Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Seni sevmedim Ali!

Seni sevmedim Ali!

Kendisiyle bir alıp veremediğim yok... Düşmanı değilim. Dostu da değilim. Sokakta görsem, selam vermem... “Samimiyet kurma” teşebbüsünde bulunsa, hiç düşünmeden geri çeviririm.

Lütfedip selam verse karşılıksız bırakmam ama yanımda yöremde görmek de istemem...

Kötü bir adam değil...

En azından ben bir kötülüğünü görmedim.

Peki, neden sevmiyorum ben bu adamı?

Başı belaya girdiğinde, sevmediğim halde, onu savunan ve “mahremiyetini” gözeten bir yazı yazmıştım.

Bundan sonra da benzeri bir fiille yakalansa, yani pornografik görüntüleri internet sitelerinde dolaştırılsa, yine savunurum... “Bu yaptığınız ayıptır, günahtır, insafsızlıktır beyler” derim.

Başkası benzeri bir “kaza”nın kurbanı olsa Ali kılını kıpırdatır mı?

Emin değilim...

Daha doğrusu, sanmıyorum...

Nedendir bilinmez; o gülümseyen ve empati duygusuyla dopdolu Ali Kırca görüntüsünün altında, müthiş bir “bencil ruh” yatıyor sanki... Büyük sanatçılarda görülebilecek türden bir şey... “Bıyık altı Arkadaş Âzem tebessümü” insana itimat telkin ediyor, “Bu adamdan zarar gelmez, bu adam iyi bir adam, bu adama güvenmeliyiz, bu adamın desteklediği tüm darbeleri desteklemeliyiz” dedirtiyor ama, ben güvenemiyorum.

Niçin mi?

Memlekette kıyamet kopuyor... Darbe planları, suikastler, yeraltından çıkarılan mühimmat, andıçlar, karargâh etüdleri, linç provokasyonları, cinayetler... Ali Kırca’mız oralı değil...

Ergenekon diye devasa bir yapılanmadan söz ediliyor; ortada çok ciddi suçlamalar var... Üç adet, yine çok ciddi iddianame yazılmış. İş sonunda mahkemeye intikal etmiş... Ali oralı değil.

Islak imzalı belgeler havada uçuşuyor. Ali oralı değil...

Her gün gazetelerde çarşaf çarşaf “Balyozcu Paşa”nın “memlekete çökme planlarını” okuyoruz. Ortalıkta yüzlerce ses kaydı dolaşıyor... “Darbede tutuklanacak ve yararlanılacak gazeteciler listesi” elden ele dolaşıyor... Kendisi de bir “gazeteci” olan Ali oralı değil...

Önceki gece televizyon kanallarını dolaşıyorum...

Baktım, ünlü gazeteci ve haberci Ali Kırca, elini çenesine atmış, saçlar özenle arkaya taralı, yüzünde sahte “bıyık altı Arkadaş Âzem tebessümü”yle, konuklarına “sivil darbe”yi tartıştırıyor.

Darbenin “askerisi” kabak gibi ortada dururken, Ali Kırca’mız “Siyaset Meydanı” dükkânının kepenklerini olmayan sivil darbe için açmış... Mevcut tehlikeyi değil, muhayyel tehlikeyi konuşuyor ve gazeteciliğine saygı duymamızı bekliyor.

Bu Ali eskiden de böyleydi...

Postmodern darbe arafesinde, “Konuşan Türkiye” ayağına memleketin tüm aykırı seslerini “Siyaset Meydanı”nda toplayıp, kendilerini deşifre etmelerini sağlamış, maksat hasıl olunca da susmuştu.

Uzun süre de açmamıştı dükkânını...

Hani konuşan Türkiye’ydi? Hani bin çiçek açsın, bin fikir doğsundu? Hani söz söyleme ve tartışma hürriyetiydi?

Ne zaman “siyaset kurumunu” zora sokacak bir vesile çıksa, Ali Kırca’mız sahne alıyor ve “Siyaset Meydanı” programının tüm imkânlarını seferber ediyor

Darbe, cunta, andıç, eylem planı sözkonusu olunca da, kulağının üstüne yatıyor.

Gel de sev bu adamı...

Gel de güven...

Gel de “iyi niyetli” bir adam olduğuna inan...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi