Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Yurtdışında bile iç politika konuşulunca

Yurtdışında bile iç politika konuşulunca

Dün de yazdığım gibi, bugün “7 günlük gezi”nin Bangladeş ayağından bahsedecektim... Ne var ki; gündemin hızla değişmesi, ister istemez yazıyı da etkiliyor... Ama yine de bir “gözlem”imi aktarmak istiyorum: Birçok “İslâm ülkesi”nde olduğu gibi, Bangladeş’te de maalesef “fakirlik” hakim... “Sefalet” dizboyu... “Askerin konuşlandığı” bölgeler son derece yeşil, son derece bakımlı... Ama Başkent Dakka’nın diğer cadde ve sokakları, maalesef toz ve topraktan geçilmiyor... Alışveriş için gittiğimiz bir “market”in önünde bile “asfalt” yok... Dakka, bir “Başkent”ten ziyade, “geri kalmış bir Anadolu kasabası”nı andırıyor... Bangladeş halkının yüzde 26’sı günlük 1 Dolar ve altında, yüzde 52’si ise 1 ile 2 Dolar arasında bir gelire sahip... “140 milyonluk nüfus”un, en az 25-30 milyonu “kronik fakirlik” içinde... “Askerler”in de içinde bulunduğu çok küçük bir kesim ise “orantısız bir refah” içinde yaşıyor... Özellikle “kırsal kesimde yaşayan kadınlar”ın güçlendirilerek kendi kendilerine yeterli duruma getirilmelerine yönelik “mikro-kredi” ve “mikro-finans” gibi uygulamalar, faydalı sonuçlar vermiş!..
FAKİR AMA GÖNÜLLERİ ZENGİN!
Biraz önce de bahsettiğim gibi; alışveriş için gittiğimiz markette, gazeteci arkadaşlarım ve ben, sırf “kadınlara katkı” olsun diye, işte bu “kredi”lerle yapılan “el ürünleri”ni almayı tercih ettik...
Herhalde söylemeye gerek yok;
Türkiye ile Bangladeş arasındaki ilişkiler; köklü tarihi, kültürel ve dinî temellere dayanıyor... Bizler onları ne kadar seviyorsak, onlar da bizi “dost ve kardeş” olarak görüyorlar.
Yine malûm ki;
Bangladeş halkı, “İngiltere’nin boyunduruğu altında” iken bile, İstiklâl Savaşımıza maddi ve manevi yardımlarda bulunmuş, o yardımlarla “ilk meclis binası” olan Taş Mektep’in onarımı yapılmış, artan para da Türkiye İş Bankası’nın kuruluş sermayesi olarak kullanılmıştır!..
Bangladeş halkının gönderdiği para; “maddî” olarak elbette önemlidir ama “manevî” yönü çok daha önemlidir... Çünkü o para; hem “boyunduruk” altında, hem de “fakr-u zaruret” içinde yaşayan insanlar tarafından gönderilmiştir...
Bangladeş halkı, hâlâ fakir!..
O kadar fakirler ki; Hükümet, hemen her gün, mahalle mahalle çorba ve yemek dağıtıyormuş!..
Evet; “fakir”ler ama “aç” değiller!..
Yeni Delhi ve Bombay’daki “Hint fakirleri”nin aksine Bangladeş’te “dilenen insanlar” yok... Ya da biz görmedik... Yine “Hintli”lerin aksine, Bangladeş’te kaldırım kenarlarında sere serpe yatan insanlar da yok...
Dediğim gibi;
“Fakir”ler ama “aç ve açıkta” değiller...
Tabiî, bunda Türkiye’den, “devlet” ve “vakıflar” tarafından gönderilen “insanî amaçlı yardımlar”ın da rolü büyük.
EN BÜYÜK PROBLEM NEHİRLER
Bangladeş’in birçok problemi var.
Ama en büyük problemleri “nehir”lerin kirliliği... “Nehir yatakları”nın ıslah edilmesi konusunda Türkiye’den yardım istiyorlar... Sanıyorum, işadamlarımız bu konuda duyarlı davranacaklardır...
Sadece “nehir”ler konusunda değil, öyle sanıyorum ki; “gıda ihracı” konusunda da bazı girişimlerde bulunacaklardır... Meselâ, kendisiyle görüştüğüm Aytaç Gıda’nın İcra Kurulu Başkanı Levent Yıldırım, özellikle “süt ve süt ürünleri ihracı” konusunda bazı anlaşmalar yaptıklarını söyledi ki; Sayın Abdullah Gül’ün, beraberinde “işadamları”nı götürmesinin asıl amacı da buydu...
İnşaallah, “dost ve kardeş” Bangladeş halkı için “yardım” ve “yatırım”lar artar da, “yara”larına bir nebze merhem olunur...
Bangladeş’le ilgili yazacaklarım şimdilik bu kadar... Yeri ve zamanı geldiğinde inşaallah başka ayrıntıları da paylaşırız.
Bu vesileyle; kendisini tanımaktan büyük memnuniyet duyduğum Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Ahmet Sever ve “Basın ekibi”ne bir defa daha teşekkür ediyorum... Çünkü, 7 günlük gezinin, hem “samimi ve sıcak bir ortam”da geçmesi, hem de “en ufak bir aksaklık olmaması” için olağanüstü bir çaba harcadılar... Üstelik “güleryüzlerini” hiç eksik etmeden...
GÜL’ÜN YANLIŞ YORUMLANAN SÖZLERİ
Yazının en başında dedim ya;
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün, belki de hiç arzu etmediği şey; “ekonomi ve kültür ağırlıklı” bu gezinin, “iç politikanın gölgesinde” kalmasıydı... Bunu, defalarca dile getirip; “Gündem Hindistan ve Bangladeş” dedi...
Ne var ki;
Türkiye’de de, “Meclis’teki kavga” ve “Anayasa değişikliği” konuşuluyordu... İster istemez bu konularla ilgili sorular da soruldu kendisine... Haberlerimizde yansıtmaya çalıştığımız gibi; Sayın Cumhurbaşkanı; “toplumun yüzde 87’sini temsil eden” bu Meclis’in, “tepeden tırnağa yeni bir Anayasa” yapmasını arzu ettiğini ama “seçimlere 1.5 yıl kaldığı için” maalesef bu fırsatın kaçtığını fakat “dar kapsamlı bir değişikliğin pekalâ yapılabileceğini” söyledi...
“Keşke” demeyi de ihmal etmedi;
“Keşke yepyeni bir Anayasa yapılabilseydi.”
Bu söz, bir “hayıflanma” ifadesiydi.
Ne var ki;
İşte bu sözler, Türkiye’de “yanlış” yankılanıp, “Cumhurbaşkanlığı seçimi”ne bağlandı...
Açık ve net söyleyeyim;
Sayın Abdullah Gül, sözlerinin başka mecralara çekilip “yanlış yorumlanmasından” büyük üzüntü duydu.
Bu “üzüntü”sünü ifade etmek için de, “yeni bir açıklama” yapmak ihtiyacı hissetti.
Dedi ki;
“Cumhurbaşkanlığı süresinin kaç sene olduğu net olarak ortaya çıkmamışken, 5 sene ise, bu sürenin henüz yarısına gelinmişken, bu tür tartışmaları anlamsız buluyor, hoş karşılamıyorum...”
İşte bu sözler, Türkiye’de yeni bir tartışmanın başlamasına yol açtı... Sayın Gül’ün “Anayasa değişikliği” ile ilgili sözlerine “destek” veren CHP Genel Başkanı Bay Deniz Baykal, Cumhurbaşkanlığı süresiyle ilgili sözlerini ise şu cümlelerle yorumladı:
“Anayasamızda Cumhurbaşkanlığı süresi ile ilgili madde kesindir. Herhangi bir geçici madde yoktur. 5 yıllık görev yapması gereken insanlar 7 yıl görev yapmaya kalkarsa, bu, Türkiye’de çok ciddi rejim sorunları doğurur. O nedenle herkes aklını başına alsın. Bu gerçeği oradan, buradan karar üreterek değiştirmek de mümkün değildir. Çok ciddi büyük tartışmalar çıkar.”
SEZER’E NİYE SES ÇIKARMADILAR?
“Sinekten yağ, tekeden süt çıkarmaya” çalışan bir toplumun fertleri olarak; Abdullah Gül’ün “gayet masumane” sarfettiği bu sözlerden de, nihayet bir “kriz” çıkarmayı başardık...
Şimdi, tartışıyorum işte;
“Süre 5 yıl mı, 7 yıl mı?”
Baykal, kestirip attı:
“Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 5 yıldır... Bunu tartışmak bile ciddi bir rejim sorununa yol açar!”
Buyur, burdan yak!..
Adama sorarlar;
“Sezer’in görev süresini niye tartışmadın?.. Yoksa o günlerde Çokoprens almaya mı gitmiştin?”
Öyle ya;
Görev süresi 16 Mayıs 2007’de dolan A.N.Sezer’in görevi bırakması ve yerine “Meclis Başkanı’nın vekâlet etmesi” gerekirken, Sezer görevini sürdürmüştü.
Hem de; Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden ve Prof. Dr. Zafer Üskül gibi isimler, “Sezer’in görev süresinin 16 Mayıs’ta sona erdiğini, yerine Meclis Başkanı’nın vekâlet etmesi gerektiğini” söylemesine rağmen!..
Peki o günlerde Bay Deniz Baykal başta olmak üzere; CHP kurmayları Atilla Kart, Kemal Anadol ve Onur Öymen ne dedi?..
Dediler ki;
“Yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar, Sezer Çankaya’da kalmalıdır!.. Sezer’e lâf söyletmeyiz!”
Malûm, Sezer “7 yıl”ı doldurdu, üstelik “3 ay 12 gün” daha fazladan “işgal” etti o koltuğu!..
Hem de, “evine dön” çağrılarına rağmen!..
İşte bu CHP’liler, şimdi kalkmış, “Abdullah Gül’ün görev süresi 5 yıldır... Aksi halde rejim sorunu çıkar!” diyorlar...
Hemen ekleyelim;
Bu “koro”ya, dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de katıldı ve o da “5 yıl” dedi.
Peki, sormazlar mı adama;
“O zaman niye gıkınız çıkmadı?.. Sezer için niye diklenmediniz?”
CHIRAC DA 7 YIL YAPMIŞTI!
Kaldı ki;
Önümüzde, bir Chirac örneği var!..
Malûm, Chirac da 1999 yılında “7 yıllığına” Cumhurbaşkanı seçilmiş, 2000 yılında görev süresi 5 yıla indirilmiş ama, o 7 yılı tamamlamıştı!..
Tartışmalara şaşırmamak mümkün değil.
Öyle ya;
Abdullah Gül, 5 yıl olsa bile; henüz “görev süresinin yarısında” bulunuyor... Bu tartışmayı bugünden başlatmanın âlemi ne?.. Yani, konuşulacak başka mevzu mu yok?..
Hadi tartışıyorsunuz;
Bari “ilkeli” ve “tutarlı” olun!..
Sezer’e gelince “tık” yok,
Gül’e gelince “rejim” sorunu!
Adama gülerler!..
TÜRKİYE’NİN KIYMETİNİ BİLELİM
Sayın Abdullah Gül, “Gündemimiz Hindistan ve Bangladeş” derken, herhalde bu tartışmanın başlayacağını tahmin ediyordu.
Tabiî, “uyarı”da bulunmayı da ihmal etmiyordu:
“Memleketimizin kıymetini hepimizin bilmesi lâzım.. İçe dönük mücadele etmeye devam edersek, çok şey kaybederiz... Herkes, insanımızın hayat standartını yükseltmek için çalışmalı... İnsanlar özgürlük, barış, eğitim, aş-ekmek ve daha fazla demokrasi isterken, bu kavga ve gerilimler bizi yıpratır!..
Türkiye, kişi başına milli gelirini 10 bin Dolar’ın üstüne çıkarmaya gayret etmeli ve orta gelir tuzağından kurtulmaya çalışmalıdır.. Türkiye hızını aldı... Bu hız kesilmemeli ve ülkemiz orta gelir sınıfını yırtmalıdır... Enerjimizi iç kavgalara harcamaktan süratle uzaklaşmalıyız!”
........
Hindistan-Bangladeş-Türkiye üçgeninde yazacak çok şey var... Meselâ, 1565 yılında yaptırılan Hümayun Türbesi’nden, dünyada eşi-benzeri bulunmayan ve Kutbettin Aybak tarafından 1202 yılında inşaa ettirilen 72.5 metre yüksekliğindeki Kutup Minar’dan, minarenin hemen yanıbaşında bulunan Kuvvet’ül İslâm Camii’nden ve Babür Şahı Cihan tarafından yapımı 1652’de tamamlanan Tac Mahal’in ibretli ve hazin hikâyesinden hiç bahsedemedim... Çünkü bu gezide, bir yönüyle “köklere yolculuk” yapma imkânı da bulduk...
Ama görüyorsunuz işte;
“İç politika girdabı”ndan kurtulamadık!..
İnşaallah, bir gün onları da yazarız...
===============
Savcı ve dokunulmazlık!
Hani, özellikle de CHP’liler; “dokunulmazlıklar kaldırılsın” diye yırtınıp, “milletvekili dokunulmazlığı” konusunda sürekli iktidarı eleştiriyorlar, meselâ “yargı ve bürokrasideki dokunulmazlıkları” hiç gündeme getirmiyorlar ya; işte dün, bu zihniyetin “maske”si düştü!..
Malûm; Albay Dursun Çiçek imzalı, AK Parti’yi bitirmeye yönelik “İrticayla Mücadele Eylem Plânı”nı uygulamaya koymakla suçlanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner; evinde ve makamında yapılan aramaların ardından dün gözaltına alındı.
Sen misin Başsavcı’yı gözaltına alan?!?..
İlk tepki, adeta “Yargıçlar Partisi”ne dönüşen YARSAV’dan geldi...
YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, bazı YARSAV üyeleri ile birlikte hemen bir basın toplantısı düzenleyip dedi ki;
“Yargıtay tarafından yargılanacak bir Cumhuriyet başsavcısının, soruşturma yetkisi olmayan kişilerce aranarak gözaltına alınması, ağır bir hukuk ihlâlidir... Bugünden itibaren hiçbir Danıştay, Yargıtay üyesiyle hiçbir yargıç ve savcı güvencede değildir!”
Demek oluyor ki; onlar da “Bize dokunmayın” diyorlar!.. Yani; “milletvekili”ne dokunacaksın ama “hakim ve savcı”lara dokunmayacaksın!..
Suç işlerse, herkese dokunulur... Milletvekillerine de, yargıçlara da!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi