Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

İşler yolunda (mı)?

İşler yolunda (mı)?

Herkes gelişmelerden şikâyetçi. Herkes merak ediyor bu işlerin sonunu.. İnsanlar kaygılı.. Bu ruh hali piyasaları da etkiliyor haliyle..
Bana sorarsanız, yılların biriken sorunlarını öyle bir çırpıda çözmek mümkün değil.
Tamam! Şimdiye kadar birçok şeyin çözülmesi gerekirdi, ama öte yandan bakıyorum, toplum bu işlere ne kadar hazır?. Doğrusu bu konuda durum, iktidara göre toplumun en azından daha ileride olduğunu göstermiyor.. Ama bu haberler ışığında taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Toplumsal hafıza yerine geliyor.. Bu tartışmalar ışığında bir bilinç oluşuyor. Bana göre bu çok önemli.. Ergenekon, derin devlet tartışmaları bu açıdan, bu davanın sonucundan çok daha önemli..
Ermeni-Rum tartışmaları, Türk-Kürt tartışmaları, Sünni-Alevi tartışmaları, bazı konuların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.. Müslümanlık, Türklük, sağ-sol, her şey yeniden konuşuluyor.. “ben ki Arnavudum, işte perişan yurdum” diyen Akif’i ne çabuk unuttuk.. Şimdi yeniden onu hatırlıyoruz, “Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk” mısraları ile..
Sahi gerçekten tarih bir daha mı tekerrür edecek, yoksa ders mi alacağız..
Bana kalırsa ders alacağız. Şimdi Türk’ü, Kürd’ü ile, “ırkçılığı / kavmiyetçiliği lanetlemek için” yeniden Mehmet Akif’i okumanın tamam zamanı.. Buyurun size bütün unsurları ile bir “Milli mutabakat metni”
“Arnavutluk ne demek? Var mı şerîatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri,
Arab’ın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e, yahud Kürd’e;
Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.”
Sahi, Bahçeli yüksek sesle bu mısraları okuyabilir mi?
Geçen gün Mehmet Ali Bulut, “Üniter cücelikten, cihanşumul azamete” diye yazmış..
Türk’ü-Kürt’ü ırkçılığın kimler tarafından kışkırtıldığını ve nelere malolduğunu anlasalar.. Arab’ın başına gelen de aynı bela, Arnavud’unun da..
Bakın bakalım “Türk ulusçuluğu”nun arkasında kimler var? Tekin Alp kim ya da Lazaro Franco.. Ziya Gökalp’in kimliği için Rıza Nur’un anlattıklarına bakın bakalım ne yazmış..
Doğduğunuz ana - babayı siz mi seçtiniz, doğduğunuz zamanı ya da toprağı.. Hepimiz Hz. Adem’den gelmiyor muyuz? İlk ırkçılık yapan Şeytandı. İlk lanet o zaman gerçekleşti.. İlk üstünlük iddiasında bulunan oydu. Ene/Egosuna yenildi.. Irkçılık “kolektif ego”dur ve daha tehlikelidir..
İlk cinayet nasıl işlendi. Kabil, Habil’i kıskanıyordu.. Kendini üstün kılıyordu ve Allah’ın koyduğu sınırları zorluyordu.. Onun üzerinde üstünlük taslıyor ve baskı kurmaya çalışıyordu..
Oysa hüküm açık. “Arab’ın Acem’e üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumlardan yana zalimlere karşı duracaktık. Hatta zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Kitab’a öyle yazılmıştı çünki: “Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin..” Sonra zalimlerden, fasıklardan, hatta hükmü inkar edenler için kafirlerden olma ihtimali vardı..
Sahi, ne oldu bize? Kavimler kapısı bir coğrafyada, imparatorluk bakiyesi bir toplumun saf ırkı mı olurmuş.. Hep söylüyorum: Hz. Ali zamanında Mekke’de yaşayıp cehenneme gitmek, Stalin zamanında Moskova’da yaşayıp cennete gitmek mümkün. Firavun sarayında Musa olmak da mümkün, Nuh’un oğlu olup inkarcı olmak da. Hz. İbrahim Azer’in oğlu değil mi idi? Siz İbrahim olduktan sonra babanızın kim olduğunun ne önemi var, ya da siz gemiye binmemişseniz, babanız Peygamber olsa ne yazar!
Bu tartışmalar ışığında bir toplumun zihinsel kodları yeniden biçimleniyor..
Sancılı bir doğumun eşiğindeyiz.. Sancının şiddeti ve süresi, bu oluşum sürecindeki zeka ve performansımızla eş oranda olacaktır..
Çile ruhu olgunlaştırır.. Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.. Yaşadığımız olaylar pahalı olsa da önemli bir ders niteliğinde.. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır..
Gelişmeler, doğru yönde ve ileriye doğru.. Bazı aksaklıklar, yanlışlıklar olsa da.. Ayaklarının altından zeminin hızla kaydığını gördükleri için ellerini çabuk tutmak istiyorlar. Karşı güçler paniklemiş gözüküyor. Bütün argümanları toplumsal bilinç karşısında tuzla buz oluyor.. İddiaları inandırıcılığını kaybetti. Kadroları topluma güven vermiyor. Dayandıkları kavramlar ve kurumlar tek tek çöküyor..
Sanırım herkes, önce başkalarının yanlışını çuvaldızla kazarken, kendi içini de hiç olmazsa iğneyle kazmayı denemeli. Birbirimizin acılarını, kaygılarını, umutlarını ciddiye almayı denemeliyiz.. Mesela KCK konusunda Kürtler Kürt Ergenekonu konusunda daha anlayışlı olmalı, diğerleri de, gözaltıyı bizi ve suçlamalar konusunda terör ile düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki ince çizgiye karşı daha hassas olmalıyız..
Yargıdaki bir işlemden dolayı, toplumu gerecek, iktidara karşı meydan okuma havası içindeki kışkırtıcı ifadelerin meşru bir mantığı olabilir mi? Derin devletin hesabını, çetelerin hesabını zaten bu güçlerle başı belada olan bir iktidardan sormak ne kadar haklı bir tepki olabilir? Belediye otobüsüne molotofkokteyli atarak, vitrinler yağmalanarak, masum insanlar öldürülerek nereye varılabilir ki?
Bazan çatışan iki taraf, bir paranın iki yüzü, ya da bir ying yang gibi kendilerine karşı yapılan haksızlığın gerekçesini oluşturmaya çalışırlar. Kemalistler, Apoistler sanırım bunu başarmaya çalışıyorlar.. Ama bunun bedelini, kavganın tarafları ile birlikte bir ülke ve bütün bir halk ödüyor.
Böyle bir şeyin adı hak arama ya da özgürlük mücadelesi olmaz..
Diyarbakır belediye başkanının hâlâ özür dilememesine üzülüyorum. Çünki insan haklarına duyarlı bir hukuk adamının, bir politikacının bu konuda daha dikkatli olması gerekirdi.. O ayetin lafzından anlaşılması gereken anlam, kötü söz söylemeye cevaz vermek değil, dava sırasında o sözü tekrar etme izni ya da bir öğüt için, bu sözün misal olarak tekrarlanması ile ilgilidir.. Yoksa haksızlığa uğrayanlara hakaret etme, küfretme izni değil haşa!
Bakalım şu “Boru”, “Kağıt Parçası” benzeri, “Arınç’a suikast” işi nasıl çözülecek. Bakalım Beğler’in iddialarına muhalefet, askerci kesimler nasıl bir bahane bulacaklar.. TSK bünyesinde yıllarca tercümanlık yapan Yıldırım Beğler, Habur sınır kapısındaki "ölüm tarlaları”ndan söz ediyor. Birçok kişinin kalorifer kazanlarında canlı canlı yakıldığını, Özel Kuvvetler tarafından infaz edilen yüzlerce kişinin atıldığı ve gömüldüğü yerlerden söz ediyor.. Faili meçhule kurban giden kayıp işadamları Halil Birlik ve Mehmet Bilgiç'in gömüldükleri yerin yanı sıra en az 200 cesedin gömüldüğü ve Hezil Çayı'na atıldığını iddia ediyor. Bunlar şuyuu vukuundan beter hadiseler..
Bakalım TSK ve muhalefet, savcılar, bu konuda ne yapacak? İşlerin gerçekten yoluna girmesi için bu şart. Selâm ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi