Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Demirel, benim gözümde “dünya güzeli” bir insandı!

Demirel, benim gözümde “dünya güzeli” bir insandı!

Demirel için artık ne diyeceğimi şaşırdım... Ona kızmalı mıyım, yoksa acımalı mı?..
Kimbilir, belki de "kendi aptallığıma" kızmalıyım... Yıllar yılı Demirel'e aldanan ben değil miyim?.. "çoban Sülü" veya "Nurlu Süleyman" olarak kakalandığı günlerde, "bizden, içimizden biri" olarak görüp de, onun peşinden seyirten ben değil miydim?.. Söylediği her şeyde "hikmet" arayan, elinde tuttuğu "fötr" şapkadan "tavşan" çıkacağını zanneden ben değil miydim?.. Demek oluyor ki, Demirel'e değil, kendime kızmalı, kendime acımalıyım!..
çünkü, onu bir yerlere oturtan benim!.. çünkü, "öyle olmadığı" halde, onu "öyle gören" benim!..
Gerçi, ben de o kadar suçlu sayılmam...
O "güzel" sözlerin, o "parlak" beyanatların cazibesine kim kapılmazdı ki?..
“LAiKLi⁄i DiNSiZLiK ZANNETTiLER!”
Ne güzel konuşuyordu o yıllarda;
¥ "Bir demokrasi ülkesinde din ve vicdan hürriyeti, ibadet hürriyeti, eğitim hürriyeti, ayin hürriyeti kişinin temel hak ve hürriyetlerindendir. Buna göre, laiklik bu hürriyete müdahale etmek için değil, bu hürriyeti korumak için konulmuştur." (Köprü, Ağustos 1986)
¥ “Türkiye laikliği dinsizlik olarak algılamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. Din dendiği zaman irtica anlaşılmıştır. Henüz Türkiye’de zihinler bu tartışmayı neticeye bağlamamıştır. Buna göre mesele gayet açıktır. Din ve vicdan hürriyetinin bir rahatsızlık vesilesi sayılması kadar yanlış bir şey düşünemiyorum.” (Köprü, Ağustos 1986)
¥ “Mütedeyyin insanların, dindar insanların bir toplumda, o toplumun rahat ve huzuru için bir teminat olduğu kanaatindeyim. Allah’ı bilen, Kur’an’ı bilen, Peygamberi bilen insanlardan bir kötülük gelmez.” (Köprü, Ağustos 1986)
¥ “Kur’an hem dünyayı, hem ahireti tanzim etmiştir. Dünyayı tanzim eden kaideleri ne olacak? Eğer Kur’an’ın dünyaya dair getirdiği esaslar ülkenin hukukuna intikal etmemişse o zaman gene, Kur’an’ın içerisinde, bilhassa Maide Sûresi’nin 44, 45 ve 46’ıncı ayetleri "Allah’ın emirlerine göre hareket edin, O’nun dediğini yapın" diyor. "Yapmazsanız; Kafirsiniz, zalimsiniz, fasıksınız" diyor. üç kaide getiriyor: Fasıksınız, kafirsiniz, zalimsiniz diyor. Bunun içinden nasıl çıkacağız?” (27 Aralık 1994, Yeni Asya)
işte ben, bu lâflara vurulmuştum... Bu lâflar, "çok güzel" lâflardı... Bu lâfları söyleyen insan da, benim gözümde "dünya güzeli" bir insandı!..
Kendi kendime diyordum ki;
"Bu lâfları eden insan, mutlaka ama mutlaka cennetliktir... Bu lâfları inanarak sarfeden bir insan asla cehenneme gitmez!.."
TüRBAN, ŞİMDİ “ARAç” OLDU!
Aradan yıllar geçti... Geçmişte, "Bu ülkede hemen herkes göğsünü gere gere Müslümanım diyebilecektir" diyen Demirel gitmiş, yerine "laiklik de laiklik" diye yırtınan bir Demirel gelmiş!..
Ve yine, başörtülü hanımlar ve öğrencileri "baştacı" yapan Demirel gitmiş, yerine "Gidin, Suudi Arabistan'da okuyun" diyerek adeta bu ülkeden kovan Demirel gelmiş!..
Bundan 6 yıl önce, yani 2002'de;
"Hakikat inancı olan insanlar haklarını, davalarını anlatmaktan yorulmaz, kendini savunur. Benim anamın, nenemin, bacımın başı örtülüydü.
Eşimin başı açık. Bizim aile bir araya geldiği zaman başı örtülü veya açıklar arasında hiçbir zaman kutuplaşma olmuyor.
Başörtüsü yasağının mantığı yoktur.
Kamuoyu desteğini önemsiyorum. Bu çok önemli. Kendinizi, derdinizi anlatmaya devam edin. Toplum bu tür yasaklara karşı çıkmalı. Hakkın savunuculuğunu üstlenmeli.
Ancak bugünkü toplum bunu yapmıyor. Kâfi miktarda kamuoyu baskısı olsa zaten bu iş çok kolay çözülür.
Başörtüsü yasağının okulların bahçesine, bazı askeri müzelere kadar indirilmesi çok yanlış bir olaydır. Makul olan, başörtüsünü takanların okul ve çalışma yerlerinde müsamaha ile bulunabilmeleridir."
Demirel gitmiş, yerine;
"Türban, şeriat devleti arayan islâmi cereyanların kullandığı araçlardan biridir. Aslında göründüğü kadar masum, 'Ne var bunda canım, işte özgürlüktür' denecek cinsten bir şey değildir. Bizim ülkemizde de, başka ülkelerde de tartışılmıştır. Bu zamanda böyle bir meselenin yeniden Türkiye gündemine gelmesi ve alevlenmesi, Türkiye için talihsizliktir!
Türban denilen hadise aslında tesettürün, örtünmenin başlangıcıdır. örtünme dediğimiz hadise ise, birtakım islâmi cereyanların amacına göre kadının dört duvar arasında muhafazasının şartlarındandır. Bu tartışma aslında, kadın toplum içinde olmalı mı, olmamalı mı noktasına kadar gidebilecek bir tartışmadır."
Diyen bir Demirel gelmiş!..
Bu Demirel; benim "bizden, içimizden biri" zannettiğim Demirel değil!..
Bu Demirel; benim, "Nurlu Süleyman"ım değil!..
Bu Demirel; benim gözümde yücelttiğim ve "Cennet"i lâyık gördüğüm Demirel değil!..
MüSLüMAN GENç, ERMENi KIZ!
Ne yalan söyleyeyim; dünkü 1. sayfamızdaki "Demirel" haberini okurken, "o hikâye" geliverdi aklıma!..
Evet, o hikâye!..
Biliyorsunuz ama, yine aktarayım:
“Dindar” bir ailenin oğlu, “çok güzel” olmasına rağmen, “Ermeni” bir kıza âşık olur...
Olur olmasına da; “oğlan evi” de, “kız evi” de evlenmelerine karşıdır!..
Tabiî, kendilerine göre de gerekçeleri vardır!..
Oğlanın anne-babası;
“Vazgeç bu sevdadan oğul!.. Kız Ermeni ve Hıristiyan!.. Cehennemde cayır cayır yanacak!.. Endişemiz o ki; seni de yoldan çıkarır ve sen de yanarsın onunla birlikte!”
Delikanlı, şöyle bir düşünür, “Doğru” der, “Kızın cazibesi, beni de yoldan çıkarabilir ve ahiretimi azaba dönüştürebilir!”
“Aklı” böyle söylese de, “gönlü” hâlâ kızdadır...
Bir ara, hâşâ;
“Yarabbim, hikmetinden elbette sual olunmaz... Ama; böylesine genç, böylesine güzel, böylesine cazibeli bu kızı nasıl yakacaksın?!” diye geçirir içinden!
Uzatmayalım;
Aklı, gönlüne galip gelir...
Buluşur genç kızla ve açıklar kararını:
“Seninle evlenemem!”
Kız da “inatçı”dır!.. Delikanlıyı sevmesine rağmen, bir türlü “Kelime-i fiehadet” getirmeye yanaşmaz!..
“Peki” der, “Madem öyle diyorsun, ayrılalım!.. Yalnız, bir isteğim var: Eğer yaşıyor olursak, bu parkta ve bu masada 50 yıl sonra tekrar buluşalım!”
Kabul eder delikanlı!..
Ayrılırlar!..
50 YIL SONRAKi BULUŞMA
Aradan “50 yıl” geçer...
Artık, her ikisi de “70 yaşına” gelmiştir!..
“Sözleştikleri gibi”, aynı gün ve saatte, “aynı masada” buluşmak üzere aynı parka giderler!..
Kız, biraz erken gelir... Biraz sonra da “70’lik delikanlı” yaklaşır masaya!..
Ama, o da ne?..
“çirkin” mi çirkin, “çökmüş” mü çökmüş, “pörsümüş” mü pörsümüş bir “kadın” oturmaktadır masada!..
Oysa o;
Yüreğini sızlatan o “güzel kadın”la buluşmaya gelmiştir!.. “Bir içim su” olarak gördüğü, yanıp-tutuştuğu “genç” ve “dipdiri” kızdır aradığı!..
Masada oturan kadın ise;
“Tanımadığı bir yabancı”dır!..
üstelik;
çenesinde “sakal”, dudağının üstünde de “bıyık” denebilecek upuzun kıllar vardır!..
“Herhalde randevu gününü unuttu” deyip, tam gitmeye niyetlenirken, “70’lik kadın” seslenir;
“Ne o, tanıyamadın mı beni?”
70’lik delikanlı, biraz dikkatli bakınca, tanır...
Evet, “o”dur!..
Ama; “o güzel kız”dan eser yoktur!..
Adeta, bir “ucube” vardır karşısında!..
Birkaç kelâm edip, ayrılırlar.
BENi AFFET ALLAHIM!
70’lik delikanlı;
Eve gelmeyi bile beklemeden, parkın bir köşesinde “secde”ye kapanır, sonra da, ellerini açıp, “af” diler Allah’tan;
“Yarabbi, beni affet!.. 20 yaşındayken, küstahlık edip, ‘Nasıl yakacaksın?’ dediğim kadının ne hâllere düştüğünü gösterip, büyük bir ders verdin bana!..
Senin işine burnumu soktuğum için, affet beni!..
Sen ki;
Kimi, ne zaman ve nasıl yakacağını çok iyi bilirsin!.. Tüm güzelliklerini alır, iyice çirkinleştirir, öyle cezalandırırsın!.. Yakılacak hâle getirir, öyle yakarsın!..”
................
Dedim ya; 20'li yaşlarımda, benim gözümde "dünya güzeli bir insan"dı Demirel!..
"Cennetlik" derdim onun için!..
fiimdi ise, "Affet Allah'ım" diyorum!..
"Affet!.. işine burnumu soktuğum için affet!"
-----------
Nükleer akreditasyon mu?
öncelikle belirteyim, CHP ile TSK arasındaki gerilimi son derece faydasız, gereksiz ve zararlı buluyorum... Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, kendi kurumunu savunmakta "haklı" bile olsa, bir "siyasi parti lideri" gibi konuşmamalıdır!..
CHP de buna cevap vererek, "gerilimi yükseltmemeli"dir!..
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim Org. Yaşar Büyükanıt'ın dünkü sözlerine... Sayın Büyükanıt, Ankara’da dün yapılan sempozyumda diyordu ki;
"Bir şekilde Pakistan'daki yönetim etkisiz hale gelirse, Taliban tipi bir yapının Pakistan'ı kontrol etmesi, bir olasılıktır. Bu konu üzerinde niçin duruyorum? Böyle bir oluşum sonrası dünya ilk defa nükleer güce sahip bir terör örgütüyle karşı karşıya kalacaktır."
Benim anlayamadığım şu: "Taliban tipi bir yönetim"in eline geçecek "nükleer silah"lar sayın Büyükanıt'ı kaygılandırıyor da, "Terör devleti israil"in elinde halen var olan nükleer silahlar kaygılandırmıyor mu?..
Yoksa, israil'in terörü "akredite" midir?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi