Şu bizim Dâniş Dayımız!

Şu bizim Dâniş Dayımız!

Bizim Dâniş Dayımız, sülâlemizin büyüklerinden, eskiden beri sözüne ve fikrine güvenilen ekâbirânındandır.
Ebeveynlerinin verdiği kararları beğenmeyenlerimiz hemen bir koşu Dâniş Dayı'nın konağına koşar, dertlerini, şikâyetlerini Osmanlı'dan müdevver bu şahs-ı mâneviye istidâ ederler. Dâniş Dayı iyidir, hoştur, lâzımdır, lâkin bir kusuru var; fena halde, üstelik göstere göstere taraf tutar. O yüzden gitgide sülâlenin gözünden düşmeye, itibarını kaybetmeye başladı.

Dâniş Dayımız, eksik olmasın 60'lı yıllardan sonra ne olduysa, sülâlemizin bazı mensuplarını diğerlerine karşı daha fazla esirgeyip kollar oldu. Sevdiklerine karşı her zaman müşfik, anlayışlı, cömert ve muhabbetli; sevmediklerine ise öyle haşin davranıyor ki âdetâ, "Gidin kendinize başka bir sülâle bulun; ben Dâniş Dayı isem bu böyledir. Öyle hakkaniyettir, nasfettir, âdilliktir tanımam. Ne yapayım siz de doğuştan siyah derili olmasaydınız" demeye getiriyor.

Ha, belirtmeyi unuttum; bizim sülâlenin kısm-ı âzâmı siyah derilidir efendim. Dâniş Dayı ise sülâlemizin siyah derililerini sevmez; hatta biz bazen onun kendi kendine, "Bilader, eşitlik eşitler arasında olur. Sevmiyorum ulan sevmiyorum sizi; gidip Arabistan'da, Sudan'da, Etiyopya'da yaşayın keratalar" diye homurdandığını zannederiz.

Ne zaman bir siyah derili Dâniş Dayı'ya meselesini arz etse Dâniş Dayı'nın canı sıkılır, yüzü buruşur, işi ağırdan alır, tersler, eksik-gedik bulur; kırk dereden su getirip olmazlanır; neticede basirete takla attıran bir hüküm kurup işin içinden sıyrılıverir. Ne var ki, ne zaman bir beyaz derili, has evlâtlarından bir talep vâki olsa dakika sektirmez; "Sen elbette haklısın tosunum, fakat niçin haklı olduğunu şimdi bulamıyorum; nasıl olsa ayarlarım bir şey; rahat olun bakiim..." diye gönüllerini hoş, kalplerini şâdümân eder.

Bundan oniki sene evvel Dâniş Dayı'nın zencî torunlarından biri mektepte haksızlığa uğramış, koşmuş Dâniş Dayı'nın yanına, "Müdür beni mektebe almıyor" diyecek olunca Dâniş Dayı'nın canı sıkılmış, "A evladım, bu işi en iyi mektep müdürü bilir; git derdini ona yan" diye bir güzel haşlamış çocukcağızı. Aradan on sene geçmiş, mektep müdürü değişmiş ve bizim emmioğlu'na, "Yahu sana haksızlık yapmışlar vaktiyle; gel mektebe kaydını yaptır" diyecek olmuş. A ne güzel diyeceksiniz. Öyle değil işte; sülâlenin beyaz derililerinden haylaz bir dâvâ vekili yememiş içmemiş seğirtmiş Dâniş Dayısına, "Rezalete bak dayı, bunlar utanmadan, hâllerine bakmadan mektebe gitmek istiyorlar; şu mektep müdürüne bir zılgıt çeker misin?" diye yakınacak olmuş; daha sözünü bitirmeden Dâniş Dayı, "Bak şu kerata mektep müdürüne, benim mis gibi 'alan farklılığı' nazariyemi sulandırıyor küçük aklınca" diye mektep müdürüne zehir-zemberek bir mektup göndermiş. Dava vekili keyiften dörtköşe! Mektep müdürü "Yahu, yazıktır çocuğa, kendine güveniyorsa gelsin okusun" diye bir haber daha yollamış. Dâniş Dayı bu, "Ben ne dediysem o; mektep müdürü bu işten anlamaz, dediğim dediktir" diye bastırmakta şimdi. Çocuklar mağdur, ağlamaklı, perişan haldeler.

Ben şimdi Dâniş Dayı'ya bir dilekçe yazsam, "Eğitim şart mıdır Dâniş Dayı?" diye sual etsem bana herhalde, "Höst kerata, eğitim insanlar içindir. Evvela insan katına çık, sonra maarif davasına kalkış; amelelik neyine yetmez?" diyecektir eminim, çünkü yaptığı şey tam da bu mânâya geliyor.

Ah Dâniş Dayı, senle de olmuyor, sensiz de; keşke sen de dünyanın her yerindeki Dâniş Dayılar gibi, "Hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin" vasıflarını haiz olaydın da, "Bizim Dâniş Dayımız var" diye güvenebileydik; güzel olmaz mıydı ha?.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi