Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Tedavim bitti, artık konuşabilirim...

Tedavim bitti, artık konuşabilirim...

Dün yazacaktım aslında. Nicedir takvimlerle ve ‘zaman’la ilişkimi kestiğim için, bugüne kaldı.

Dün, postmodern darbemizin 11. sene-i devriyesini idrak ettik.

Benim de bu darbeyle ilgili söyleyeceklerim vardı.

Bu darbenin ‘iyileştirici’ taraflarıyla ilgili özelikle...

İzniniz olursa, biraz güncel bilgilerden katarak, biraz da ‘self-plagiarism’ yaparak konu hakkındaki düşüncelerimi ‘toparlamak’ istiyorum.

Ertuğrul özkök gibi, çekirdekten nefer kalemleri saymazsak, vicdan ve izan hemen herkes, kötü olmakla birlikte, bu darbenin iyi tarafları bulunduğunu da teslim ediyor.

28 Şubat birçok bakımdan iyi olmuş olabilir.

Olmuştur da...

Birçok yazar (aralarında İslamcı kimliğiyle tanınanlar da var), artık postmodern darbenin ‘sağaltıcı’ (tedavi edici) yönüne dikkat çekiyor.

Böyle bir trend var...

28 Şubat olmasaymış, ‘öteki’ne bakıştaki kronik önyargımız devam edecekmiş, insanlar artık daha sağlıklı düşünüyormuş, kimileri sakalını kesmiş, kimileri olmadık mekanlarda boy göstermeye başlamış, kimileri kurtuluşu başını açmakta, kimileri de kendilerine bir ‘sol geçmiş’ uydurmakta bulmuş, çünkü hiçbir şey artık eskisi gibi değilmiş...

Bunu bir ‘sıhhat belirtisi’ sayarsanız, doğrudur...

28 Şubat birçok şeyi değiştirdi, artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

İyi ki de değil...

Fakat, birçok iyi ve sağaltıcı özelliğine vurgu yaptığımız 28 Şubat, problemleri çözme konusunda ortaya bir ‘ortak irade’ çıkarabildi mi?

Buna ‘evet’ demek çok zor.

Değerli komutan Erol özkasnak’ın ‘Evet, bu bir darbedir’ dediği postmodern müdahalenin bu millete ettiği en büyük kötülük budur.

Hálá yasakta direnen odaklar var.

Hálá yasaklarla ‘çağdaşlığı’ telif eden kafalar var...

Bunlar, üstelik, tanımlanmamış iktidarlarının keyfini sürüyorlar.

Bir de tabii, bu iyileştirici ve sağaltıcı darbenin dönem içinde yaşattığı travmalar var ki; çürütme kampanyaları, andıçlar, okul baskınları, dernek ve vakıf müsadereleri gibi...

Bunlar da, nedense, göz ardı ediliyor.

Darbe dönemlerinde teamüldür: Gücü elinde bulunduranların yasalara uymak, kimi ahlák kurallarını gözetmek gibi mecburiyetleri yoktur:

Böyle dönemlerde ‘özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı’ ilkesi de pek geçerli değildir. Kamu yararına (!) görev yapan medya tarafından bir anda afişe edilirsiniz. Hakkınızda birtakım yalan-yanlış söylentiler uydurulur ve halkın buna inanması sağlanır.

İşinizden, çevrenizden, itibarınızdan olursunuz.

Yazdığınız her şey, ağzınızdan çıkan her sözcük ‘suç’ sayılır. ‘Demokrasi’ ve ‘hukuk’ dediğiniz anda ‘vatana ihanet edenler’ safında buluverirsiniz kendinizi.

Hakkınızda onlarca ceza davası açılır. Gide gele savcılarla, hakimlerle, mübaşirlerle, adliye çaycılarıyla ahbap olursunuz.

Okullardan, lojmanlardan, devlet dairelerinden tard edilirsiniz; sokağa çıkmanız, alışveriş yapmanız bile müeyyidelere bağlanır. Sonra bir gün, hiç de size değmediği halde, birden kapı önünde buluverirsiniz kendinizi; Ahmet Altan, Mehmet Barlas, Cengiz çandar, Mustafa Erdoğan, Koray Düzgören, Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Ahmet Tezcan gibi...

Bu iyileştirici ve sağaltıcı darbenin, bu satırların yazarına yaşattıkları ise ayrı bir yazı konusudur.

Hakkımda kaç ceza davası açıldı, hatırlamıyorum.

Belki 100, belki 200...

Polis ve müsadere korkusuyla aylarca kaçak dolaştım. Evime, işime, akrabalarıma gidemez oldum. üç buçuk yıl köşemden ayrı kaldım. ‘Rahşan Ecevit affı’ yetişmeseydi, bugün burada olmayacaktım.

28 Şubat beni de böyle tedavi etti işte!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi