Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Emre Kongar'dan hassaten uzak durun!

Emre Kongar'dan hassaten uzak durun!

Utanmazlar ki!

Enteresan herifler bunlar... Siyasetçisi de böyle, bürokratı da böyle, kendisine “entelektüel” süsü vereni de böyle, “çakma” liberali de böyle, sivil toplum örgütçüsü de böyle...

İlhan abi’leri lütfen uyanıp, “Yahu Hikmet, yanılmışız galiba... Ben Türkiye’de din devleti kurulacağına inanmıyorum. Bunu yılbaşı gecesi televizyon izlerken bir kez daha anladım” deyince, “tehdit konsepti”ni değiştiriverdiler hemen.

İlhan abi’nin “nihayet” anladığı şeyi kimbilir kaç kez anlatmışsınızdır.

Şunu bile demişsinizdir:

Erenler; Osmanlı’nın en hükümran, “en katı” dönemlerinde bile bir teokrasi ve “din devleti tehlikesi” mevcut değildi; kaldı ki, çağdaş, modern, hasbelkader yüzünü batıya dönmüş ve mebzul miktar reformu hayata geçirmiş Türkiye Cumhuriyeti’nde olsun.

Bunu ben söylemiyorum...

Faroz Ahmet’inden Şerif Mardin’inine, Züchrer’inden Karpat’na, İnalcık’ından Berkes’ine, Aybars’ından Berktay’ına, hatta Belge’sine kadar, kâğıt ve mürekkeple ünsiyet kurmuş hemen herkes bu görüşte.

Bu isimler kesmediyse, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na bakabilirsiniz.

Doğan Avcıoğlu’na bakabilirsiniz; adamınızdır...

Hatta, “Marksist teoriyle kendi gerçekliğimizi anlayamayız, teoriyi pratik üretir; dolayısıyla kendi tarihsel gerçekliğimizden kaynaklanmalıyız” diyen Kemal Tahir’e bile bakabilirsiniz.

Sevmezsiniz ama bakmanızda yarar var.

Emre Kongar’dan hassaten uzak durun.

Bilmez...

Üstelik, bilmediğini de bilmez.

Bu kadar çok “bilmediği” şey varken, bir de tutup “tarih yazıcılığı”na soyunur ve komik durumlara düşer.

Neyse, “birinci ağız”dan da ifade edildiği üzere, Türkiye’de bir din devleti tehlikesi mevcut değilmiş. Bütün mesele, her şeyi “buharlının icadıyla” kavramaya çalışan ama kavrayamayan İlhan abi’yi ikna etmekmiş.

Fakat, büsbütün “tehlikesiz” de olmuyor.

Dört bir yanımız düşmanla çevrili olacak, içeride mebzul miktar “vatan haini” ve “ordu düşmanı” yaşayacak, kendimizi tehlikeden ari hissedeceğiz?

Olacak şey mi?

Din devleti uyduramadıysak, “tek parti rejimi” verelim.

Bu kez şöyle diyorlar: “Dünün mazlumu, bugünün zalimi oldu... AK Parti iktidarı aslında tek parti rejimine doğru yürüyor...”

Hadi, Anayasa’nın “egemenliği” düzenleyen maddelerini hatırlatmayalım... Egemenlik hakkının niçin “yetkili organlar” arasında üleştirildiğini, “yetkili organlar”dan murat edilen “şey”in ne olduğunu sormayalım.

Utanmaları olmadığı için, bunu teknik bir detay olarak saklı tutalım.

Şunu soralım:

Madem kendinizde “şekva hakkı” görüyorsunuz ve başımıza gelebilecek en kötü şeyin olası bir “tek parti rejimi” olduğunu düşünüyorsunuz, o halde neden İsmet Paşa’nın “tek parti asr-ı saadeti”yle ilgili eleştirileri “karşı devrim” yaygaralarıyla boğmaya çalışıyorsunuz?

Paşa’nın sıkıdüzenine evet, çok partili parlamenter sisteme hayır...

Öyle mi?

Ben de Yıldıray Oğur gibi düşünüyorum:

Türkiye “tek parti rejimi”ne filan gitmiyor.

Bilakis, tek parti rejiminden çıkıyor, tek parti rejiminin hastalıklarından kurtuluyor.

Bazılarındaki hırçınlığın nedeni bu...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi