D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Tarih ve mekân: Mute harbi

Tarih ve mekân: Mute harbi

Kudüs’ün yakınında ve güneyinde, Mute’deyiz. Dünkü yazımızda sözünü ettiğimiz üzere savaş sahasını görecek halimiz yok.
İki mühim sebeple: Karanlık ve kar! Burada kar yağışı savaş kadar değilse de nâdir bir hadise, ama şu anda kar var!
Uzun ve meşakkatli yolculuktan sonra ulaştığımız bu noktada zaten göreceğimiz bin dört yüz küsur yıllık bir savaşla ilgili “hiçbir şey”dir. Arazinin bize bir şey anlatmayacağını bile bile bu zahmetli yolculuğa çıkmış bulunuyoruz.
Fakat bu bir hafıza tazeleme fırsatı. Mekân mevcut; zaman geçti, tarih su gibi akıp gitti… Bizim mevcudiyetimizle mekânın mevcudiyeti, tarihin özünü kavramak ve o özün yaşatılması gereken tarafını zihin tazelemesi ile diri tutmak hususunda ateşleyici oluyor.
Her savaşı, gazvesi, cihadı ve hareketi bizim için ibret ve hikmet olan Peygamber Efendimizin bu gazvesi de aynı mahiyette müthiş bir hadise.
Peygamberimiz, hicretin 8. yılında o zamanın devlet reislerine birer mektup gönderiyor ve onları İslâma, tek bir tanrıya, Allah’a inanmaya çağırıyor. Bu maksatla Busra emiri Şurahbil’e de Hars bin Umeyr elçi olarak gönderiliyor. Şurahbil, Peygamberimizin elçisini şehid ediyor. Bunun üzerine Peygamberimiz, elçisini öldüren Bizans valisi ile savaşmak üzere üç bin kişilik kuvvet topluyor. Onlara tavsiyesi: Kadınları, çocukları, körleri, çok yaşlıları öldürmemeleri, evleri yıkmamaları ve ağaçları kesmemeleri. Kumandanlığına Zeyd bin Harise’yi tayin ediyor. Onun şehid edilmesi halinde Cafer bin Ebi Talib ve ondan sonra da Abdullah bin Revaha kumandan olacak.
Mu’te’de yüzbin kişilik bir Bizans ordusu toplanmış. Müslümanların ordusu sadece üç bin kişi… Bu dengesizlik hiçbir maneviyat kırılmasına yol açmıyor; kimse dönmeyi düşünmüyor. Bu İslâmın Bizansla savaşlarının önsözü. Malazgirt’e kadar devam edecek bir sürecin ipuçlarını taşıyor. Malazgirt’te de Bizans kuvvetleri Selçuklu ordusundan çok fazla… Onun, Peygamber Efendimizin adını taşıyan kumandanı (Muhammed Alparslan) da Peygamberimize yakışır bir teslimiyetle savaş atılıyor. Zaferden sonra da peygamberî bir bağışla mağlub Bizans hükümdarını affediyor…
Hz. Zeyd bin Harise sağ elinde kılıcı, sol elinde de Allah’ın Resulü’nün sancağı ile savaşa atılıyor ve şehid oluyor… Onun şehadetinden sonra Cafer bin Ebu Talib kumandayı ele alıyor. Düşmanın vurduğu bir kılıç darbesi ile kesilen iki elin kalan kısımlarıyla sancağı sıkıştırarak göğsü üzerinde tutmaya devam ediyor. Sonra boynuna aldığı kılıç darbesiyle o da yere düşüyor…
Sancak sahabenin şairlerinden Abdullah bin Revaha’ya geçiyor. Daha önce şiirleriyle mücadele eden Revaha, şimdi de kılıcıyla vazifesini yapıyor. O da şehid. Fakat boşluk yok. Hz. Peygamber orduyu Medine’den Veda tepelerinden uğurlarken, bu üç kahramandan sonraki kumandanı askerlerin seçimine bırakıyor. Onlar da Halid bin Velid’i seçiyorlar.
Halid bin Velid, dağılan kuvvetleri topluyor. Arkadaki askerleri öne geçiriyor, arka taraflara atlılar sevk ederek toz kaldırıyor ve böylece Medine’den takviye kuvvetler geldiği intibaı uyandırıyor. Sekiz kılıç kırdıktan, düşmana bir hayli kayıp verdirdikten sonra, mümkün olduğu kadar az zayiatla geri çekiliyor… Düşman İslâm ordusunu takibe cesaret edemiyor!
Peygamber Efendimiz, Medine’de harbin bütün safatını sahabeye bir ekrandan seyredermişçesine anlatıyor: Şimdi Zeyd şehid oldu… İşte Şimdi Cafer’in kolları kesildi, fakat Allah ona cennetinde kanatlar verdi… O yüzden o “Tayyar”, yani uçan Cafer…

Kafilemizin bütün kazancı savaş alanının yakınında inşa edilmiş olan külliyede üç büyük kahraman adına yapılan makam türbelerini ziyaret.
Osmanlıya isyan eden Şerif Hüseyin “Mekke Emiri” idi. Yani, Mukaddes topraklar geçmiş asırlarda olduğu gibi onun ailesine emanet edilmişti. İngilizler onu büyük Arap krallığı ile kandırdılar. Osmanlıya isyan etti. Sanıyordu ki, İslâmın bütün mukaddes mekanlarına sahip şanlı bir kral olacak...
Önce Suudilerle girdiği savaşı kaybetti, Mekke ve Medine’den oldu. Kudüs İngiltere mandası altında hükümdarlık eden Hüseyin’in elindeydi şeklen de olsa. Fakat, 1921’de İngilizler Mavera-i Ürdün Emirliğini kurdurdular ve başına da Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah’ı geçirdiler. Hüseyin önce Kıbrıs’a sürüldü, zillete düştü, sonra oğlunun yanına sığındı, 1931’de öldü. Oğlu Abdullah, Kudüs’te öldürüldü ve yerine oğlu Tallal geçti. Akli dengesini yitiren Tallal tedavi olmak için İstanbul'a getirildi ve hayatını sıkı korunan bir evde tamamladı. Üç Haşimi’nin başına gelenlerle Osmanlı’ya isyanları arasında bir ilişki kurulabilir mi, bilemiyorum!…
Tallal’dan sonra Abdullah’ın oğlu Hüseyin Ürdün kıralı oldu. İngilizler ona “bağımsızlık” verdiler! Onun zamanında Kudüs İsrail kontrolüne geçti! Böylece Şerif ailesi bütün mukaddes mekanları kaybetti.
Hüseyin’in Mute savaş alanının yanı başına inşa ettirdiği, çevredeki nüfusa göre çok büyük cesametteki Endülüs tarzı cami ve savaşın kahraman kumandanları ile ilgili makam türbeleri kaybedilen mukaddes mekanların yerine yeni mukaddes yerler ihdas ederek kendini ve halkı oyalamak maksatlı olarak yorumlanabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi