Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Türkiye nereye gidiyor?

Türkiye nereye gidiyor?

Gelişen olaylar konusunda sanki ortak bir noktada buluşmamak gibi bir gizli kararımız var. Olması gereken ne ise o noktada buluşmak, gelişmeleri normal seyri içinde görmek ve değerlendirmek alışkanlığımız olmayınca ortaya öylesine birbirine zıt görüşler çıkıyor ki insan şaşırıp kalıyor. Ergenekon soruşturması ve geçen yılın son ayında ortaya çıkan suikast iddiaları ve bunu takip eden aramaların kozmik odaya kadar ulaşması ve hala sürüyor olmasına farklı yaklaşım ve değerlendirmelerin gelmesi normal ama son gelişmeleri bir taraf , "Türkiye tek parti rejimine koşuyor", "Ankara'yı hiç bu halde görmedim. Devlet kurumları çatışıyor. Ve bu çatışmanın bir galibi olmaz.", "Birçok kurum siyasi konjonktürle uyumlu hale getirilirken, bu konumda olmayan TSK hırpalanıyor"şeklinde yorumlarken bir başka taraf , "Anayasal kurumlar doğal sınırlarına çekiliyor. 'vesayet rolü', ' Milli irade bilinci'ne terk ediliyor", "Türkiye daha açık toplum haline geldi. Artık kırılan kol yen içinde kalmıyor", "Türk insanı, askeri darbelerin yol açtığı korkularla yaşadı. Ama artık hukuk sistemi işliyor" şeklinde çok farklı bir görüşü dillendiriyor. Yani bir tarafa göre demokrasiden giderek uzaklaşılarak tek parti rejimine gidilirken diğer tarafa göre kurumların yetki alanlarının belirlendiği, milli iradenin tek belirleyici konumuna getirilmeye çalışıldığı ifade ediliyor. Aynı olayların böylesine zıt bir biçimde yorumlanması bir taraf için felaket çanları çalarken diğer taraf için demokrasinin yerleşmekte olduğu kanaatinin oluşması toplum olarak artık ortak değerlerimizin hiç kalmamış anlamına gelmez mi?

Gelişmeleri iktidarın her adımında daha da otoriterleştiği, basının susturulmaya çalışıldığı, kurumların yıpratıldığı şeklinde değerlendiren bir yorumda hiçbir iyimserliğe yer olmadığı gibi, kötümser bir tablo ortaya çıkıyor. Buna karşılık "Kurumlar anayasal sınırlarına çekiliyor" şeklindeki bir değerlendirme de eksik kalıyor. Çünkü, hala gelişmeler bir sis perdesinin arkasında kalmaya devam ediyor. Kamuoyuna yansıyanlar belki de yansımayanların çok az bir bölümünü oluşturuyor. Kısacası eksik bilgilerle değerlendirme yapmak insanları doğruya götürmeyeceği gibi, hedef saptırıcı bir sonuç da doğurabilir.

Sanıyorum bu noktada toplum olarak kavramlara yüklediğimiz anlamlardaki farklılık ortaya çıkıyor. Belki aynı dili konuşuyoruz ama kavramlara farklı anlamlar yüklediğimiz için olaylar ve gelişmeler hepimize farklı bir anlam ifade ediyor. Böyle olunca da ortak bir noktada buluşmak mümkün olmuyor. Buna birde değerlendirmelerimizde mensubu olduğumuz ideoloji ve siyasi anlayışlarımızın belirleyici olması eklenince bir taraf felaketten söz ederken öbür taraf gül bahçesinde dolaştığımızı söyleyebiliyor. Bir diğer ifade ile bir taraf gelişmeleri "Tek parti rejimine koşma" olarak nitelendirirken diğer taraf, tüm kurumların anayasal sınırlar içine çekildiği, kısacası demokrasinin tüm kurumları ile yerleşmeye başladığını ileri sürebiliyor.

Elbette gelişmelerde iki farklı görüşün sahiplerini de haklı çıkartan hususlar olabilir. Bir taraf bardağın dolu kısmına bakarak bardaktaki suya dikkat çekerken öbür tarafın boş tarafına bakarak ortada hiçbir şeyin olmadığını söyleyebilir. Halbuki sosyal olayların böylesine kesin çizgilerle birbirinden ayrılmaya çalışılması işin özüne uygun düşmez. Gerek demokratikleşme açılımı, gerek son bir yıldır sürdürülen soruşturmaların getirdiği sıkıntı ve sancılar da söz konusudur. Zaten sürüp giden düzene hafif bir dokunuş bile sıkıntıya sebep olabilir. Bunun için sadece oluşan sıkıntılara ve sürtüşmelere bakıldığı zaman gerçekten huzuru kaçmış bir Türkiye'den söz edilebilir. Buna karşılık gelişmeler bir takım cuntaları temizleyecek, kurumları anayasal çizgiye çekmeye sebep olacaksa bu huzursuzluklara katlanmak gerekir ve gelişmeleri de diktaya gidiş gibi değerlendirmek yanlış olur. Bugüne kadar hep cuntacılar kamuoyunu yönlendirdi ve arkasındanda siyasi iktidarların konumunu belirleyici adımlar atıldı. Tüm bunlar diktanın ta kendisi değil miydi? Bugün eğer atılan adımlar bu tür müdahaleleri bertaraf edecekse, tüm kurumlar anayasa ve yasalarca belirlenen sınırları içine çekilecekse -çekilecekse diyorum çünkü atılan tüm bu adımlardan hiçbir sonuç alınamaması da söz konusudur- hep beraber hareket etmek gerekmez mi? Artık demkorasi diye diye demokrasinin rafa kaldırıldığı bir ülke konumundan kurtulmanın zamanı gelmedi mi? Bunun için ille de kurumların yıpratılması gerekir mi? Kaldı ki tüm olaylarda yargı işin içinde ve kontrolü elinde tutuyorsa kurumların yasal sınırları içine çekilmesi çabalarını kurumların birbirine düşürülmesi olarak nitelendirmek doğru bir yaklaşım olabilir mi?

Bunun için olayları "Türkiye nereye gidiyor?" ya da "Ankara'da neler oluyor?" şeklinde takdim ederek topluma korku salmanın kimseye yararı olmaz. Zaman serin kanlı olma zamanıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi