Cemal Nar

Cemal Nar

Hayrü’l Halefler

Hayrü’l Halefler

Okul kütüphanesinde çalışırken okulumuzun temiz huylu, güler yüzlü, tatlı dilli, asil öğretmenlerinden Durdu Mehmet Yiğitalp Bey yanıma yakın bir yere oturdu ve başı sonu yok olmuş bir defter parçasını okumaya başladı. Deftere şöyle yan gözle bir baktım, Osmanlıca idi. Sormadan edemedim:

- Bu nedir hocam?

- Bu merhum dedemin sohbetlerinden huzurunda tutulmuş bazı notlar.

- Allah Allah!... Okur musun biraz?

- Görüyorsun bazı yerler silinmiş, yırtılmış, üstelik pek de güzel olmayan bir hat. Herhalde aceleye geldiğinden böyle olmuş.

- Hattı fena da sayılmaz. Lütfedip biraz okur musunuz?

Okudu. Sohbet “ müridin iptida az yemesi, az konuşması, az uyuması, biraz mücahedeye katlanması gerektiğinden, Allah’ın sevgili kullarından zillet, illet ve kılletin eksik olmayacağından, sohbetin faydalarından, her halin murâkabesinden, vaktin zayi edilmemesinden, bu zamanda bu yolun müşterisi az olunca ucuzlayıp mükâfatın çok ve ermenin kolaylaştığından…” bahisle uzayıp gidiyordu.

- Ne güzel!.. dedim.

- Merhum dedemin müstakil bir kitabı daha var ki onun hattı çok daha güzel. Nüshaları da bayağı fazla.

- Muhterem hocam, bunu da ona ekleyip bastırsanız olmaz mı? Hem Müslümanlar faydalanır, hem de ona bir sadaka-i cariye olmuş olur.

- Hiç düşünmedim. Gerçi önümüzde babamız var, bize düşmez herhalde.



- Babanız size izin verir, olur biter.

- Bir de Gaziantep’te bazı müridanı hayatıyla beraber bazı sohbetlerini, risalelerini bastıracaklarmış diye duyuyorum. Hele bir o çıksın bakalım. Eğer onda geçmezse düşünelim.

Sonra o risalenin içeriğini konuştuk.

Merhum dedesi meşayih-i nakşibendiyyeden Darendeli Muhammed Hilmi Efendidir. Rahmetli dedemin de şeyhidir. Bizim şehrimizde çok maruftur ve yolu iki koldan hala devam etmektedir. Menkibelerini dinleyerek büyüdük hep. Şeyh Efendinin torunu ve Durdu Mehmet Hocamın babası merhum Muallim Abdullah Efendi (Yiğitalp) ise, aynı meşrepten, alim ve fazıl, isterse irşat postuna oturabilecek bir veli zattı. Allah’a( azze ve celle) hamdolsun ki bizim köyümüz Hartlap’ta onbeş yıl öğretmenlik yapmış, yanındaki eğitmeni okutup bir İslam alimi etmiş, babam dahil bir çok insanı okutmuş, dedem dahil öğrenci velilerine öğütler vermiş, sohbetlerle yetiştirmiş, mücahit tabiatlı bir insandı. Şehre sırf sevmediği resmi merasimlere katılmamak için gitmemişti. Rahmetli dedemden yıllarca onu dinlemiş ve görmeden hayranı olmuştum.

Çok mütevazi ve sırrına berk bir insandı. Zaman zaman ziyaretine gider, elini öperdim. Beni sevdiğini bilir ve bundan sevinç duyar, Allah Teâlâ’ya şükrederdim. Bizim köyden yanına gelen akrabalardan sual soranlara, “bana gelmenize gerek yok, şeraitte ve tarikatta Cemal Hoca yetişti maşallah, ona sorun” dediğini ancak vefatından sonra öğrendim.

“İsterse irşat postuna oturabilecek bir veli zattı” dememin sebebi şuydu. Bir gün Ona:

- Dedeniz kimlere icazet verdi efendim, sordum.

- Ben bilerek dedem kimseye icazet vermedi. Ama yolunu devam ettirenler var. Neye göre öyle yapıyorlar bilmiyorum. Bizim hanım da ders veriyor. Ona da soruyorum, “bir bildiğim var” diyor. Ben korkuyorum, kimseye ders veremiyorum.

- Neden efendim?

- Bu zamanda şeyhlik zor. Bir gün akşam namazımı kıldım. Yakaza halindeydim. Baktım dedem bir ağacın altında oturuyor. Yanında da postu duruyor ama üstü boş. Bana dedi ki: “Oğlum post boş oturursan.” Ama ben istemedim.

İşte o büyük şeyhin bir risalesi torununun oğlunun elindeydi. Osmanlıca tabi. Düşündükçe hayıflanıyorum. En büyük talihsizliklerimizden biri olan harf devriminin iyice örtmesiyle, nice bir irfan hazinesi evlerde, türbelerde, hatta bazen daha da kötü yerlerde veya kütüphanelerin rutubetli mahzenlerinde çürümeye terkedilmiş. Yapılan zulüm ve hakaretler sonucu nice insan, çocuklarını gömer gibi ağlaya ağlaya kitaplarını tabutlara koyarak temiz topraklara gömmüşler.

Mesela işte şu risale, hem büyük bir alim, büyük bir mürşidin, yazdıklarını ve konuştuklarını bir ömür uygulamış bir zat-ı muhteremin kaleminden veya kelamından çıkmıştır. Bizler için ne bulunmaz bir hazine…

Yeni nesillere büyük görevler düşüyor “hayru’l halef” olabilmeleri için. Harf devriminin getirdiği uçurumu kısmen kapatmak için devletin başlattığı “ Bin Temel Eser” serisi, veya Tercüman Gazetesinin “Binbir Temel Eser” dizisi, milletimizce ne kadar takdir edilmişti.

Ne yazık ki bu zamana kadar yapılanlar bu yolda bir arpa boyu mesafe değildir.

Geçmiş kültür ve medeniyetimizin büyüklüğünü takdir etmekle beraber ondan haberdar olmak, onu anlamak ve ondan yararlanmaktan henüz çok uzağız. Kütüphaneler ağzına kadar yazma veya basılı Osmanlıca kitaplarla dolu ama, onları ancak ecnebiler okuyor.

Maalesef İstanbul kütüphanelerinde yerliden çok yabancılar araştırma yapıyorlar diye acı acı söylenenleri duyuyoruz. Tarihçilerin ve edebiyatçıların bile Osmanlıca’yı okuyamayışından daha derin bir utanç olur mu?

Tarihimizin paha biçilmez arşivlerini kağıt fiyatına yabancılara satan nankör hainlere inat, geçmişimizden elimize geçen bir sayfayı bile iyi saklayarak korumamız, en azından değerini bilenlere ulaştırmamız gerekir diye düşünüyorum. Bunlar gerçekten büyük hazinelerdir ve bizler bu benzeri hazinelerimize sahip çıkmalıyız.

Yeri gelmişken, eski eserlerimizi okuyabilmemiz için okullara konulacak “Osmanlıca” derslerine “irtica” deyip tepki gösteren, “Cumhuriyet elden gidiyor, laik devlet yıkılıyor” diye her köşeden avaz avaz bağıranlara ve onların yaygaralarından etkilenerek sorumluluklarından kaçanlara “yazıklar olsun” diyerek kınıyorum.

Osmanlıyı yıkan dış düşmanlar bile bunlara bıyık altından gülüyor. Ne diyelim, ahmak dosttan akıllı düşman yeğmiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi