Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Hasmıma yakışmayan, haspama yakışır mı?

Hasmıma yakışmayan, haspama yakışır mı?

Dün de yazdım ya; bazen “tam yerine rast geldiğinden”, bazen de “Vakit ailesine yeni katılan okurlarımız” da bilsin diye, bazı “hikâye”leri tekrar tekrar aktarıyorum... Bugün de, yine çok bilinen bir hikâyeyi aktarmak istiyorum... Hani, şu “haspama da yakışıyor” hikâyesi var ya, işte onu...
Hikâyeyi bilirsiniz.
Hani adamın biri varmış ya, etrafına topladığı insanlara, sürekli “mini etek” aleyhinde atıp-tutarmış ya...
Yine bir gün, böyle ahkâm keserken, karşıdan kendi kızı “kırıta kırıta” gelmesin mi?!!
Etrafındakiler, “Efendi, bu ne hâl?.. Bize verirsin talkını, kendi kızın yutar salkımı!” deyince; adam, büyük bir “pişkinlikle” şu cevabı vermiş ya;
“Haspama da yakışıyor hani!”
Hikâyenin verdiği mesaj gayet açık:
Eğer “başkalarının kusurları” ile alay ediyorsan, kendin kusurlu olmayacaksın!..
“İlkeli” olacaksın!..
“Dürüst” olacaksın!..
“Tutarlı” olacaksın!..
“Yanlış” dediğin bir olay; “kendin” de yapsan, “başkaları” da yapsa, yanlıştır!..
“Haspama da yakışıyor” deyip de, “zeytinyağı” gibi üste çıkamazsın!..
“Hesap soruyor” isen, “hesap vermeyi” de bileceksin!..
Yok öyle;
Hem “suçlu”, hem “güçlü” olmak!..
DANIŞTAY BİR ÖYLE, BİR BÖYLE!
Son günlerde meydana gelen olaylara baktıkça, hep aynı tavrı görüyorum;
“Haspama da yakışıyor!”
Bu nasıl “haspa”dır ki, ona her şey yakışıyor ama başkalarının kızına “haram” oluyor!..
Efendim, dünkü “Vakit’in manşeti”nde yer alan “Danıştay çelişkileri” üzerine, Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşimin dile getirdiği husus, herhalde sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Malûm, Vakit’in dünkü manşetinde, Temmuz 2006 ve Mayıs 2009’da “iki farklı tavır” sergileyen Danıştay vardı.
2006’da, “Danıştay Cinayeti’nden biz de zarar gördük” diyen Danıştay, “dâvâya müdahil” olmuş; hiç sektirmeden her duruşmayı izlemiş, “Tetikçi Alparslan Arslan’ın en ağır cezayı alması” için de, talep üzerine talepte bulunmuştu.
2009’da ise; malûmlarınız olduğu üzre, Danıştay Dâvâsı, “Ergenekon Terör Örgütü Dâvâsı” ile birleştirildi... Bu “birleştirme”nin anlamı şuydu: “Alparslan Arslan ve arkadaşları, bu cinayeti kendiliğinden ve bireysel bir dürtü ile değil, örgüt yönlendirmesi ile işlemişlerdir!.. Onları yönlendirenler, Ergenekon Terör Örgütü yöneticileridir!”
Çok enteresandır ki;
İşte bu “birleştirme”den sonra, Danıştay avukatları duruşmalara gelmez oldular!.. Ne “müdahillik” kaldı ortada, ne de “zarar” görmüşlükleri!..
Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim, işte bu “çelişki”ye dikkat çekip, “Danıştay’ın ne düşündüğünü” şöyle yazıyordu:
“Danıştay’daki hakimi öldüren kişi, ‘Vakit’ten etkilenen bir İslâmcı’ ise, biz ondan şikâyetçiyiz. O davayı takip ederiz. En ağır cezayı alması için girişimlerde bulunuruz.
Ama Danıştay’daki cinayeti işleyen fail ‘darbecilerin tetikçisi’ ise, onun yargılandığı davayı takip de etmeyiz, cezalandırma için talepte de bulunmayız.
Darbeciler için, canlarımız feda. Hakimlerimiz de feda. Üstün gaye için, bizim canlarımızın ne önemi var?”
Ali İhsan kardeşim haklı değil mi?..
Danıştay’cıların, Alparslan Arslan’a karşı tavırları “konsepte göre” değişmedi mi?.. Cinayetin ilk günlerinde zannettiler ki, Alparslan Arslan, “Vakit’ten etkilenen bir İslâmcı”dır, o halde vur abalıya!.. Hem Alparslan Arslan mahkûm edilir, hem de Vakit yıpratılır!..
“BENİM TETİKÇİM İYİDİR!”
Ama, sonradan ortaya çıktı ki;
Alparslan Arslan, 16 Mayıs 2006’daki cinayeti; “Vakit’ten etkilenen bir İslâmcı” olduğu için değil, “Vakit’i susturmak isteyen darbecilerin tetikçisi” olduğu için işlemiştir!..
İşte bunun ortaya çıkması üzerinedir ki; Danıştay’da “tornistan” başladı!.. Biraz önce dediğimiz gibi; “duruşma”lardan ellerini ve ayaklarını, hatta “avukat”larını da çektiler!..
Öyle ya;
“Cinayeti Ergenekon Örgütü işletmiş!”
O halde;
“Haspama da yakışır!”
Sizi bilmem ama;
Danıştay’ın “farklı zaman”larda “farklı tavır”lar sergilemiş olmasının, iler-tutar hiçbir tarafı yoktur!.. Bu tavırda “ilke” de yoktur, “tutarlılık” da!..
Ve tabiî, “dürüstlük” de yoktur!..
Danıştay’cılar, eğer “ilkeli, tutarlı ve dürüst” olsalardı, “Danıştay Cinayeti Dâvâsı’nın ilk günlerinde takındıkları” tavrı aynen sürdürürler, “tetikçi profili”ne göre tavır değiştirmezlerdi!..
“Mini etek kötü” ise, herkese kötü!..
Ne yani;
“Haspama yakışınca” iyi mi oluyor?!?..
İSVİÇRE’DEKİ REFERANDUM VE!..
Sadece Danıştay’da değil; böyle “ilkesizlik”ler, böyle “tutarsızlık”lar ve böyle “samimiyetsizlik”ler, dünyanın hemen her yerinde sergileniyor!..
Meselâ, şu İsviçre’nin yaptığı...
Malûm, İsviçre’de bir “referandum” yapıldı ve yüzde 57’lik bir oyla, camilere “minare” yapılması yasaklandı!..
Nerede yapılıyor bu referandum?
Bir “Batı ülkesi”nde!.. Hem de, “özgürlük”lerin zirvede olduğu söylenen bir Batı ülkesinde!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Homoseksüellik” ve “Lezbiyenlik” gibi hemen her türlü “sapık ilişki”nin bile özgürce yaşandığı İsviçre’de “minare” yapmak yasak!..
İyi de, “ensest ilişki”lerin bile serbest olduğu bir ülkede “minare” nasıl yasaklanır?..
Ne yani;
Özgürlük, “göreceli bir kavram” mıdır ki; “Hıristiyanca hayat tarzı serbest” iken, “Müslümanca yaşamak yasak” oluyor?..
Nerede “insan hakları” edebiyatı,
Nerede “Din ve vicdan özgürlüğü” kavramı?..
“Evrensel” olan bu kavramlar “Hıristiyanlar için bir hak”tır da, “Müslümanlar için yasak” mıdır?..
Hem, ne zamandan beri, “dinî inanç”lar, “referandum” konusu yapılmaya başlanmıştır!..
BÖYLE BİR YOL AÇILIRSA!
Hani, gece uyurken, bir adamın “bıyık”larının üzerinden “fare” geçmiş de, hemen kalkmış bıyığını kesmiş ya, sebebini sorduklarında; “Eğer kesmeseydim yol olurdu” demiş ya; şahsen ben, İsviçre’nin yaptığı referandumun “yol” olmasından endişe ederim!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Irkçılığa ve şovenizme kayan” her ülke, kendi topraklarında yaşayan insanların “inanç”larına böyle müdahale eder, “cami” veya “minare”lerini bu tür “referandum”larla yasaklamaya kalkarsa, yani “böyle bir yol açılır” ise, ne olur?..
Hıristiyan ve Musevilerin yaşadığı ülkelerde “cami” kalmaz ama Müslümanların yaşadığı ülkelerde de “kilise” ve “havra” kalmaz!..
“Minare yasağı”ndan hareketle, pekâlâ şunu söyleyebiliriz: Sen “minare”yi yasaklarsan, Müslüman bir ülke de, pekâlâ “çan kulesi”ni yasaklar!..
Tamam, minarede “ezan sesi” duyulmaz ama senin kiliselerinden “çan sesi”, havralarından da “boru sesi” kesilir!..
İsviçre, bunu hiç düşünmedi mi acaba?..
Hiç düşünmedi mi ki;
Meselâ Türkiye de, “İsviçre’ye misilleme” olarak bir “referandum”a gider ve öyle “yüzde 57’lerle” filan değil, “yüzde 90’larla” karar alır:
“Çan kuleleri inşa etmek yasaktır!.. Var olanların da çanları sökülecek ve kesinlikle çan çaldırılmayacaktır!”
Meselâ, “dahasını” da yapar Türkiye;
Sırf “İsviçre’ye misilleme” olsun diye, şu an “müze” olarak kullandığı “Ayasofya Camii”ni tamamen ibadete açar!..
Olmaz mı?.. Bal gibi olur!..
BATI, İSVİÇRE’Yİ VAZGEÇİRMELİ
Sen “minare”yi yasaklarsan, bana da “çan kulesini yıkma” hakkı doğar!..
Hele de, bu iş inada binerse!..
Ama ben, bu işin inada binmesini değil, “İsviçre’nin aklını başına toplamasını” ve bu yasaktan bir an önce geri dönmesini istiyorum!.. İsviçre, eğer bir “akıl tutulması” yaşıyorsa, diğer Batı ülkeleri bir an önce devreye girmeli “ne yapıyorsun sen” diyerek, İsviçre’yi sarsmalıdır!..
Müslümanlar, İsmet İnönü’nün “Millî Şef”lik yıllarından alışıktır “ezan”sızlığa... İsviçre’deki Müslümanlar da, “namaz”larını ezansız kılmaya tahammül edebilir!..
Ama, Türkiye’deki Hıristiyanlar, “çan sesi mahrumiyeti”ne tahammül edebilirler mi acaba?..
Ederlerse, ne âlâ... Ama “çan sesi” duymak istiyorlarsa, hiç vakit kaybetmeden İsviçre’yi hizaya getirmelidirler!..
Aksi halde; sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki Müslümanlar “galeyan”a gelebilirler ve “çan kuleleri”ni yerle bir edebilirler!..
Öyle ya;
“Minare yasak” ise, “çan kulesi” de yasak olsun!.. Müslümanlar “özgür” değillerse, Hıristiyanlar da özgür olmasın!..
Bu iş “mini etek” gibi basit bir olay değil ki, “haspama da yakışıyor hani” diyene gülüp geçelim!..
Uzun lâfın kısası;
Danıştay da tavırlarını ve kararlarını gözden geçirmelidir, İsviçre ve Batı ülkeleri de!..
“Kural, kanun, ilke” varsa, buna herkes uyacak!.. Bu kavramlar “kişi”lere ve “ülke”lere göre değişirse; “anarşi”nin önüne hiç kimse geçemez!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
===================
Meslek liseliler Türk değil mi?
Danıştay Başkanı Mustafa Birden’in dün akşam yaptığı “yazılı açıklama”yı duymuş olmalısınız... “Katsayı uygulamasını kaldıran” YÖK’ün kararını hiçe sayıp, “katsayı adaletsizliğinin devamı” yönünde karar verdiği için Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından “ideolojik karar vermekle” eleştirilen Danıştay, dünkü açıklamasında; “Yetkimizi Anayasa’dan alıyor, Türk Milleti Adına karar veriyoruz... Biz sadece hukukun üstünlüğünü esas alıyor, siyasî ve ideolojik kaygılarla karar vermiyoruz!” demiş!..
Mi acaba?.. Söyleyin Allah aşkına; Başbakan Erdoğan da dahil, Danıştay’ın kararlarını “siyasî ve ideolojik” bulanlar haksız mıdır?.. “Türk Milleti Adına” karar verdiğini iddia eden Danıştay söylesin bakalım; “Meslek liseleri”nde okuyan “1.5 milyonu aşkın” öğrenci acaba “Türk milletinden” değil midir ki, üniversiteye gitmeleri engelleniyor?..
Danıştay, şu soruya da cevap versin; bugüne kadar verdikleri hangi karar “Türk milletinin yararına” olmuştur?.. Hangi kararları “millet lehine”dir?..
Milletin derdine derman olacak bir tek karar göstersinler, işte söz veriyorum; dişimi kıracağım!..
Ama yok!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi