mülk sadece senindir! Dünya da ahrette insanda varlık ta senindir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi